Hâlen Güneydoğu’nun bir kazasında öğretmenlik yapan bir talebemle konuşuyor, hasret gideriyorum. Söz dönüp dolaşıp memleket mes’elelerine geliyor. Ülke sorunlarına takılıp kalıyor. Hani derler ya: “Bir dokun bin ah dinle kâse-i fağfurdan.” Genç öğretmen talebem anlattıkça anlatıyor, coştukça coşuyordu.
Gerçi enerjisinden bir şey kaybetmemişti. Ümitsizlik de onun için sözkonusu değildi. Ama içi yanıyor. Devlet adına orada görev yapan kimi memurların tutum ve davranışları onu kahretmişe benziyordu. Dokunsan ağlayacak gibiydi.
Fakat halka kızmıyor kızamıyordu. Halk temiz ve mâsumdu. Ama devletin maaşlı kimi görevlileri onları şaşırtıyor. Bazı resmî görevlilerin tutum ve davranışları halkı çileden çıkarıyordu. Halk şaşkındı. Elbette devletten yanaydı. Devletinin yanındaydı. Ama bâzı devlet görevlilerinin ağızlarından çıkan sözlerini kulakları duymuyordu anlaşılan.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti üstüne düşeni yapmış. Anarşi belâsından ülkeyi kurtarmış. Bölücülük tehlikesini fiilen başından savmış. Onu bertaraf etmişti. Ama dış tahrikler bir türlü son bulmamış. Yeni yeni bölücü kıpırdanmalar kendisini göstermeğe başlamıştı.
Halkı en çok şaşırtan husus şuydu: Ne yazık ki kimi öğretmenler halkın kulaklarına şöyle fısıldıyorlardı: “Bizler, bize rağmen buradayız! Kendi isteğimizle buralara gelmiş, buralarda görev almış değiliz! Bizleri mâzur görünüz! Aslında bizler de PKK’lıyız! Gönlümüz onlarla birlikte...” Böyle söylemekle güya kendilerini emniyete alıyorlar! Sanki teröre hedef olmaktan kendilerini kurtarmış oluyorlardı.
Halk; devletin yanındayken, böyle de olması lâzımken; bu çeşit, kendilerini yersiz korkular içinde hisseden kimselerin sözleri karşısında bocalıyor. Bulundukları yerde kendilerini güven içinde hissedemez oluyorlardı.
Bu tür, moral bozucu, biraz da vehmî ve kuruntu eseri fikir ve düşünceler halkı tedirgin ediyor. Devletçe düzeltilen morallerine gölge düşürüyor. Devlete itimatları sarsılıyor. Kendilerini iki arada bir derede kalmış gibi görüyorlardı.
Evet devleti temsil etmeleri gereken, arkalarında koca Türkiye Cumhuriyeti bulunan, her yerde kahraman Türk Ordusu’nun konuşlandığı bir ülkede. Al bayrağın, al sancağın dalgalandığı aziz topraklarda, bazı devlet görevlilerinin; bu yersiz, şahsiyetsiz ve hatta gülünç söz ve davranışları; Türkiye Cumhuriyeti Devleti için -en hafif tabirle- talihsizlik ve çok üzücü bir durumdu.
Yine genç öğretmen talebemin bir tesbiti de şuydu: Oralarda kanları ve canları bahasına en şerefli bir görevi ifa eden Türk Ordusu’nu halka karşı karalamalarıydı. Evet kimileri halka Türk Ordusu’nu bir öcü gibi göstermekte. Türk Ordusu’nu halkın üzerinde Demoklesin kılıcı gibi vasfetmekte. Türk Ordusu’nun varlığını, onların yaşayışlarına sanki bir engelmiş gibi gösterip durmaktaydılar.
Türk Ordusu’nun şerefli subayları da, kimi memur müsveddelerinin ve devlet görevlilerinin bu yanlış anlayış, tavır ve hareket içinde olmalarından son derece üzüntü duymaktaydılar. Tabi bunda devletin de -kasıtsız- kusurları yok değildi. Maalesef Doğu ve Güneydoğu Anadolu yıllarca sürgün yeri olarak görülmüştü! Cezalandırılacak memurlar; kendilerini bir anda Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da buluyorlardı.
