Yardım amacıyla Yıldırım Ordular Komutanlığı’nın başına Alman general Falkenhein getirildi. Fakat kısa süre de asıl amaç anlaşılacaktı. Mustafa Kemal Paşa yeni kurulan Yıldırım Ordularına girmek için hemen harekete geçti.
Atatürk’ün Yıldırım Ordularına girmesini istemeyenler vardı. Fakat zorluğa rağmen takip ve ısrarları sonuç getirdi ve atama gerçekleşti.
Alman general ısrarla Ortadoğudaki savaşa ordularımızı sokmak istiyordu. Alman ordusu Filistin’de ağır yaralar almıştı. Bu sebeple oluşacak petrol kayıpları ekonomilerini sıkıntıya düşürecekti.
Sözde bize yardım için gelmişlerdi ama kendi çıkarları için bizi, ordumuzu kullanmak istiyorlardı.
Bizim ise odağımız önce vatanı düşmanlardan temizlemekti. Yorgun askerlerimiz, atalarımız bir de Ortadoğu karmaşasına girerlerse, Vatan nasıl kurtulacaktı?..
Atatürk olacakları önceden sezmişti. Ve Yıldırım Ordularına ısrarla katılmak istemişti.
Alman generalin, Ortadoğu savaş projesini diğer generalleri de iknâ ederek durdurdu.
Ortadoğu’da boğulmayan ordumuz, vatanı, milleti için kahramanca savaştı. Bizlere, evlatlarına bugünkü milli sınırlarımızı hediye ettiler.
Daha yeni, seçimlerden bir hafta önce Almanya Başbakanı Merkel yine Türkiye’de idi.
Seçimin ardından; değişik illerde patlama, canlı bomba, şehit haberleri çok şükür almıyoruz.
Ama Güneydoğu’da 11 mahalleye daha sokağa çıkma yasağı geldi. Sokağa çıkma yasakları yani çatışmalar küçük küçük yayılıyor. Daha dün Bitlis’te iki şehit verdik, altı askerimiz yaralı.
Vilayetlerimiz Diyarbakır, Mardin, Hakkari’de olaylar sürekli tırmanıyor, halk perişan, evlerini barklarını bırakıp kaçıyor.
Suriye’ye elimizi verdik, kolumuzu alamıyoruz...
Suriye’deki çatışmaların da buna benzer şekilde küçük küçük başladığını ve nerelere geldiğini gözden kaçırmadan, komşu ülkede olanlardan ders çıkartmalıyız.
Ortadoğu’dan bizim gibi küçük ekonomilere ekmek çıkmaz. Çok büyük bütçeler ve silahlar buralara göz dikmiş durumda.
Bizim, bu güçlere bu kadar dış borcumuz varken, ancak ve ancak bizi kullanırlar...
Bizde komşumuza, bir çoğu müslüman topluma silah çektiğimizle kalırız.
En azından şimdilik kendi sınırlarımızı bilelim, Mustafa Kemal Atatürk’ün de dediği gibi “Yurtta sulh, cihanda sulh” sözünü iyice anlayalım, sindirelim.
Confesseur; Fransızca kökenli bir kelime, ilk olarak “batıda günâh çıkartan papazlara” denmişti. Bu kişiler, insanlara, hatta diğer papazlara “bilmediklerinden dolayı kötü şeyler yaptıklarını itiraf ettirirlerdi”. Bu sayede günahlardan arınıldığına inanıldı.
Bilmediğini itiraf edenlere de “Professeur” dediler. Yani “Professeur” bilmeyen ama bilmediğinin farkında, öğrenmeye açık ve aynı zamanda günahlarından arınmış anlamları taşırdı.
Professeur olamayan kişi, yine kilise de din görevlisi olabilirdi ama farkında olmadığından “adam” olamazdı.
Alelade din görevlisi ile professeur zaman içinde ayrılmaya başladı.
Günümüzde Profesör unvanı en üst seviye de bilgi sahibi olana veriliyor. Bilmediğini itiraf edebilmek ve buna uygun yaşamak önemli bir erdem.
Günah çıkartıp, kendini ihbar edenlere verilen bu ünvandan, bugünkü unvana inanılmaz bir dönüşüm...
Sanmayalım bugün Ortadoğu’da bize verilen sözler... Yarın öbür gün, yavaş yavaş dönüşmeyecek...