Şark Meselesi / Doğu Sorunu’nda gelinen vahim, endişe verici nokta:

(...) şehrinde görevli bir öğretmen. Yüzüncü Yıl Üniversitesi’nden mezun. Vanlı. Vanlıların deyim hâline getirdikleri “Vanlıyım, şanlıyım.” nakaratında geçtiği gibi, gerçekten hem Vanlı hem şanlı. Yiğit mi yiğit. Kahraman bir delikanlı. Büyük hizmet aşkıyla (...) şehrinde göreve başlar.

Devlet; (...) şehrinde terörden etkilenmiş aile çocuklarının barınması, yatılı olarak okumaları için, bir okul açmıştı. İşte böyle bir okula Vanlı öğretmen müdür olarak tayin olur, atanır. Devlet kendisine açık çek verir. İstediği gibi, istediği kadar harcama yetkisi vardır. Bankadan istediği miktarda para çekmekte serbest bırakır. Şimdi onu dinleyelim:

“Tam bir görev anlayışı ile işe koyuldum. Önce okulun eksiklerini giderdim. Talebelerin her türlü ihtiyaçlarını karşıladım. Baba evinde bulamıyacakları imkânları temin ettim. Düzenli bir eğitim ve öğretim görmeleri için, elimden geleni yaptım. Etinden sütünden yumurtasına kadar sofralarından hiçbir şeyi eksik etmedim. Yedikleri önlerinde, yemedikleri arkalarındaydı.

“Onlara gereken telkinatı / fikir aşılamasını da ihmal etmiyor. Bu nimetlerin kıymetini bilmeyi, güzel güzel okumalarını; vatana, millete ve ailelerine faydalı birer insan olarak yetişmeleri lâzım geldiğini her fırsatta yineleyip duruyor. Fakat ben sanki tam aksini söylüyormuşum gibi tavır ve davranışlar içine girdiklerini görüyor ve çok üzülüyordum. Ne desem kâr etmiyor. Gizli bir el, sinsi bir fısıltı, onları düşmanca tavırlara itiyor. Haince hareketlere yöneltiyor, düşmanca fikirler edinmelerini sağlıyordu.

“Bu yer altı faaliyet, onlara her fırsatta devlet malına zarar verdiriyor. Tahrip kolay olduğu için, o güzel imkânlar birdenbire hiç yokmuşa dönüyor. Bakımsızlık, yıkık döküklük, her an kendini gösteriyor. Sinsi ve gizli el; öğrencilerin yakasını bir türlü bırakmıyor! Onları zarar verici birer robota dönüştürüyordu.

“Gittikçe iş çığırından çıkıyor. Seslerini de yükselttikçe yükseltiyor. Bölücü terör ve terörist başı lehine sloganlar atıyor. Şımardıkça şımarıyor. Daha doğrusu azgınlaşıyorlardı.

“Cür’ete bakın ki, okulumuzun çok yakınında Askeriye olduğu halde, bu bağırışlar onlara duyurulmak istenircesine tekrarlanıp duruyor. Bir bakıma asker tahrik edilmek isteniyor. Böylece askeri suçlayacak fırsatı yakalamak istiyorlardı.

“Bütün öğüt ve nasihatlerim fayda vermedi! Ne desem havada kalıyor, onlar bildiklerinden bir türlü vazgeçmek istemiyorlardı!

“Kahvaltıda yediklerini yiyor, yemediklerini -sırf zarar olsun diye- çöp tenekesine döküyor. Yumurtaları yine çöp tenekesine atıyorlardı.

“Önüne geçemediğim bu tahribat, beni perişan ediyordu. Daha fazla dayanamadım. Ayrılmak zorunda kaldım. Çünkü bir sabah kalktığımda, gördüğüm manzara karşısında donup kaldım. Beyinleri yıkanan çocuklara, okulun bahçesine yeni diktirdiğim fidanlar birer birer söktürülmüş, oraya buraya fırlatılmıştı!”

Adı bende mahfuz / saklı bu arkadaş, şimdi Van’da bir okulda görevlidir.

Dilim varmıyor ama, Güneydoğu’da ateş bacayı sarmış! Dumanları âfâkı / ufukları tutmuş! O güzel Doğu Halkı bazı maceraperestlerin baskısı altında -şimdilik ister istemez- suskun bir halde. İnanıyorum ki, bu sessiz yığın böyle kalmayacak. Arslanlar gibi kükreyecekler: “Artık çekiniz mülevves / pis ve kirli ellerinizi yakamızdan!” Diyecekler. Bu an çok yakın. An mes’elesi. Göreceksiniz Doğu silkinecek. Üstüne tebelleş olmuş bu kara bulutları dağıtacaktır. Bekleyin az kaldı.

Kararan gecelerin sabahı çok yakın.

Millet birliğe koşacak akın akın.

Diyecek ayrık otlarına: “Benden sakın.”

Diyecek: “Asıl siz işin sonuna bakın”.