“DOSTLARIM ZENGİNLİĞİMDİR”

Abone Ol

Kazakistan'ın Karaganda Senfoni Orkestrası ile Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Türkiye, Türkmenistan, Başkurdistan (RF), Tataristan (RF) ve Rusya'nın St. Petersburg kentinden gelen müzisyenler Türkiye'de biraraya geldiler.

Bu muhteşem orkestra, TÜRKSOY Genel Sekreteri Düsen Kaseinov'un 70. yaşına basması dolayısıyla gerçekleştirdiği “Dostlarım Zenginliğimdir” başlıklı konser dizisinde kendisine eşlik ettiler ve İstanbul, Bolu, Bursa ve Ankara'da sanatseverlere müzik ziyafeti verdiler.

“Dostlarım Zenginliğimdir” Festivali kapsamında 20 Kasım'da İstanbul, 21 Kasım'da Bolu, 22 Kasım'da Bursa’da ücretsiz gerçekleştirilen konserlerde sanatseverler unutulmaz anlar yaşadılar. Bugün de Ankara konseri gerçekleştirilecek.

İSTANBUL, BOLU VE BURSA KONSERLERİ BÜYÜK İLGİ GÖRDÜ

Prof. Dr. Düsen Kaseinov’un “Dostlarım Zenginliğimdir” başlıklı konser dizisi 20 Kasım’da Maltepe Üniversitesi’nde gerçekleştirilen konserle başladı, Bolu, Bursa’dan sonra Ankara’da noktalanacak. Türk Dünyası ve Rusya’dan gelen sanatçıların oluşturduğu muhteşem orkestra eşliğinde verdiği konserle sanatseverleri büyüleyen TÜRKSOY Genel Sekreteri Düsen Kaseinov’u, bu konser dizisinde, “keman virtiözü Prof. Dr. Düsen Kaseinov” olarak dinledik. Bu yazımızda, “Müzisyen Kaseinov”un müzik konusundaki düşüncelerini özetlemeye çalışacağız. 

1991’de bağımsızlığını ilan ederek tarih sahnesine yeni bir Kazak devleti olarak çıkan Kazakistan Cumhuriyeti’nde Kültür Bakanı olarak görev yapan Prof. Dr. Düsen Kaseinov, son sekiz yıldır yürüttüğü Uluslararası Türk Kültürü Teşkilatı (TÜRKSOY) Genel Sekreterliği görevi sırasında, Türk soylu ülkelerde, pekçoğu ilk olan kültür-sanat etkinlikleri gerçekleştirdi. 

Sovyet döneminde, klasik müzik eğitimi veren kurumlarda yetişmiş bir keman virtiözü olan ve Kazakistan’da Müzik Üniversitesi rektörlüğü yaptığı sırada, geleneksel vokal müziğin üniversitede ilk kez yer almasını sağlayan Prof. Düsen Kaseinov, Kazakistantan, Türk cumhuriyetleri ve Türkiye’deki müzik eğitimi, müzikte geleneksellik ve evrensellik kavramı, yerel ve global ölçeklerdeki müzik eğitiminin nasıl verilmesi gerektiği konusundaki görüş ve düşüncelerini şöyle özetliyor: 

“Sovyetler Birliği döneminde ve hâlen temel olarak geçerli eğitim sisteminde Kazakistan’da, sabah ilkokula giden öğrencilerden isteyenler, öğleden sonraları müzik okuluna gidebilir. Yedi yıl süren bu eğitim dönemi, çocuklardaki müzik yeteneğinin tespit edilebilmesi için en uygun zaman dilimidir. Yetenekli olanlar yedi yaşına gelince on yıllık yatılı müzik okuluna giderler. 

Her iki tür okulda çalgı da, kuramlar da çok iyi öğretilir. Buradan mezun olanların ortalama yüzde 10’u dört yıllık müzik kolejlerine devam derler. Müzik lisans eğitimi ise üniversite statüsündeki beş yıllık konservatuvarlarda verilir. Konservatuvarlarda hem icracı, hem de konservatuvarlar için eğitimci yetiştirilir. Ayrıca, genel üniversitelerin eğitim fakültelerinde de müzik eğitimcisi yetiştirilir ve buradan mezun olanlar konservatuvar dışındaki diğer okullara yönlendirilirler. 

Bağımsızlıktan sonra; temel okul, kolej ve konservatuvar dizisinden oluşan bu eğitim sisteminden yavaş yavaş serbest piyasaya kayma oldu. Yine de, yetenekli çocuklara yönelik yatılı sistem devlet tarafından finanse ediliyor, ama birçok çocuğun yeteneklerinin ortaya çıkmasına vesile olan genel müzik eğitiminin zayıfladığı gözlemleniyor.”

 “…Türkiye’de Klasik Batı Müziği eğitiminin çok eksikleri var. En temel sıkıntı,  klasik müzik eğitiminin ilkokulda başlamaması. Konservatuvarlar, bu türden bir eğitim için çok geç. Türkiye’deki ikinci temel sıkıntı, eğitim fakültelerindeki eğitimin niteliğinin yetersizliği ve dolayısıyla sanat eğitimi kalitesinin düşük olması. Burada ilk seviye aksıyor. Bizdeki gibi, başlangıcı güçlü bir müzik eğitimi sistemi yok Türkiye’de. Eğitim özel okullara, kurslara kaydırılmış. Bizde ise, devletin çocuktan para kazanma amacı yoktur. Bestecilik eğitiminin de düzeyi düşük. Milli müzik araştırmacıları çok az, bunlar sayıca ve nitelikçe arttırılmalı. 