Buralara o şekilde; kızgın, kırgın ve kırılmış olarak gelmelerinden ötürü devlete karşı soğukluk içinde oluyor. Ne doğru dürüst vazife yapıyor. Ne de halkı memnun ve hoşnut edecek sözler sarfediyorlardı. Üstelik devlete karşı oluşan, kendi şahsî ve haksız kırgınlıklarını; yöre halkına sirayet ettirmekten, halka bulaştırmaktan ötürü âdeta sadistçe zevk alıyorlardı.
Zamanında yanlış olarak tatbik edilen bu düşüncesiz siyaset; bugün anarşistlere, bölücülere ve dış devletlere aradıkları bulunmaz fırsatı vermiş. Arayıp da buamadıkları zemini hazırlamış. Onların Türkiye’de istedikleri gibi cirit atmalarına imkân ve olanak sağlamıştır. Özellikle yörede büyük bir faaliyet gösteren malûm ve mâhut partinin menfî ve olumsuz çabaları da; öğretmen öğrencim üstünde çok üzücü izler bırakmıştı.
“Söz sihir gibi tesir eder.” hükmünce bu partinin halkın üstünde büyük etkisi var. Çok zaman devletle halkı karşı karşıya getiren ve getirecek olan sözler sarfetmekten bir türlü geri kalmıyor bu parti. Sırtını Batı’ya dayamış. Ankara’yı âdeta yok sayar gibi davranmış ve davranıyor.
“Bir kişiye kırk gün deli desen deli olur.” kavlince, halk farkında olmadan mâhût partinin propagandalarına maalesef kanacak gibi oluyor! Bu ise devlet için potansiyel bir tehlike olarak pusuda bekliyor! Patlak vermesi için belli zaman ve zemini kolluyor. Ne diyelim Allah fırsat vermesin.
X
Ya her seçimde dönen binbir dolap ve kuram;
Var onlarda hep içler acısı birer dram!
Ne hikmetse o gün kadınlar:
Oluyor ya hasta, ya hamile ya da ediyor doğum!
İyice bir dinle bunları ey bahtı kara çocuğum!
Der gibi içini döküyor.
Öğretmen talebem bir bir...
Bu gerçekler karşısında,
Bilmem ki başka ne denir?
X
Evet, seçimler Güneydoğu’da bazı yerlerde, istenilen düzeyde gerçekleşmiyor. Tam bir açıklıkla yerine getirilmiyor. Binbir bahane ile kadınlar; seçim sandıklarından ne yazık ki, uzak tutuluyor. Kime oy verileceği, önceden belirleniyor. Halk buna mecbur ediliyor. Halk böyle hareket etmeye kendini zorunlu sanıyor. Halkın akılları, belli kişilerin ceplerinde sanki. Onlar da bu tutum karşısında ister istemez sinmiş durumda. Kendisi yerine başkalarının düşündüğünü -kerhen de olsa- benimsemişler gibi.
Nitekim (...) şehrinde, bir seçim arifesinde -hasbelkader- arabasına bindiğim bir şoföre sormuştum:
-Hangi partiye oy vereceksin?
Ne dese beğenirsiniz:
-Abi dedi, ağamız kime oy vermemizi isterse, biz ancak ona oy veririz!
-Kardeşim dedim, sizin aklınız yok mu? Niye hür iradenle, özgürce oyunu istediğin gibi kullanmıyorsun?
Bu soruyla dikkatini çekmeme rağmen hiç oralı olmadı! Ağanın dediğine oy vermeyi, düşüncesizce benimsemişe benziyordu. Çünkü o anlamda hemen kendini savunmaya geçtiğini hiç unutamadım. Acı acı gülümsedim. Ve doğal olarak bu duruma pek çok üzüldüm.
Şüphesiz bütün bunlardan devletin haberi vardır. Fakat tedbir de gerek. Yörede hizmet gören devlet memurlarını zaman zaman uyarıcı nitelikte denetlemek lâzım. Güvenlerini tazelemek icap eder. Arkalarında koskoca Türkiye Cumhuriyeti Devleti olduğunu sırasında anımsatmalı. Devletlerine her şart ve koşulda güvenmelerini hatırlatmalı. Yersiz endîşeleri yüzünden halkı tedirgin etmeğe hakları olmadıkları münasip / uygun bir lisan ve dil ile söylenmeli. Yoksa ayaklarını denk almalarını, onlara bir güzel belirtmeli.
(04. 10. 2004)