ALEVÎLER Hakkında Dr. ABDULKADİR SEZGİN İle Konuştuk

Oğuz Çetinoğlu: Alevîliğin mezhep olduğu iddialarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Sosyolog Dr. Abdülkadir Sezgin: 27 Mayıs 1960 darbesinden sonra, özellikle merhum Ömer Nasuhi Bilmen'in Diyanet İşleri Başkanlığı döneminde, Alevî aydınlar, Alevîliğin Mezhep olarak tanınmasını istemişlerdi.

Diyanet, bunu târihî geleneklerimizle ve kültürle alâkalı geçmişimize uygun olmadığı gerekçesiyle kabul etmedi.

Özellikle Demokrat Parti döneminde başlayan ve darbe sonrası iktidarların ilgisizliği ve aydınların din, mezhep, tarikat konusunda yeterli bilgi sâhibi olmayışı yüzünden Alevîlik, Sünniliğin karşıtı gibi kullanıldı.

Bu yanlış kullanım 1980 darbesi sonrasında daha güçlenmiş, son on yılda da Alevî Çalıştayları sonrasında iyice pekiştirilmiştir.

Alevî vatandaşlarımızın abdest alma, namaz, cenaze namazı, nikâh ve nikâh duaları gibi, inanç ve ibâdetle ilgili bütün kabulleri ve uygulamaları ile Özbekistan'ın Tirmiz Şehrinin Kâbil kasabasından, tüccar olarak faaliyetini yürütmek üzere Halife Hz. Ali'nin başşehri olan Kûfe'ye Müslüman Türk olarak gelen Zota veya Zevta'nın torunu, Sabit oğlu Numan, diğer adı ile İmam-ı Azam Ebu Hanife fıkhına ve yine Özbekistan en önemli şehirlerinden Semerkant'ın Maturid Kasabasından (halen şehrin merkez mahallesi) İmam Muhammed Maturidi inancını taşıdıklarını göstermektedir.

Bununla şunu anlatmak istiyoruz: Alevîlik dün mezhep değildi, bu gün de mezhep değildir. Bunun böylece bilinmesi lâzımdır.

Yanlış tekrarlana tekrarlana doğru gibi algılanmaya başlamıştır.

Siyâset adamlarımız başta olarak aydınların da ‘Alevî Mezhebi’ terimini bırakmaları gerekiyor.

Çetinoğlu: Alevîlik din değil, mezhep değil. ‘Tarikattir’ demek uygun mu?

Dr. Sezgin: Alevîliğin tarikat olduğunu anlamak için sâdece Şah İsmail Hataî, Pir Sultan Abdal, Kaygusuz Abdal’ın deyişleri ile iktifa edilmemeli. Geçen yüzyılın en büyük Alevî âşıklarından Âşık Veysel, Dâvut Sularî dâhil bütün âşık deyişlerinde de bu yolun Hacı Bektaş Veli tarafından kurulan bir tarikat olduğu görülür.

Posta oturan ve yolu - erkânı yürüten Dede'ye hizmet sırasında, ‘şu anda ne yapıyorsunuz?’, diye sorulduğunda, tereddütsüz bir şekilde: ‘Tarikat yürütüyorum’ cevabı alınacaktır.

İşin gerçek olan kısmı da Dede'nin ‘tarikat yürütme görevlisi’ olduğudur.

Çetinoğlu: Çok net ifâde ettiniz. Bu görüşü temellendirmek için neler söylemek istersiniz?

