DOĞU GERÇEĞİ
Muhsin BOZKURT
İnsanların ağzından çıkan ve "Adem-i Merkeziyet"i ima eden/çıtlatan dehşetli kelimeler var. Bir kısım aydınlarımız, şuursuz olarak, şuurlu düşmanlara yardım ettiğinin bilincinde olmıyarak, kimileri de, kasd-ı mahsusla/-maalesef- bilerek ve şuurlu olarak kullanıyorlar.
Zamanımızda zaruret derecesine geçirilmek istenen, bir kısım aydınların müptelâ oldukları/kapıldıkları fakat genel bir beliyye/felaketi doğurması kaçınılmaz olan üzücü ve tehlikeli işler peşindeler...
Bunlardan biri de adem-i merkeziyet/merkeziyetsizlik/kendi başına buyruk olmak/yerinden idare/muhtariyet/özerklik/tavâif-i mülûk/beylikler denilen ve sonuçta bağımsızlıkla noktalanacak olan ve ayrılanı da, ayrılınanı da izmihlâle/çöküntü ve dağılmaya götürecek olan idare tarzını istemek..
Su-i ihtiyardan, gayr-i meşrû meyillerden, yanlış ve yasak eylemlerden ortaya çıktıklarından, bunları yasal görmek ve göstermek son derece yanlıştır. Çünkü: "Bir hükmün hikmeti (faydası) ayrıdır, illeti (sebebi) ayrıdır. Hikmet ve maslahat (fayda), ise, tercihe sebeptir. İcaba, îcada medar (sebep) değildir. İllet ise, vücûduna medardır."
Adem-i merkeziyet de, idare tarzını hükme bağlayan bir hükümdür. Adem-i merkeziyetin neden ve niçini, bu tarza ihtiyaç duyuluşu, keyfiyeti/içeriği, kısaca hikmeti yönünden faydalıdır. Zâtında, soyut olarak ele alındığında, güzel ve iyidir.
Fakat, ihtiyaç duyulduğuna dâir bir illet/sebep bulmak ve görmek; tatbikata elverişli sanmak; mes'eleye, uygulanmasına geçilip geçilemiyeceği noktasından baktığımızda, başka bir ifadeyle, mukteza-yı hâle muvafıklığı/duruma uygun olup olmadığını düşündüğümüzde, zaman ve zemin bakımından yerine getirilmesi, fiiliyâta konulması asla doğru değil, yanlış ve hattâ, acı sonuçlar doğrucu niteliktedir.
Demek ki adem-i merkeziyet, hikmetçe güzel, iyi ve faydalı, fakat tatbikat açısından son derece sakıncalı ve tehlikelidir.
Hükümde illet/sebep asıl, hikmet tebeîdir/illete bağlı olarak vardır. Binaenaleyh bir şeyin illeti olmayınca, hikmeti de olmaz. Dolayısiyle beklediğimiz ve umduğumuz faydalar, tasavvur, tahayyül ve hayâlden öte geçmez. Tıpkı bir tohumu, kendisine uygun olmayan, elverişsiz bir toprağa ekmek gibi...
Böyle bir ameliyeden sonra çekirdekten çıkacak bitkiyi düşünüp; açacağı çiçekleri, vereceği meyveleri hayal ederek sonuç alacağımızı sanmak, nasıl yanlışsa; adem-i merkeziyetin vehmî, tasavvurî ve hayalî neticelerine kavuşacağımızı zannetmek de, o nisbette sakat bir görüştür. Çünkü sebep yok ki, hikmet olsun...
İşte bu hakikatin aksine olarak, -maalesef- günümüzde bâzı kimseler, maslahat ve hikmeti illet yerine ikame edip/geçirip ona göre hükmediyor. Şüphesiz böyle bir düşünce tarzı yukarıda belirttiğimiz kaziyye-i muhkeme/kesin hükme ters düşmektedir.
