Basın, “Dördüncü Kuvvet” dendiği zaman, neye karşı 4’üncü kuvvet olmaktadır onu bilmek lâzım!... Aksi taktirde, 4’üncü falan değil; başlı başına illegâl bir kuvvet teşkil eder.
Nitekim, Basının kendine has bazı menfi kuruluşları vardır ki, neye ve ne maksatla hizmet sunduğu, ayrıca tetkike muhtaçtır!...
Bilhassa “Magazin Basını” dikkatlere şayan girişimlerle; “Magazin mi; yoksa trajik haberlerle donanmış, bir karma yayın mı bir türlü anlaşılamaz?...”
VE BİR YAŞAR KEMAL VARDI!..
(Konumuza bir ön giriş yaptıktan sonra, görevimiz adetmekten şeref duyduğumuz, bir içten uğurlama ile maneviyatın lütfettiği duygularla dualarımızın kabulüne yakardığımız Hz.Allah’a; “28 Şubat’ta 92 yaşında aramızdan ayrılan Merhum Yaşar Kemâl’e gani, gani rahmet eylemesi temennilerimizle, cümle yakınlarına baş sağlığı diliyoruz efendim.
“2 Mart 2015 Pazartesi”, Teşvikiye Camii’nden, binlerce insanın katıldığı cenaze töreni ile son yolculuğuna uğurlanan merhum eşsiz kalem, örnek insan, Yaşar Kemal, onbinleri bir araya getirmekle kalmamış, hemen her kesimden münevverleri bir arada kendisini uğurlamalarını sağlamıştı.
Ne diyeyim!.. Hz.Allah gani, gani rahmet eylesin ve cümlemizin başı sağ olsun!)
Gelelim 4’üncü kuvvet konumuzun devamına. Basın “bir iletişim aracıdır.” Herhangi bir kuruluşun kuvveti değil. Ancak, bu durumu pek dikkate alan olmadığı için, bir takım türedi “Basın mensupları” kendilerince, özel bir kuvvet(!) manasında değerlendirmekte ve böylece; hem Milletimizin ve hem de Devletimizin nezdinde, bir özel kuvvet olarak boy göstermektedirler!..
ABD basını, bizde bir nevi örnek alınmakta ve bizdeki Gazeteciler bir bütün olarak onların izinde yürüyebilme gayreti göstermektedirler!...
Günümüzde adına Medya denen: “Sesli ve Görüntülü yayın organları”nın yanı sıra Yazılı Basın’ın varlığıyla bir bütün teşkil eden, iletişim aracı, hemen her Ülke’de “Ülke bütünlüğüne has” özellikler taşır. Bizde ise tam tersi, sanki bizim insanımıza değil de başka bir ülke’nin insanına hitap ediyormuşcasına, bizlere yabancı kalmaktadır.
Bu niçin böyledir? Böyledir çünkü, bizler kendimizi bütün yönlerimizle tanıyabilmekten çok uzaktayız. Dolayısıyla bizdeki Medya bizlere değil de, bir başka Ülkenin insanlarına hitap ediyor görünümü vermektedir.
Basın mensubuna sorarsan ve desen ki: “Basınımız ne dereceye kadar hürdür?” Cevap şu olacaktır: “Türk Basını dünlerde olduğu gibi, günümüzde de bağımsız ve hürdür.”
Şöyle bir düşünürsünüz: “Gerçekten öylemidir!...”
Hayır değildir! İstisnalar kaideye bozmaz. Basınımızın büyük bir kısmı bağımlıdır: İlk Gazete’nin sahibi olan Patronuna, daha sonra ise, hangi fikri işliyorsa, o ekolün başındakilere bağımlıdır.
Bilhassa “Köşe Yazarları” savundukları fikrin Ülke bütünlüğüne hâkim olabilmesi için adeta çırpınır dururlar...
İstemeden Ülke düşmanlarıyla iş birliği bu noktada başlar ve özellikle emperyalist gayeler taşıyan Süper Devletler, hiç hissettirmeden böylesi yazarlara sahip çıkar, bir şekilde onlara maddi açıdan imkân sağlayarak, Ülkesinde daha güçlü duruma gelebilmesi için ellerinden gelen her melanetliğe başvururlar...