Dr. Sezgin: Alevî cemleri ve sohbetlerinde en çok nefes ve deyişleri okunan Yunus Emre, Şah İsmâil Hataî ve Pir Sultan Abdal'ın tarikata işâret eden şiirlerinden çok kısa örnekler:

Şeriat, Tarikat yoldur varana

Hakikat, Marifet andan içeru

Yunus Emre, ‘4 Kapı’ olarak anılan ‘Yolu’ anlatırken şöyle der:

Evvel kapu şeriat, geçse andan tarikat  

Gönül evi mârifet, ışk hakîkat içinde 

Şeriat şirin olur, işidene hoş gelur 

Ne kim dilerse kılur ol şeriat içinde  

Tarikat can yoldaşı, cân ile olur işi;

Tarikata giren kişi dün - gün ibret içinde 

Mârifet gönül ile dün ü gün zârıyıla

Söylesem gelmez dile sırrı sıfat içinde.         

                                                                                               

Hakîkat ışkdur ıyan görsün ol şebih beyan, 

Hakîkat donın giyen ağır hil’at içinde.

Herkim şeriat bile hem okuya hem kıla,

Ol gerek kim er ola dün-gün taat içinde.

Ger taat kılmazısa üstâda varmazısa,

Şer’iden olmazısa, adı lânet içinde.

Bu dört menzildir utan ledün makamın tutan

Ol dört menzile yeten tamam murad içinde

Şah İsmâil Hataî’den bir dörtlük: 

Şeriat öğrendim bin bir ad için 

Hakîkat öğrendim, aynı zat için

Mârifet öğrendim bu sıfat için

arikata hizmet ettim ezelden

Pir Sultan Abdal’dan bir dörtlük: 

Muhammed dinidir bizim dinimiz,

Tarikat altında geçer yolumuz,

Hem Cibril-i Emin’dir rehberimiz 

Biz Müminiz, Mürşidimiz Ali’dir.

Çetinoğlu: Cemevlerinde neler yapılır?

Cem toplantılarında genel bir sıralama ile şunlar yapılır:

1-Toplantıya başlamadan, Cem'e katılan komşular arasında dargın, kırgın, kavgalı, alacak- verecek işinde ihtilaflı, herhangi bir haksızlığa uğramış olup olmadığı sorulur. Varsa bunların barışmaları; haksızlık yapanlar varsa haksızlıkların giderilmesi sağlanır. Bu yapılmadan Cem merâsimi başlamaz.

2-Köyde komşular arasından kavga, tartışma veya şikâyete konu her hangi bir anormal, ahlâksızlık veya suç sayılan olay olmuşsa, taraflar dinlenir ve Dede mağduriyeti giderecek karar verir. Gerekiyorsa suçluya belli cezâları verme yetkisi vardır. Bu sebeple de Alevîlerden mahkemelere şikâyet olmaz veya çok az olur.

3-Çocukluktan kurtulup, büluğa erenlerin tarikata giriş işlemleri, ‘İkrar’ törenleri yapılır.

4-Daha önce tarikata girmiş olanların yıllık yenileme ‘görgü’ işlemleri yapılır.

5-Hakk'a yürüyen kişiler için, cenâze namazı kılınıp, cenâzenin kaldırılmasından sonra, genellikle akşamlara mahsus olmak üzere, (kadın veya erkek) müteveffa için ‘dârdan indirme’ merâsimi yapılır.

Çetinoğlu: Dârdan indirme merasimi nereden geliyor? 

Dr. Sezgin: Hazret-i Peygamberden geliyor. Bu merasim iyi anlatılırsa, Alevîlerin hem ne kadar Müslüman oldukları, hem de Cem'de yapılanların yanlış şeyler olmadığı daha iyi anlaşılacaktır.

Çetinoğlu: Anlatır mısınız?

Dr. Sezgin: Önce ‘Dârdan’ veya ‘Dârdan indirme’ nedir, onu anlatayım: 

Hakk’a yürüyen (vefat eden) bir ‘Can’ın, akraba, eş ve dostları ile alış veriş yaptığı insanlarla helâlleşmeden ölmüş gibi düşünülerek yapılan ve ölenin affına vesile olacağı ümit edilen bir bakıma ‘hak helâlliği’ toplantısıdır.

