KKTC’nin yeni Başbakanı Ersin Tatar’ın, “Fatih’in kardeşi Yavuz’un da KKTC’nin sularında faaliyete geçmesini bekliyoruz. KKTC sularını Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı’na (TPOA) ruhsatlandırdık. Açın haritaya bakın, Türkiye, mavi vatan Doğu Akdeniz ve KKTC. İşte bu büyük coğrafya büyük Türkiye’dir” söylemi, Türkiye’nin güney sahilleri boyunca kuşatılmayı asla kabul etmeyeceğine ilişkin bir şahlanış tablosudur. 

Kıbrıs Rum Yönetimi’nin, Pekçok konuda çıkar çatışması yaşayan ABD ve Fransa ile ayrı ayrı ve birbirleriyle çelişen savunma ve işbirliği anlaşmaları  yapması, Akdeniz’in derinliklerindeki hidrokarbon servetinin paylaşılması konusunu çok daha karmaşık hale getirmiştir.  

Avrupa Ordusu (PESCO) gibi ABD’nin çok duyarlı olduğu bir konuyu da parantez içine alan bu savunma ve işbirliği anlaşması, sarı yelekliler ordusunun Kıbrıs’ta da bayrak göstermesine neden olabilir ki bu, Kıbrıs’ın bütünüyle kaosa sürüklenmesine neden olabilir.

Irak’ın işgal edildiği günlerde Kerkük’teki tapu ve nüfus kayıtlarının yağmalanıp yakılmasından başlayarak, İŞID/DEAŞ katliamlarıyla, yüzlerce yıllık Türk yerleşim birimlerinin haritadan silinmesiyle devam eden ve etmekte olan operasyonların hedefi, Anadolu’dan, Doğu Akdeniz’den, Ortadoğu’dan Asya içlerine uzanan Türk varlığının izlerini silmekti. Operasyon şimdi İran ve Doğu Akdeniz coğrafyasında yoğunlaşıyor.

Kıbrıs’taki hükümet değişikliğini, Halkın Partisi Kudret Özersay’la kurduğu koalisyonla hükümet krizini sona erdiren KKTC’nin yeni Başbakanı Ersin Tatar’ın, “Cumhurbaşkanı Akıncı görüşlerini yeniden değerlendirmeli” çıkışını küresel gelişmeler paralelinde değerlendirmek gerekir. Ne diyor, KKTC Başbakanı Ersin Tatar: “Türkiye-KKTC ilişkileri olması gerektiği gibi, tam bir bütünlük içinde yaşanacaktır. İşte etle tırnak budur. Kıbrıs sorununda, Doğu Akdeniz’de her konuda Türkiye ile tam bir işbirliği içinde olacağız.”

Başbakan Ersin Tatar, yüzde 30 katılımla yapılan seçimlerde oyların ancak yüzde 30’unu alarak cumhurbaşkanı olan Mustafa Akıncı ile aynı görüşleri paylaşmadığını belirterek şöyle diyor:

“İŞTE BÜYÜK TÜRKİYE”

“50 sandalyeli parlamentoda koalisyon ortağımızla 30 sandalyeye sahibiz. Diğer partilerden de 5 milletvekili bizimle aynı görüşte. Meclisin büyük çoğunluğu, Kıbrıs müzakerelerinde artık Rumlarla federasyon dışında çözüm modellerinin masaya gelmesini istiyor. Türkiye’nin de talebi ve politikası bu yönde. Cumhurbaşkanlığı seçimlerine 10 ay kaldı, Rumlarla federasyon isteyen Cumhurbaşkanı Akıncı, Meclis çoğunluğunun, yani bizlerin düşüncelerine değer vermeli ve kendi duruşuna kendi ayar yapmalı. ‘Ayar’ kelimesini terbiye anlamında söylemiyorum, Akıncı görüşlerini yeniden değerlendirmeli.