Görülüyor ki, “4’üncü Kuvvet” tabiri hiç de hoş görülmemekte ve bu hususta iyice düşünülmesi icap ettiğini ön görmektedir!...
Dikkat edilecek olunsa: “Köşe Yazarı, Araştırmacı Yazar” vs. gibi hayli emek isteyen braşlar, henüz 30’unu bulmamış körpecik gençlerin adeta at oynattıkları bir saha görünümü almıştır. Zira, büyük, büyük kelamlarla hemen her konuyu materyal olarak ele almakta ve diledikleri gibi yazıp, çizmektedirler!...
Bahsini ettiğimiz bu branşlarda bilhassa “Solcu ve Milliyetçi” cenahların tam bir sorumsuzluk içinde dilediklerince kalem oynatabilmeleri, ülkemiz içinde muhtelif cephelere ayrılmış kesimlerin, meydana gelmesinde birinci derecede rol oynatmaktadır. Görülüyor ki, “4’üncü Kuvvet” diye çok iddialı bir sıfat elde etmiş olanlar, Ülkemiz içinde hiç de hayırlı çalışmalar yapamamaktadırlar. Yapamamakta diyorum zira, onların ipleri başkalarının ellerinde olduğundan, kendilerinin doğrudan sorumluluğu olmamaktadır.
Gelelim: “Komünizm, Sosyalizm, Nasyonal Sosyalizm, Faşizm ve Kapitalizm” gibi “izimlerin” hemen hiç birisinin bizim “Millî Hayatımızla” uzak, yakın herhangi bir benzerlikleri yoktur. Çünkü, bu izimler tamamen yabancı görüş ve fikirlerinin mahsulleridirler. Demokrasi’ye gelince; hemen her rejimin bünyesine kısmen de olsa uyum sağlayabilen yapısıyla, bütün insanlığa olumlu bir görünüm sağlamasına rağmen, aslında bilhassa dikkat edilmesi elzem olan bir sistemdir. Zira, iyi denetlenip, iyi kullanılmadığı zaman, Komünizm’den beter bir sistemle karşı, karşıya kalırsınız!...
Demokrasi gördüğüm ve yaşadığım kadarıyla, bizim Ülkemize hiç de hayırlar getirmemiştir. Zira, Devletimizin temel ilkelerine karşı olan unsurların, muhtelif kumpaslarla bizleri yıpratmaya çalışmaları, “Demokrasi ilkeleri” açısından istifade edebilmelerini sağlamıştır!..
Her ne hikmeti var ise; Devletimizin var olabilme mücadelesinde, karşı cephede olanların başvurdukları başlıca silâh; Demokratik sistemin meydana getirdiği menfi imkânlarından istifade edebilmeleri olmuştur.
Bana öyle gelmektedir ki; “Demokratik sistem” Batı’nın Emperyalist emellerinde, kendilerine yardımcı olabilecek bir doktrin olarak, Cihana yayılmış bir sistemdir.
Benim baştan beri üzerinde durduğum; “4’üncü Kuvvet” deyimindeki hususiyet; Bu faktörlerin topyekûn bir bütününü teşkil etmesinin varlığıdır.
Türkiye, Müslümü ve Gayr-i Müslümü ile bir bütün teşkil eden ve de “Hem Doğu’ya ve hem de Batı’ya” uyum sağlayabilecek gayet enteresan özelliklere haizdir.
Dolayısıyla, stratejik açıdan da ayrı bir değer taşımaktadır. Bu görünümü altında, ayrıca bir “Millî doktrine” ihtiyacı olduğu da aşikârdır. Ancak, bize lazım olan doktrinin diğer Batı kaynaklı “izimlerin” dışında olması, bilhassa elzemdir. Zira, yabancının lütfedeceği ceket; “ya dar veya bol gelecektir.” Nitekim her daim öyle olmuş ve hâlâ aynen devam etmektedir...