Yapılış şekli şöyledir: Dede usulüne göre toplantıyı açar. Ölen kimsenin velisi veya vârislerinden birisi, Dede'ye yakın bir yerde, ayağa kalkar ‘dâr’a durur. Sağ eli sol göğsüne, sol eli sağ göğsüne gelecek şekilde ellerini kor, sağ ayağının başparmağı da, sol ayağının başparmağının üstüne gelecek şekilde durur.

Dede, vefat eden zatı hatırlatarak ‘Hakka yürüdüğünü’ ve o gün teçhiz ve tekfin işlemi yapılarak defnedildiğini anlatır. Konuşmasına şöyle devam eder:

-Aramızda bunca yıl yaşamıştı. Akrabası, komşusu, dostları, tanıdıkları, arkadaşları olarak aranızda borcu olup da ödemediği veya ödeyemediği kimse var mı? Varsa varisi / Velisi (vefat edenin durumuna göre) huzurunuzda, müteveffanın vekili / veya vasisi / velisi olarak huzurunuzdadır. Kimin alacağı, hakkı olan varsa söylesin. Varsa şimdi, yoksa mâkul bir zaman içinde ödeyecektir. Ayrıca kendisinden darılmış, incinmiş olanlar varsa, onları da memnun edecek veya O'nun adına özür veya helâllik dileyecektir. Hakkı olanların bu haklarını helâl etmeleri de mümkündür

Sözlerini şöyle bitirir:

-Bizler de bir gün aynı akıbeti yaşayacağız, Allah cümlemizi affetsin, huzuruna da kul hakkı ile götürmesin.

Vefat edenin, her hangi bir kimseye borcu varsa, alacaklıya ödenir. Darılmış, incinmişlerin gönlü alınır. Hak helâlliği gerçekleştirilmiş olur. Bu törene ‘Dârdan indirme’ adı verilir.

Çetinoğlu: Teşekkür ederim. Bu merâsimin, Peygamber Efendimiz’den geldiğini buyurmuştunuz.

Dr. Sezgin: Peygamber Efendimizin vefatından bir kaç gün önce, hastalığı ağırlaştı; Efendimiz, Hz. Ali ve Hz. Fadl'ın yardımıyla minbere çıkıp şöyle buyurdu: 

-Ey insanlar! Her kimin arkasına bir kamçı vurmuşsam, işte sırtım, gelsin vursun. Kimin bende alacağı varsa, işte malım, gelsin alsın. Benim yanımda en sevgiliniz, üzerimde hakkı varsa, onu burada (dünyada) isteyen veya helâl edendir. Böylece Rabbime yüz akıyla kavuşurum.

Cemaatten biri, üç dirhem alacaklı olduğunu söyledi. Bu zat, Hz. Peygamber adına bir fakire sadaka vermişti. Resulullah, borcunu hemen ödedi. Sonra şöyle buyurdu: 

-Ey insanlar! Kimin üzerinde başkasına ait bir hak varsa, ayıplanmaktan çekinmesin, sâhibine ödesin. Burada ayıplanmak, ahirette mahcup olmaktan hayırlıdır

Merâsimin sonunda vefat eden kimselerin yakınlarınca kesilen bir kurbanla hazırlanmış yemek toplantıya katılan herkese ikram edilir.

Çetinoğlu: Siz ‘dârdan indirme’ merâsimine katıldınız mı?

Dr. Sezgin: Evet! Beypazarı Karaşar beldesinde 2013 yılında katıldım. Gündüz de müteveffa için ‘Kelime-i Tevhid’ hatmi yapılmıştı.

Çetinoğlu: Sizce, Alevîlikle alakalı problemler nelerdir?

Dr. Sezgin: Cem âyini veya cemevi merâsimi bir problem değildir. Cemevi adıyla bağımsız kültür ve sosyo-kültürle alâkalı bir kurum da bulunmamaktadır.

