Şark Meselesi / Doğu Sorunu’nda gelinen vahim, endişe  verici nokta:

     Dört şeyin küçüğü olmaz.

     Bir: Yangının küçüğü olmaz. Bir kıvılcım nice evlerin, nice yerlerin, nice ormanların yanmasına yeter de artar bile. O halde bir yerde yangın çıktığı zaman hafife alınmaz. “Canım n’olacak küçük bir alev, mühim değil!” diyemeyiz. Çünkü yangının küçüğü olmaz.

     İki: Hastalığın küçüğü olmaz. Küçük bir hastalık, küçük bir ateş, küçük bir yara ölümcül neticelere müncer olabilir. Yani ölümle sonuçlanabilir. Küçücük bir mikrobun vücuttaki önemsiz gibi görülen faaliyete geçmesi, insanı yere serebilir. Ölümüne yol açabilir. Demek ki, hastalığı küçük görmemek gerek.

     Üç: Borcun küçüğü olmaz. Borç borçtur. Bir kuruş da olsa, bin kuruş da olsa ödenmesi gerekir. Evet, borcun küçüğü büyüğü yoktur. Borç borçtur. Azı da ödememek; insanı mahçup eder utandırır, çoğu da. Azı da insanı; insan içine çıkamaz hâle koyar. Çoğu da ödememek insanı küçük düşürür, itibar kaybına sebep olur. Şahsiyeti alıp götürür. Kişiyi güvenilmez kılar. Yüzünü kara çıkarır. Demek ki, borcun küçüğü olmaz. Olmuyor.

     Dört: Düşmanın küçüğü olmaz. Düşman düşmandır. Çünkü “Bin dost az, bir düşman çoktur.” Zira bir düşmanın yapmak istediği düşmanlık ve kötülüğü, bin dost önleyemez. Çünkü düşmanın ne zaman, nerede, ne şekilde pusu kuracağı, nasıl bir kötülükte bulunacağı bilinmez. Bu yüzden

önlenmesi çok zor, hattâ imkânsız olur.

     Demek ki, hiçbir düşmanın küçüğü olmaz. Düşman ne kadar küçük de olsa, vereceği zarar kat be kat fazla olabilir. Öyle ise, düşmanın küçüğü olmaz.

     Terör yapan terörist de düşmandır. Onun da sayısal azlığının hiçbir kıymeti yoktur.

     Terör ve terörist de asla küçük görülmemeli. Kat’a hafife alınmamalı.

     Keza Türkiye’de bir başka terör ve terörist kasırgası daha esmektedir ki, bu kasırga; ötekinden daha tehlikeli, diğerinden daha vahimdir. Çünkü Türk vatandaşlarının birlik ve bütünlüğüne kastetmektedir. Vatandaşlara bir ve bütün olmayı çok görmektedir.

     Zihinlere yıkıcı, bölücü, ayırıcı fikirler zerk ve şırınga etmektedir. Dimağ ve beyinler tarümar olmakta; insanlar şaşkına dönmektedir.

     Batı oradan üfleyip durmakta! Bunlar da burada kendi halkına fısıldamaktadırlar! Böylece Türk vatandaşlarının kafalarına kin ve nefret tohumları ekiyor, nifak tohumları saçıyorlar.

     Cür’etleri öyle bir kerteye gelmiştir ki, artık Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütün oluşuna bile tahammül edemez, katlanamaz hâle gelmişler; buna karşı çıkmak için boy göstermeye başlamışlardır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin dili, Türkçe oluşuna karşı hazımsızlık emareleri göstermeye kalkışmışlardır! Bu öyle manevî bir terör estiriştir ki “Ay yıldızlı al bayrak”a dahi itiraz edilmekte, ona karşı çekinmeden dudak bükülmektedir!

     Fakat iğneyi önce kendimize batırmalı, çuvaldızı başkasına. Önce kendimize kızmalı. Önce kendimizi sıgaya çekmeliyiz. Çünkü besle kargayı oysun gözünü misali, hâlâ da ne yanlış işler yaptık ve hâlâ da yapıyoruz! Bindiğimiz nice dalı kestik kesiyoruz! Başkaları şimdilik bir tarafa; kendimiz ettik kendimiz bulduk! Kime ne?

     Kendi kuyumuzu kendimiz kazdık! Kime ne?

     Kendi ektiklerimizi kendimiz biçiyoruz! Kime ne?

     AB’ye uyum yasaları diye, kendimize kefen biçmedik mi?

     Her toplumun kendi kaderini tayine hakkı var (!) demedik mi?

     Elbette işin sonu buraya varacaktı! Başka nereye varabilirdi ki?

     Şimdi başını iki elin arasına al ve düşün!

     Olmasın çöküntüye sebep, pişmanlıkla dönüşün.

     (21. 01. 2005)