Nitekim, adına 4’üncü Kuvvet denen Basınımızın; “Birlik ve Beraberlik” içinde olmadan nasıl 4’üncü Kuvvet konumunda görülmektedir bilinmez?...
Türk Basını sıfatına haiz olmadan Ülkemiz içinde kendisini 4’üncü Kuvvet olarak lanse etmesi, gerçekten sadece şaşırtıcı değil, aynı zamanda düşündürücü bir husustur. Hem de derin, derin!...
Biz, Gazi Hazretleri’nin (SÖYLEV VE DEMEÇLERİ)ni her daim geri planda tuttuk ve (NUTUK) adlı siyasî eserini ön planda tutarak, daha ziyade onun okunmasını tercih ettik.
Bunun böyle olması, bizlerin kendimize has bir doktrine sahip olabilmemizi önlemiş oldu. Halbuki, Gazi Hazretleri’nin Yurt gezilerinde Vatandaşlarına hitaplarındaki öğretici bilgileri bizlere aktarabilmiş, bir çok açıdan faydalı olmuştur.
Demem odur ki; bizim Prof’larımızın gerçek manada bir Türk Doktrini meydana getirebilmeleri için, birinci sınıf materyal, her zaman kendilerini beklemektedir.
Peki bu 4’üncü Kuvvet nasıl bir garip kuruluştur ki, bir türlü gerçekleri görüp de vatandaşlarımızı uyarmıyor!... Nasıl bir kuruluştur ki, Gazi Hazretleri’ni asıl kimliği ile tanıtabilme uğraşına girmiyor da, daha ziyade: (Fidel Castro ve Ernesto Che Guevara) gibi beynelmilel ihtilâlcileri ülkemiz insanına tanıtabilme gayretkeşliğine soyunuyor?..
2007 yılında, ölümünün 40’ıncı yıldönümünde Ernesto Che Guevara “1929-1967” bütün dünya Basınında olduğu gibi bizim Basınımızda da adeta göklere çıkarılarak anıldı.
Denecektir ki: Basının işi ne tabii ki böylesi haber materyallerini kaçırmaz. Bizim görüşümüz de o merkezdedir.
Ancak, bir farkla; Beynelmilel ihtilâlci’nin mettiyesini yapmadan. 4’üncü Kuvvetimizin “Sol cenahı” her açıdan gayet güçlü bir görünüm vermektedir. Sağ cenahı ise, tam aksi paramparça bir görünüm vermektedir...
Türkiye’mizin her cenahı ile bir bütün teşkil etmeye mecburdur. Mecburdur çünkü, yeryüzünde Hz.Allah’dan gayrı tek bir tutanağı, tek bir dostu yoktur. Vardır diyenler; ya teselli kabili öyle söylüyor veya art niyetli bir kimsedir diyebiliriz.
Güzelim Türkiyemizi günümüzdeki duruma getiren, hiç şüphe edilmesin adına o 4’üncü Kuvvet dediğimiz unsur getirmiştir.
Türkiye’nin öylesine karmaşık yılları olmuştur ki, bu sütunlara değil, kitaplara sığdırabilmek dahi zordur.
Meselâ, Osmanlı dönemi’nin son yıllarında zuhur eden hemen bir çok vak’anın şu veya bu yöne kaydırılmasında devrinin Gazeteleri büyük çapta rol oynamıştır.
Fransa’daki Büyük İhtilâlin nasıl bir gayenin ürünü olduğunu, tam olarak öğrenemedik. Zira bizdeki dönemin Gazeteleri ne bilgi aktardılarsa, bizler ancak onunla kaldık ve böylece meselenin aslını öğrenemedik.
Şu 4’üncü Kuvvet deyiminin tamamen kaldırılması ve daha yumuşak, daha halkçı bir isim konmasının şart olduğu inancındayım. Aksi taktirde, Türkiye bu yalnızlığından asla kurtulamaz. Kurtulması ise yarınları için elzemdir.
Saygıdeğer Okuyucularım, İnşallah yeni bir Pazar günü buluşabilmemiz ümidi ile cümlenize hayırlı kısmetli haftalar diliyorum efendim. Saygılarımla.