Cemevi, Alevî / Kızılbaşlara mahsus tasavvufî yolun dergâh veya zâviyesi anlamı dışında başka şeyi de ifâde etmez.

Bu sebeple de cemevi ile var olduğu kabul edilen problemler, Alevîlikle ilgili problemlerdir.

Ana konu Alevîlik konusudur.

Ahmed Yesevî ve Hacı Bektaş Veli kaynaklı bu yol fikrî, felsefî veya tasavvufî bir yoldur. Tasavvufun uygulama alanları da ‘Tarikat’ olarak isimlendirilmektedir.

Türkiye Alevîliği’ veya ‘Türk Alevîliği’ olarak da anılan bu yolun İslam Yolu; Müslümanlık olduğunda şüphe yoktur.

Ayrıca Alevîliğin ‘din’ veya ‘mezhep’ olarak adlandırılması da yanlıştır. İfâde etmeliyiz ki, bu sâdece Alevîlerin değil, bütün türdeşlerinin ve topyekûn Türk Milletinin ortak meselesidir.

1826 yılındaki Yeniçeri Ocağının kapatılması ile başlamış ‘Hacı Bektaş Veli Yolu’nun, -merkez dergâhı hâriç- kapatılıp, yasaklanmasından yaklaşık yüz yıl sonra 30.11.1925 târihinde kabul edilen ve 13.12.1925 târihinde resmî gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren ‘Tekke ve Zâviyelerle Türbelerin Seddine ve Türbedarlıklar ile Bir Takım Unvanların Men ve İlgasına Dair Kanun’ hükmü gereğince kapatılmış, tekke, zâviye ve türbelerle ilgili hüküm aynı zamanda 2820 sayılı Siyâsî Partiler Kanunu’nun üçüncü bölüm, ‘Atatürk İlke ve İnkılâplarının ve Lâik Devlet Niteliğinin Korunması’ matlaplı 84. maddesinin ‘c’ fıkrasında yer alış biçimiyle, siyâsî partileri ‘kapatma cezâsı’yla tehdit ettiği sürece bu problem devam edecek demektir.

Anayasamızın 174. maddesinde yer alan ‘inkılâp kanunlarının korunması’na ilişkin madde, ‘...inkılâp kanunlarının, Anayasanın halkoyu ile kabul edildiği târihte yürürlükte bulunan hükümlerinin, Anayasaya aykırı olduğu şeklinde anlaşılamaz ve yorumlanamaz.’ demektedir.

Bu ifâde, yanlış bir algı ile ‘değiştirilemez’ şeklinde yorumlanmaktadır.

Ayrıca sosyolojik ve stratejik problemler vardır:

Çetinoğlu: Neler meselâ?

Dr. Sezgin: Türkiye'de köylüler özellikle 1980 sonrasında, beklenmedik şekilde köylerini terk ederek şehirlere göçtüler.

Köylerde kalan nüfus -nerede ise- tarım ve hayvancılığı tehdit edecek kadar azaldı. Batı uygulamalarında köyler, eğitim, kültür ve sosyal olarak şehirlileştirildiği halde, üzülerek tespit etmeliyiz ki, şehirler köy kültürünün baskısı altına girdi. Başka bir deyişle şehirler köyleşti, denilebilir.

Bu yapı içinde aş, iş ve şehir hayatına uyumlu olma gayretindeki gece kondu yapısı içindeki köylüleri bu defa da 1990 yılındaki Sovyetler Birliği'nin dağılmasıyla dünyayı saran yeni, sosyal, iktisâdî ve kültürle alakalı çatışmalarla birlikte ülkeler arasındaki dostluk ve düşmanlık kavramlarının da değiştiğine şâhit olunmuştur.

Batı, Nato'ya ihtiyaç kalmadığı ve Türkiye'nin itibarının sonuna gelindiği mesajları altında yeni anlayışlar ortaya koymaya başladı.

