Doğu Akdeniz’de sondaj faaliyetleri nedeniyle Avrupa ülkelerinin Türkiye üzerindeki baskısı artarken, son olarak ortak bir tutum belirleme hazırlığına girdiği belirtilen Avrupa Birliği’nin Türkiye ile Gümrük Birliği görüşmelerini askıya alabileceği belirtildi. 

Türk tarafı Yavuz ve Fatih sondaj gemileriyle gerek Doğu Akdeniz’de, gerek Ege’de ve gerekse Karadeniz'de sondaj çalışmaları yapma kararlılığını sık sık dile getirmektedir. Yavuz ve Fatih sondaj gemileri an itibarı ile Doğu Akdeniz’deki arama ve sondaj çalışmalarını devam ettirmektedirler. 

Yavuz ve Fatih sondaj gemilerinin güvenlikleri 24 saat Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından Deniz ve Havadan sağlanmaktadır! Bu durum umarım test edilmeye kalkışılmaz!

Rum-Yunan lobisinin uzun süreden buyana Kıbrıs konusu yanında Ege ve Doğu Akdeniz’deki yer altı kaynaklarını kendi lehlerine çözebilmek için AB ve ABD’yi gaza getirmek suretiyle Türk tarafının karşısına çıkarma stratejisi izlediği açıkça görülmektedir! 

Rum Yönetimi, Kıbrıs konusunu kendi lehine çözebilmek için tek taraflı olarak uluslararası hukuku hiçe sayarak sözde ilan ettiği Münhasır Ekonomik Bölgelerinin gaz arama ihalelerini özellikle Amerikan Exxon Mobile, Fransız Total ve İtalyan Eni şirketlerine vererek ‘ABD ve AB ülkeleri görüldüğü üzere benim arkamda’ mesajı vermeye çalışmış ve çalışmaya da devam etmektedir! 

Ege ve Doğu Akdeniz'de Türk tarafını enerji denkleminin dışına atmaya çalışanlar, Türk tarafı olmadan bu konuya gerçekçi bir çözümün olmadığının farkında olmalarına rağmen nedense bunu ifade edememektedirler!

ABD Senatosu Dış İlişkiler Komitesi, ABD’li Senatörler Robert Menendez ile Marco Rubio tarafından sunulan Güney Kıbrıs, İsrail ve Yunanistan’ın dahil oldukları 2019 Doğu Akdeniz’de Güvenlik ve Enerji Ortaklığı yasa tasarısını geçtiğimiz hafta görüşerek onayladı!

2019 Doğu Akdeniz’de Güvenlik ve Enerji Ortaklığı” yasa tasarısı, Güney Kıbrıs’a uygulanan silah ambargosunun kaldırılması, Güney Kıbrıs, İsrail ve Yunanistan enerji işbirliğinin kolaylaştırılması, Yunanistan’a 3 milyon dolarlık yabancı askeri finansman (FMF) verilmesi, Güney Kıbrıs ile Yunanistan’a uluslararası askeri eğitim finansmanı sağlanması ve Türkiye Rusya’dan S-400 hava savunma sistemi almaya devam ettiği sürece F-35 savaş uçağı verilmesinin engellenmesi gibi unsurları içerdiği belirtilmektedir!

Yunanistan Başbakanı Aleksis Çipras, bir süreden buyana Türkiye’nin sondaj faaliyetlerine karşılık AB’den yaptırım talep etmekte. Çipras, özellikle Ege’de Meis Adası çevresinde Türkiye’nin arama ve sondaj yapması halinde bunu savaş sebebi sayacağını açıkladı!

Yunanistan Dışişleri Bakanı Yorgos Katrougalos’un  ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton ile bir telefon görüşmesi gerçekleştirerek Türkiye’nin sondaj faaliyetleri konusundaki rahatsızlıklarını dile getirdiği ifade edilmekte.

Kısa bir süre önce Malta’da düzenlenen Güney Avrupa ülkeleri toplantısının ardından yayımlanan ortak bildirideki Doğu Akdeniz ile Kıbrıs konusundaki ifadeler TC Dışişleri Bakanlığı ve KKTC tarafının ciddi biçimde tepkisine neden oldu. 

Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti en başından beri Doğu Akdeniz’deki deniz yetki alanı meselesini barış ve uzlaşı zemininde ve uluslararası hukuk çerçevesinde çözümlenebilmesi için çaba göstermiş ve göstermeye de devam etmektedir.

Doğu Akdeniz’deki kaynakları iş birliği ve uzlaşı ortamına katkı yapacak şekilde değerlendirebilmek tüm taraflar için kazançlı olacaktır.  Ancak Rum yönetimi ısrarla tam aksi yönde hareket etmeye devam etmektedir. 

Rum yönetimi hukuken tek taraflı olarak 2003 yılında Mısır, 2007’de Lübnan ve 2011’de de İsrail ile imzaladığı Münhasır Ekonomik Bölge Sınırlama Anlaşmaları’nın geçerliliği ve bu anlaşmalar sonrasında ‘parsellenen’ bölgeler Doğu Akdeniz’de yaşanmakta olan tartışma ve gerilimin temelini oluşturmaktadır.

Rum tarafı Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’nin kara parçalarına uygulanan hükümlerini dikkate almadan, Türkiye ile Kıbrıs Türklerinin haklarını gasp eden bir davranış sergilemeye devam etmektedir.

Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne göre Ada devletlerinin kendi istedikleri şekilde ve diğer sahildar devletlerin hak ve çıkarlarını dikkate almadan, münhasır ekonomik bölge (MEB) sınırlandırmasına gitmesi uluslararası hukuka uygun bir yaklaşım değildir.

Rum yönetiminin hem Kıbrıs Türklerinin haklarını hem de Türkiye’nin kıta sahanlığını “gasp ederek” belirlediği MEB alanı BMDHS’ne aykırıdır! Adaların kıta sahanlıkları yoktur. Kara devletlerinin kıta sahanlıkları vardır. Kıta sahanlıklarında egemenlik söz konusudur. Adalar sadece uzlaşma ile münhasır ekonomik bölge ilan edebilirler. MEB’lerde egemenlik alanı yoktur. Uluslararası mevcut gerçeklere rağmen yine de Yunanistan ve Rum Yönetimi yasadışı girişimlerde bulunmaktan geri durmamaktadır.   

Doğu Akdeniz coğrafyası dikkate alındığında, karşılıklı kıyıların uzunluğunun 400 deniz milinden kısa olduğu ve MEB ilan edilirken de belli ilke ve kurallar çerçevesinde sınırların belirlenmesi için ilk önce karşılıklı mutabakat sağlanması gerekmektedir.

Rum yönetimi hukuken tek taraflı olarak Kıbrıs Türkleri ve Türkiye Cumhuriyeti’nin hak ve hukukunu yok sayarak sözde MEB’ni ilan etmiştir!

GKRY sözde ilan ettiği Münhasır Ekonomik Bölgelerin varlığını uluslararası kamuoyunda kabullendirmek maksadıyla önce konunun içerisine büyük uluslararası şirketleri sokmuştur. Bu sayede söz konusu şirketlerin arkasındaki ABD, İtalya ve Fransa ile Türkiye’yi karşı karşıya getirecek bir oyun kurgulamış. Ardından da İsrail, Mısır, Irak ve Suriye’yi işin içerisine çekmiştir.

Fransız Total, İtalyan ENI, Amerikan ExxonMobil ve Qatar Petroleum gibi enerji devleri Doğu Akdeniz’de faaliyet gösteriyor.

Türkiye Cumhuriyeti yaşanan gelişmeler karşısında hem 32°16'18" doğu boylamından itibaren Kıbrıs Ada’sının batısında kalan deniz alanlarında meşru hak ve yetkilerini kayda geçirmiş. Hem de 32º 16′ 18″ meridyeninin batısı boyunca kendisine ait olan kıta sahanlığının dış sınırlarını oluşturan bölgelerin aynı zamanda Mısır ile deniz sınırını oluşturmakta olduğunu 2 Mart 2004 tarihinde BM belgesi olarak yayınlanan mektubuyla resmi olarak kayda geçirmiştir.  