Bu arada, yeri gelmişken belirteyim, birara gündeme gelen Türkiye Sanat Kurumu’nun kurulmaması çok iyi oldu, çünkü Türk toplumu buna hazır değil. Kazakistan da hazır değil. Bu sistem için toplumdaki sanat bilinci ve sanatı anlama seviyesinin yüksek olması lazım. Örneğin, tiyatro ne zaman ayakta kalabilir? Elbette para kazanınca. Sponsor kuşağı da yok. Sponsor kim olur? Çocukluğundan beri sanatın içinde bulunmuş kişiler olabilir. Bu konunun sanat ve iş forumlarında tartışılarak yürütülmesi gerekir.” 

Kaseinov, Kazakistan’da uygulanan eğitim sisteminde geleneksel müzik eğitimi konusunda da şunları söylüyor: “Yukarıda anlattığım sistem, Kazakistan’da, uzun süre boyunca sadece Klasik Batı Müziği için geçerliydi. Halk müziği çalgı eğitimi olarak 1960’larda başladı. İki yıllık hazırlık döneminden sonra konservatuvarlarda veriliyordu. 1987’de halk vokal müziği eğitimi de başladı. Uzun yıllar kemancı olarak çalıştıktan sonra, müzik üniversitesi rektörü olduğumda, üniversitemde halk vokal müziği bölümü ve hazırlık okulunu açan kişi ben oldum. 

Buna rağmen, müzik yelpazesinde bir uçtan diğer uca savrulmadık; Klasik Batı Müziği’ni de geliştirip devam ettirdik. Hedefim şuydu: ‘Bir elimde dombra, diğer elimde keman ile müzik dünyasında yerimizi alacağız.’ Klasik mi yoksa geleneksel mi ikileminde formül, her iki müziğin de geliştirilmesi gerektiğidir. Zaten doğada da böyle değil midir? Yırtıcıları yok ederseniz, diğer bazı türler hızla gelişerek zarar verici olmaya başlar. Doğada dengeyi korumak gerektiği gibi, müzikte de uluslararası müzik ve geleneksel müzik dengesini korumak gerekir. 

Bizde şimdi devlet, her iki müzik türünü de destekliyor, çünkü eğer kendi müziğimizi devam ettiremezsek, kültürümüzün bir kısmı kaybolur gider. Öte yandan, klasik müziği devam ettiremezsek de uluslararası camiada yer alamayız. Yani, sadece etnik müziğe önem verirsek dünyadan koparız. Biz şimdi uluslararası ortamda hem ülkemizi ve öz müziğimizi sergiliyoruz, ama aynı zamanda, Batı’yla aynı müzik dilini konuşuyoruz. Dünya toplumuna ancak böyle girebilir, dünyadaki yarışmaları ancak böyle kazanabiliriz. İşte o zaman bize de saygı duyarlar. Elimizde dombra ile keman yarışmasına katılmamız absürt olur. Türkmenistan, 2001’de opera ve balesini kapattı, ama daha sonra bu hareketin yanlış olduğunu anlayıp yeniden açtı.”

Kaseinov, Türkiye’de, Türk Müziği Üniversitesi kurulması konusundaki düşüncelerini de şöyle özetliyor: “Türkiye’de mutlaka bir müzik üniversitesi açılmalı; Klasik Batı Müziği aleyhine bir gelişme değildir bu. Türk müziği ağırlıklı olması ise, bence yeni bir başlangıçtan ziyade, bir sonuçtur; zira bu karar geleneksel müziğin şimdiye dek ihmal edilmesine bir tepki olarak alınmış görünüyor. Ancak, Klasik Batı Müziği de aynı şekilde önemsenmeli ve bu türün eğitimi ilkokul seviyesinden başlatılmalıdır. 

Geleneksel müziğin geliştirilmesine dönük bu üniversite girişimini iki açıdan olumlu buluyorum. Bu girişim geleneksel müzikle Klasik Batı Müziği arasında bir denge kurmaya yöneliktir. Doğacak rekabet nedeniyle, Klasik Batı Müziği’nin daha da üst düzeyde icra edilmesini sağlamakta itici bir güç vazifesi görecektir. Çünkü Klasik Batı Müziği rekabetçi bir ortamda daha ivmeli gelişecektir. 

Zamana, döneme, hükümetlere bağlı olarak ara sıra dengeler bozuluyor gibi olsa da, rekabet ortamında her iki müzik de yine dengeye gelerek, birlikte var olmaya devam edecektir. Hayat böyle.” 

“… Geleneksel müzik ile Batı müziği teknikleri birbirini tamamlayıcıdır. Konservatuvar eğitimi alan müzisyenler diğerlerinden çok farklıdır, kimliklerini korumayı bilirler. Şimdiki halk müziği icracıları 30 yıl öncekilere nazaran daha yüksek seviyede çalıyorlar. Örneğin kopuzun, dombranın eğitim metodolojisi çok yüksek seviyeye ulaştı, icra tekniği virtüözlük seviyesine çıktı, teknolojisi gelişti. Kopuzu, dombrayı artık eski teknikle çalmıyoruz. Bu noktada Azebaycan’daki müzik eğitimini örnek gösterebiliriz.” 

Cumhuriyet döneminde müzik eğitimi konulu çalışmalarda, Atatürk’ün “Türk Musikisini milletlerarası bir sanat haline getirelim” şeklinde dile getirdiği görüşlerinin tüm yönleriyle yeterince anlaşılarak süzülemediğini, onun görüşlerinden çok farklı biçimde yorumlandığını ve uygulandığını belirten Kaseinov, 1934 yılında kanunu çıkan Milli Musiki ve Temsil Akademisi’nin henüz kurulamamış olmasını değerlendirirken de, “Evet, iyi niyet vardı, ama belli ki uygulama yeterli olmamış” diyor.