Ülkemizde ve batı da artık Komünizm tehdidi kalmadı. Ancak Nato'yu yeni anlayışa uygun hâle getirdi.

Türkiye konusunda yurt dışında diplomatlarımız yönelik Ermeni kökenli cinâyet örgütlerinin sonlandırıldığı 1984 yılında, bir baskınla ortaya çıkan PKK terörü Türkiye üzerinde hesapları olanlarca ortaya çıkartılmıştı.

1984 yılının ABD ve batılı ülkeler tarafından Sovyetler Birliği’nin dağılacağının anlaşıldığı ve yeni yapı için personellerinin eğitimine başladığı yıldır.

Sovyetler Birliğinin dağılmasıyla eski Marksistlerden ailesi Alevî olanlar için yeni bir görev ortaya çıkmıştı: Avrupa ülkelerinde Alevî organizasyonları kurmak...

Bu çalışmalarla Avrupa ülkelerinde Alevîlik ‘kendine özgü din’ statüsü kazanmaya başladı. Kürdoloji çalışmalarının merkezinin Paris olmasına karşılık, Alevîlik çalışmalarının merkez üssü Almanya hâline geldi.

Batıya daha önce işçi olarak gitmiş Türklerden Alevî olanlar evlerine, derneklerine mutlaka Türk Bayrağı ve Atatürk büstü koyarlar, kendilerini ‘Türk Alevî'si olarak tanımlarlardı.

1990 sonrasında büstler, Türk bayrakları kalktı ve sıfatlarının başındaki ‘Türk’ ve ‘Türkiye’ kelimeleri çıktı. Artık batılılardan, derneklere maddî destek verilebilmesi için bunlar isteniyor. Türk ve Türkiye kelimelerinin yerini ‘Anadolu’ kelimesi aldı.

Yozlaşmada ülke içindeki olumsuzluklar, aşağılamalar ve ötekileştirmeler, ‘Alevîleri kazanma’ adı altında hızlandı, iktisâdî ve siyâsî destekler buldu.

Ülke, köyünden, kasabasına, şehrinden başşehrine Cemevleri ile doldu.

Târihî Karacaahmet ve Şahkulu dergâhlarının üzerlerine bile ‘Cemevi’ levhaları asıldı.

Çetinoğlu: Alevîlerle alakalı problemleri siz nasıl değerlendiriyorsunuz?

Dr. Sezgin: Alevîlik konusu sosyal, kültürel, dînî, hukûkî, stratejik bir problem olmakla birlikte özü itibariyle bir dinî ve tasavvufi problemdir.

Çetinoğlu: Dînî ve tasavvufi problemden kasıt nedir? 

Dr. Sezgin: İşin doğrusu en önemli din problemi olduğu gibi, aynı zamanda çok önemli bir şehirlileşme ve sosyal gelişme meselesidir. 

Çetinoğlu: Tasavvufla alakalı problemler nelerdir?

Dr. Sezgin: Alevî cem'lerine köylünün bağlı olduğu Dede Ocağı'ndan gelen Dede ‘Mürşit’ olarak katılır. Dede ve ailesi de o ocağın dedesinin denetim ve yönetimine, başka bir ifâde ile irşadına emânet edilen köylülerce yakından bilinir ve tanınır. Köyün Dedesi de köyde tâliplerini, çocuklarını, kimin kiminle musahip, yâni tarikat kardeşi olduğunu bilir.

Dede tarafından rehberlik yapılan cemlere diğer köylülerden ikrar vermeyenler dâhil hiç kimse giremez.