"Nasılki kışta, fırtınaların şiddetli olduğu bir vakitte, dar delikler dahi seddedilir (kapatılır). Yeni kapılar açmak, hiçbir cihetle kâr-ı akıl değil, Hem nasılki büyük bir selin hücûmunda, tâmir için duvarlarda delikler açmak gark olmağa (boğulmağa) vesiledir (sebeptir)."
Şu zamanda: 28-29 Kasım 1992 tarihleri arasında Ankara'da düzenlenen bir forumun nihaî bildirisinde: "Haksızlık kimden gelirse gelsin ve zulüm kime yönelik olursa olsun, mazlûmlardan yana ve zâlimlere karşı durmak kararlılığı ile.."1 Yuvarlak ifadeleri altında, "Essebebü ke'l-fâil/Sebep olan yapan gibidir."2 evrensel ilâhî kaidesini gözardı ederek, devlet zâlimlikle suçlanır, ona karşı durmak yeğlenirken..
"Sorunu sadece toprak sorununa indirgemeyi sağlıklı bir yaklaşım olarak kabul etmiyoruz!"3 diyerek baklayı ağzından çıkaranlar varken..
"(Doğu Anadolu) bölge(si) refah ve kalkınmadan hakettiği payı alamamıştır."4 ifadesiyle, GAP gibi, devasa bir projenin gerçekleşmek üzere olduğu, görmezlikten gelinerek, öküz altında buzağı aranırken..
"Türkiye'de yekpâre veya homojen bir etnik topluluktan söz etmek mümkün değildir.. Başka ulusların varlığını inkâr eden ve onların taleplerini bastıran ulus-devletin yerine çok uluslu bir hukuk devletini geçirmek gerekiyor!"5 derken "Dil, din bir ise, millet birdir. Mâdem öyledir. Hakîkî unsuriyete değil, belki dil, din, vatan münâsebatına bakılacak. Eğer üçü bir ise, zaten kuvvetli bir millet, eğer biri noksan olursa, tekrar milliyet dairesine dâhildir." hükmünce, bu vatanda yaşayan insanların yüzde doksansekizinin müslüman olduğunu ve onların -istisnâlar dışında, menşe'leri ne olursa olsun- yine yüzde doksansekizinin Türkçe konuştuğunu unutarak, doğru gibi görünen fâhiş hatalı fikirlerin ileri sürüldüğü..
Bu topraklardaki varlığın, gelişmenin, on asırlık Selçuklu-Osmanlı, Müslüman-Türk idaresinde gerçekleştiğini, vatanın her köşesinde bu kültürün taştan tapuları, kütüphanelerinde milyonlarca eserlerle imparatorluk mühürleri varken.. Vatanı, milleti yamalı bohçaya benzeterek bugünlere gelişin şanlı tarihini hesaba katmayanlar bulunurken..
Bugün -maalesef- Sevr Antlaşma şartlarının yerine getirilemediğine zımnen hayıflanan, esefler eden kimseler, aramızda boy gösterirken.. Ki gerçekleştiği takdirde, Anadolu'da hepimizin varlığına hâtime çekileceği, hayat hakkımızın elimizden alınacağı kaçınılmaz bir sonuç olacakken..
Almanya'da, Tübingen Üniversitesi Özel Araştırma Bölümü tarafından 1989 yılında "Türkiye Cumhuriyeti'ndeki Etnik Gruplar" adlı bir araştırma yayınlanır ve bu araştırmada Türkiye'de 47 etnik grubun varlığından söz edildiğinden hareketle yola çıkarak, Türkiye'de 100'e yakın etnik grup ve ara kültürün varlığını saptadığını ve bu sayının artacağından söz edilebilirken.. 6
(Bâzı) Kürtleri örnek aldıklarını söyliyerek, Lazların haklarını korumak ve Laz tarihini, kültürünü araştırıp geliştirmek amacıyla Laz Vakfı kurmaya kalkışanların çıktığı bir ortamda.. 7
Kısaca ecnebîlerin/yabancı devletlerin, mânen istilâsı ânında ve her türlü kışkırtmaların çoğaldığı hengâmda ve bölücü telkînatın tahribatı sırasında, adem-i merkeziyet/muhtariyet/özerklik/yerinden yönetimden söz etmek ve bu istekle vatan, millet ve devlet binasında yeni kapılar açıp, duvarlardan tahripçilerin girmesine sebep olacak delikler açmak; Vatan, Millet ve Devlete büyük bir cinayettir.