Türkiye Cumhuriyeti uluslararası deniz hukukundan kaynaklanan ve doğal hak kabul görülen 200 millik bir kıta sahanlığı hakkına sahiptir. Bu durumda ipso facto (fiilen) ve ab inito (başlangıçtan beri) ilkesinin geçerli bulunduğunu, söz konusu alanı BM Deniz Hukuku Bülteninde de 2 Mart 2004’te yayımlatmıştır.

Türkiye Cumhuriyeti ayrıca Doğu Akdeniz’deki yetki alanlarının belirlenmesi hususunda, bölgede ikili veya üçlü deniz yetki alanlarının paylaşılması hususunun kabul edilemez olduğunu 2004 Turkuno DT/4739 (Mart 2004), 2005 Turkuno DT/16390 (Ekim 2005) ve UN.Doc. A/61/1011/-S/2007/456 (Temmuz 2007) sayılı notalarda açıkça ifade etmiştir. Bölgede yapılacak olan MEB anlaşmalarının kıyıdaş bütün devletlerin katılımı ve uluslararası hukukun temel prensibini oluşturan hakkaniyet ilkesiyle yapılması gerektiğini sürekli vurgulamış, vurgulamaya da devam etmektedir.

Türkiye mevcut kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölgeleri dolayısıyla Doğu Akdeniz’de hukuken sahip olduğu alanlar yanında bir de KKTC adına tüm adanın etrafında Türkiye Petrolleri aracılığı ile de hak ve söz sahibidir. 

Yunanistan Doğu Akdeniz’deki deniz yetki alanlarına ilişkin olarak, ‘Girit, Kaşot, Kerpe, Rodos ve Meis’ hattını esas alarak ortay hatta dayalı bir deniz yetki alanı oluşturmak istemektedir. Bu amaç doğrultusunda Yunanistan, Mısır ve Libya ile de anlaşmalar yapmaya çalışmıştır. Yunanistan bu yolla hem Türkiye’yi kendi içerisine hapsetmek hem de Kıbrıs Ada’sını denizden denize bağ kurarak karada başaramadıkları Enosisi deniz üzerinden(mavi vatan) gerçekleştirme hayalleri içerisine girmiştir!

Doğu Akdeniz ve dolayısı ile Kıbrıs’ta asıl mesele hidrokarbon konusundan öte “bölgeye sahip olabilme” stratejisidir. 

Dünyada bir yılda yaklaşık olarak 3.5 trilyon metreküp doğal gaz tüketilmektedir. Doğu Akdeniz’de var olduğu iddia edilen tüm rezervler çıkartılacak olsa ancak dünyanın bir yıllık doğal gaz ihtiyacını karşılayabilir!

Kıbrıs ve çevresindeki meselenin özünde hidrokarbondan daha önce bölgeye sahip olabilme stratejisi vardır. Bunu görebilmek gerek. Kıbrıs adası ve çevresi gasp edilmek isteniyor.

Dünyada en büyük doğal gaz rezervine sahip ülke olarak 35 trilyon metreküple Rusya yer almaktadır. Rusya’nın ardından, 33 trilyon metreküple İran ve 25 trilyon metreküple de Katar’ın gelmektedir. Rusya ve Türkmenistan’ın içinde yer aldığı Bağımsız Devletler Topluluğu’na ait rezervlerin ise 60 trilyon metreküp olduğu ifade edilmektedir

Kıbrıs ve çevresindeki meselenin özünde hidrokarbon yok. Hidrokarbondan daha önce bölgeye sahip olabilme stratejisi var! Bunu görebilmek gerek. Kıbrıs adası ve çevresi gasp edilmek isteniyor! Uluslararası hukuk kimsenin tekelinde olamaz! Ne AB’nin ne de ABD’nin. 

Uluslararası hukuk güçlülerin hukuku olursa dünyada BM ve uluslararası hukuk mekanizmaları ve anlayışı zarar görür. Kaotik bir durum oluşur!

Avrupa devletlerinin senede ortalama 450 milyar metreküp doğal gaz tükettiği öngörülmektedir. 450 Milyar metreküp doğal gazın yarısı Rusya’dan ithal edilmekte. Avrupa bu konuda Rusya’ya olan doğal gaz bağımlılığını azaltmak ve çeşitliliği artırmak istiyor.