Dede’nin görevini yapabilmesi Hacıbektaş ilçesinde oturan, Hacı Bektaş Veli Postnişini olan ve ‘Çelebi’, ‘Serçeşme’ gibi unvanlarla anılan zat tarafından görevlendirilmiş olması mecbûrîdir. Hâlen ülke genelinde görev yapanların hizmet bölgeleri, köy köy kimlere ait olduğu bilinmektedir. Dede ailelerinin ellerindeki icâzetnamelerde de hangi köylerde irşada yetkili oldukları yazılıdır. Dede hiçbir surette kendisine verilmiş bölge dışında hizmete yetkili değildir. Şehirlerde bu klasik sisteme uymayan yapılar oluşmuştur. İstanbul'da ikamet eden bir Dede, diyelim ki Tunceli köylerinde görevli (yetkili) bir zattır. Bunun İstanbul'da oturan ve önceden tanımadığı, kendisine tâlip / derviş olmamış kimselere Dedelik görevi yapamaz.

Bu başka yerde görevli ve yetkili hâkimin, misâfirliğe gittiği başka bir şehirde, yetkisiz olarak cübbe giyip hâkimlik yapması gibidir.

Gelenekte, Hacı Bektaş Veli Vekili de olan Çelebi tarafından, görevlendirilmeyen bir şehirde, görevli olmadıkları, birbirleriyle, tanışmayan şahısların katıldığı bir toplantıda cem yapılamaz.

Cemevi'nin bulunduğu binanın bağlı olduğu Vakıf veya derneğin Yönetim Kurulu tarafından yetkilendirilmiş Dede hangi yolun, nasıl bir erkânın mürşididir?

O zaman şehirlerde ki cemevi binalarında yapılan cemler folklorik birer gösteriden ibârettir.

Mânevî olarak orada yetkisiz bir kişinin, tanımadığı ve aralarında çoğunlukla kendi tâliplerinin olmadığı bir toplantının Hacı Bektaş Veli yoluna ait olduğu nasıl anlatılabilir ve nasıl anlaşılabilir?

Diğer taraftan usul ve erkân kuralları gereği, ikrar vermemişlerle, yabancıların da alındığı salonlarda bu toplantılar, yola veya erkâna ne kadar uygundur? Bu soruların cevabı yoktur. Maaşlı, Dernek Dedesi veya Vakıf Dedesi târihî geçmişte ve gelenekte yoktur. Bu problem tasavvufi yol, gelenek ve kültür açısından son derece önemli ve ciddî bir meseledir. Yol ve erkânın yozlaşması, yolun kuruluş ilkelerinin ve hiyerarşisinin keyfi olarak bozulmasıdır.

Çetinoğlu:  Dergâh, tekke ve benzerlerinin mal varlıkları ve gelir kaynakları ile alakalı problemler nelerdir? 

Dr. Sezgin: Tarikatların kapatıldığı târihe kadar bütün tarikatların kendi mülkleri olarak ülkenin dört bir tarafında dergâh, zâviye, tekke gibi isimlerle gayrimenkulleri bulunduğu gibi, bu dergâhlara vakfedilmiş tarım arazileri; yâni vakıf gayr-i menkulleri bulunuyordu.

Bu gayr-i menkullerden şeyhlerinin şahsî mülkleri kendilerine verildi. Ancak vakıflara ait olanlar devlet hazinesine devredildi.

Geldiğimiz sosyal ve hukûkî çerçevede vakıf olup olmadığına bakılmaksızın, Avrupa Birliği'nin talebi üzerine kiliselere ait vakıflar kiliselere iade edildi.

Bu kurumlara ait problem, çözüm masasına geldiğinde bu gayrimenkuller meselesinin de çözülmesi; eski sâhiplerine verilmesi gerekmektedir.

Diyelim ki, Hacıbektaş ilçesindeki arazilerin önemli bir kısmı Hacıbektaş Veli Dergâhı'na vakfedilmiş arazilerdi. Diğer türdeş dergâhların da durumları aynı şekilde olduğunu söylemeye gerek yoktur.

Çetinoğlu: Problemler ortaya konuldu. Çözüm tekliflerinizi de röportajın ikinci bölümünde konuşuruz.