 Koalisyon ortağımız Halkın Partisi lideri, Dışişleri Bakanı Kudret Özersay’a da teşekkür ediyorum. Ortağımızla Kıbrıs sorununda aynı fikirdeyiz. KKTC hükümetinde artık çatlak ses çıkmayacak, dışişleri bakanımız hükümetin tam desteğiyle hak ve çıkarlarımızı sonuna kadar savunacak.”

“…Doğu Akdeniz’de Türkiye ve Kıbrıs Türklerinin haklarını yok sayan Rum zihniyetini kabul edemeyiz. Bölgedeki doğalgazda Türkiye’nin de Kıbrıslı Türklerin de hakkı var, bu hakkı yedirmeyiz. Fatih sondaj gemisi, Kıbrıs’ın batısında Türkiye’nin kendi münhasır ekonomik bölgesinde faaliyete başladı.

Fatih’in kardeşi Yavuz’un da KKTC’nin sularında faaliyete geçmesini bekliyoruz. KKTC sularını Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı’na (TPOA) ruhsatlandırdık. Açın haritaya bakın, Türkiye, mavi vatan doğu Akdeniz ve KKTC. İşte bu büyük coğrafya büyük Türkiye’dir.”

“KKTC’Yİ YAŞATACAĞIZ” DİYEMEYEN BİR KKTC CUMHURBAŞKANI

KKTC Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı, göreve geldiğinden bu yana, bir gün olsun, “KKTC’yi yaşatacağız” demedi, diyemedi. Kendisiyle yaptığımız bir röportajda bu konuyu sorduğumuzda da, net bir yanıt vermemişti. 

KKTC Başbakanı Tatar, “Meclisin büyük çoğunluğu, Kıbrıs müzakerelerinde artık Rumlarla federasyon dışında çözüm modellerinin masaya gelmesini istiyor. Türkiye’nin de talebi ve politikası bu yönde” derken çok ciddi bir rahatsızlığı dile getiriyor. 

Aslında, 2006 yılında, elimizdeki BM onaylı ve “Türkiye’nin üye olmadığı bir topluluğa Kıbrıs katılamaz” diyen Londra ve Zürih anlaşmalarına, garantörlük haklarımıza ve “Sınır sorunu ülkeler AB’ye üye olamaz” diyen AB Anayasası’na rağmen, Ada Rumlarının Kıbrıs’ın tamamını temsilen AB üyesi yapılmasına sessiz kalmış olmanın sancılarını yaşamaktayız. 

KKTC’deki hükümet değişikliği önemli bir gelişmedir. Doğu Akdeniz, hidrokarbon zenginliği ve jeostratejik konumuyla, enerji dağıtım hatları açısından dünyanın en kritik bölgesi konumundadır. Bugün Kıbrıs, dünyanın en kıymetli adasıdır. Bu nedenlerle Doğu Akdeniz, Akdeniz’e kıyısı bulunmayan ülkelerin savaş gemilerinin de bayrak gösterdikleri bir savaş alanı konumundadır. 

Türkiye, coğrafi konumu ile, tarihinin ve engin kültür coğrafyasının kazandırdığı stratejik derinliği ile, Katar’daki, Somali’deki, Sudan/Savakin’deki askeri üsleriyle, Doğu Akdeniz’deki sondaj gemileriyle, Mavi Vatan ve Deniz Kurdu tatbikatlarıyla,  “Yeni dünya düzeninin kurulma operasyonlarında ben de varım” diyor. 

RUSYA İLE ABD AVRUPA’YI PAYLAŞAMIYOR

Ukrayna’da önü kesildi, ama Türk Akımı boru hattı sayesinde, Avrupa’nın en büyük enerji tedarikçisi hala Rusya. Rusya, Suriye’nin Akdeniz kıyılarındaki üsleri üzerinden Doğu Akdeniz’deki enerji üretimini ve dağıtımını yakından izliyor. 

ABD, Avrupa’yı Rus doğalgazına bağımlı olmaktan kurtarmak amacıyla, Kıbrıs’ın güneyinden çıkaracağı doğalgazı, Kıbrıs -Girit-Yunanistan hattından Avrupa’ya pompalamayı planlıyor, ama çok yüksek maliyetli bu hatta alternatif olabilecek ve aynı zamanda Türkiye ve Rusya’nın bölgede artan etkisini kontrol altına alabilecek  çözümler de arıyor. 