Rum ve Fransa savunma bakanları arasında 15 Mayıs’ta imzalanan askeri savunma işbirliği anlaşması ile Fransa Güney Kıbrıs’ın Evangelos Florakis Deniz Üssü’nü kullanma hakkını elde ettiği.  Bu anlaşmayla Fransız Charles de Gauelle uçak gemisinin Türk tarafının hemen yakınında rahatça seyretmesi hedeflenmektedir! 

Anlaşmada yer alan bir maddeye göre de Fransız donanmasının Kıbrıs Ada’sı çevresinde hidrokarbon araması yapan Total şirketine ait gemileri korumayı da özellikle taahhüt etmektedir! 

Rum yönetimi ile Fransa savunma bakanları arasında imzalanan askeri savunma işbirliği anlaşması garanti ve ittifak antlaşmalarının açık ihlali anlamına gelmektedir. 

Yunan televizyonuna konuşan Yunanistan Başbakanı Çipras, Türkiye'nin Ege ve Doğu Akdeniz'de olası bir 'sıcak gelişmeye' neden olma ihtimaliyle ilgili olarak, 'bunun hesaba katıldığını, Yunan hükümetinin ve silahlı kuvvetlerinin buna hazırlıklı' olduğunu söyledi!

Yaklaşık iki buçuk yıl kadar önce Ege ve Doğu Akdeniz’de sıcak çatışma riski var! Yunanistan ile Rum yönetiminin Ege ve Doğu Akdeniz’de ortaya koymuş oldukları yaklaşımlar nedeniyle (21 Mart 2017) ‘GKRY ve Yunanistan ’’barış söylemiyle savaş mı çıkarmaya çalışıyor?’ diye yazmıştım! Sonraki süreçte de benzer pek çok yazı daha kaleme aldığımı anımsıyorum…

Yunanistan Başbakanı Çipras’ın birkaç gün önce Yunan televizyonuna Türkiye'nin Ege'de olası bir 'sıcak gelişmeye' neden olma ihtimaliyle ilgili olarak, 'bunun hesaba katıldığını ve Yunan hükümetinin de bu bağlamda hazırlıklı' olduğunu ifade etmesi ne kadar haklı olduğumu göstermektedir!

Yunanistan’ın Ege’de ve Rum yönetiminin de Doğu Akdeniz’de Türk tarafını yok sayarak hidrokarbon konusunda tek yanlı olarak arama faaliyetlerini inatla devam ettirmesi neticesinde gerilimin daha da tırmanması sonucunda Ege ve Doğu Akdeniz’de bir savaşın çıkması an meselesidir. Umarım böyle bir durumla karşı karşıya kalınmaz. 

Türkiye, Kıbrıs’ta, Türklerin en az Rumlar kadar eşit haklara sahip olduğunu ve adanın zenginliklerinden ortak faydalanılması gerektiğini savunuyor. Doğu Akdeniz’deki mevcut meselenin diplomatik yol ve yöntemlerle uluslararası hukuk hak ve hakkaniyet çerçevesinde çözülmesi gerekir.

AB, Doğu Akdeniz’deki deniz yetki alanı meselesinde ne yazık ki tarafsızlığını koruyamamıştır. Bilakis Yunanistan ve GKRY’nin yanında yer alarak konuya müdahil olmayı tercih etmiştir. 

Avrupa Birliği uluslararası hukukun üzerinde değildir. Avrupa Birliği kendisini hukuki bir otorite ya da mahkeme gibi görerek kararlar alıp hükümler veremez! 

Doğu Akdeniz’deki gerilim gasp zihniyeti ile asla çözülemez. Mevcut yaklaşımlar savaşa neden olabilir. Türk tarafının konuyla ilgili kararlılığı asla test edilmeye kalkışılmamalıdır. 

Sonuç itibarı ile Rum Yönetimi adanın tümünü ilgilendiren hiçbir konuda karar verme yetkisine sahip değildir. Doğu Akdeniz’deki enerji kaynaklarında diğer kıyı devletleri kadar KKTC’nin de hak ve menfaatleri bulunmaktadır. Anavatanımız Türkiye bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da kendi çıkarlarıyla beraber bizlerinde hak ve menfaatlerini uluslararası hukuk zemininde savunmayı devam ettirecektir.