"Bu topraklar üzerinde bütün yaşayanları, aynı kültür ve düşünce seviyesine eriştirmeden adem-i merkeziyet fikri veya kardeşioğlu olan her unsura mahsus kulüpler (dernekler) kurdurursak, zâten merkezden nefret eden diğer unsurlar ve milliyetler büsbütün alevlenecek, ayrılık fikirlerini tatbike dökme imkânı bulacaklardır. O zamanlar dehşetle göreceğiz ki... Adem-i merkeziyet ve tevsî-i mezuniyet (gemlenemiyen istekler)... kendi kabına sığmayacak, dört yanı tazyik edecek ve Osmanlılığın ümid bağladığı meşrutiyet (bugün demokrasi) perdesi üzerine öylesine baskı yapacaktır ki, bu perde tazyike dayanmayacak, yırtılacaktır. Hattâ feveran ile (şiddetle) patlayacaktır. Muhtelif ırk, din ve milliyetler önce muhtariyet (özerklik), daha sonra istiklâl (bağımsızlık) isteyeceklerdir.
"Tarihte tavaif-i mülûk (beylikler) denen ve büyük bir devletin varlığından çıkmış o sayısız küçük devletçiklerin etrafımızı kuşattığını görürüz. Bu rekabet hissinin dizginlenmemesinden doğan netice, öylesine vahşet yolunu açar ki, müsavî(eşit) olmayan kuvvetlerin yıkıntıları arasında içeride birbirimizi yerken, dış istilâlarla memleket mâazallah çöker gider.
O zaman hasretini çektiğimiz hürriyetin kazançlariyle, kaybımızı teraziye koyarsak hangisi ağır basar?
"Biz istibdâdın zehirlerini hürriyet panzehiri ile tedaviyi düşündük. Bu akıl yolunda muvaffakıyetimiz (başarımız), bünyemizi hazırlamamızla mümkündür. Eğer hürriyetlerimiz millî câmiayı zadeleyecek, ayrılık fesadını yeşertecekse, adem-i merkeziyetle bu ihanet yolunda, bilmeden kapı açmaz mıyız? Bugün mahiyeti bilinmeyen siyasî kulüpler (dernekler) bile, ayrılığı destekleyen menfezler (girilecek yerler) oluyor. Aman dikkat...
"Milletin hürriyetini ve birliğini korumak, akıl ve irfan yolunu zedeleyecek hareketlerden uzak kalmak, halâsın (kurtuluşun) tek çaresi iken, nereden gelirse gelsin ve mahiyeti ne olursa olsun, bu gibi aksi netice verecek teşebbüslere mâni olmak şarttır... Bugünkü aklî ve fikrî kudretimizle onu tatbik edemeyiz. Daha çok zaman ve himmet lâzım bize."8
NOTLAR:
1. Yeni Zemin, Sayı: 1, 1 Ocak 1993, s.48
2. Dinî, İlmî, Felsefî YENİ ANSİKLOPEDİ, 1. Cilt, İstanbul-1991, s.452
3. Yeni Zemin, Sayı: 1, 1 Ocak 1993, s.48
4. a .g.dergi, s.49
5. a .g.dergi, s.49
6. Hâle Soysü, Kavimler Kapısı-1, Kaynak Yayınları, (Tarihsiz), s.10
7. 31 Ocak 1993, Bugün gazetesi
8. Cemal Kutay, Tarih Sohbetleri, Sayı: 4, İstanbul 1967, s. 219 - 224
Yorumlar