Akdeniz yüzyıllar boyunca bir Osmanlı gölüydü. Yüzyıllar boyunca bayrak gösterdik biz o azgın sularda.. Yani, yabancısı değiliz biz o deli dalgaların.. Bir zamanlar “Osmanlı Gölü” olan Akdeniz’in doğu parselinde, varlığı son yıllarda keşfedilen çok zengin hidrokarbon yataklarının işletime ruhsatını, Türkiye’nin “izniyle” AB üyesi yapılan 600 binlik bir kasaba devleti veriyor artık!

Akdeniz’de en uzun kıyısı bulunan, Kıbrıs’ın garantör ülkelerinden biri olarak, Türkiye’yi Akdeniz’den soyutlamak, Akdeniz’in derinliklerindeki muazzam hidrokarbon servetinden uzak tutmak isteyen “dostlarımıza”, “Gerekirse savaşırız” mesajı veriyoruz. 

Dost bildiğimiz ülkelerin, Kıbrıs’ın tamamını temsilen AB üyesi yaptıkları Rumlarla, Ada’nın güneyindeki Münhasır Ekonomik Bölge’deki servete el koymak amacıyla gizli açık anlaşmalar yaptıkları bir dönemde, KKTC’nin yeni Başbakanı Ersin Tatar’ın, “Hakkımızı yedirtmeyiz. Türkiye ile dayanışma içindeyiz. ‘Fatih’ geldi sıra ‘Yavuz’da” çıkışı çok önemli bir gelişmedir. Çünkü Türkiye, Kıbrıs’ta çözüm olmadan Rumların tartışmalı bölgelerde sondaj yapmasına, bu konuda anlaşmalar yapmasına karşı çıkıyor. Fatih sondaj gemisini Kıbrıs’ın batısına konuşlandırarak, Doğu Akdeniz’in derinliklerindeki hidrokarbon servetinden payını almak konusunda ne kadar kararlı olduğunu ortaya koymuş oldu. 

KIBRIS RUMLARI YAĞMA PEŞİNDE

Küresel krizin etkisiyle giderek borç batağına sürüklenen Yunanistan ve AB’den beklediği maddi desteği alamayan Güney Kıbrıs Rum Kesimi de, kendi çıkar alanlarını genişletmek ve özellikle Doğu Akdeniz’de varlıkları keşfedilen petrol ve doğalgaz yataklarını sahiplenebilmek amacıyla, ortak kıyıları bulunan ülkelerle Münhasır Ortak Bölge anlaşmaları yapmaya başlamışlardı. Kıbrıs Rum Kesimi 17 Şubat 2007’de Mısır’la imzaladığı Münhasır Ortak Bölge anlaşmasını Birleşmiş Milletler(BM)’e de tescil ettirmişti.

Güney Kıbrıs Rum Yönetimi Enerji Bakanı Yorgo Lakkotrypis ise, önümüzde iki yılda sekiz ayrı bölgede sondaj yapılacağından söz ediyor, fakat bu sondajları kimin yapacağını, sondaj çalışmalarının emniyetini hangi ülkelerin savaş gemilerinin sağlayacağı, çıkarılan doğalgaz ya da petrolün hangi hattan pazarlanacağı konularında bilgi vermiyor. 

ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo, Mart ayı başlarında bölgede yaptığı gezide İsrail, Yunan ve Kıbrıs Rum Kesimi yöneticileriyle bir dizi görüşme yapmıştı. 

Bu gelişmelerin devamı olarak okuyabileceğimiz bir stratejik ortaklık anlaşmasından  söz etmek istiyoruz. Doğu Akdeniz’deki hareketlenmenin nedenlerini, hedeflerini ve ABD’nin, Rusya’dan S-400 hava sistemi almamızı neden engellemek istediğini anlayabilmek açısından, Bob Menendez ve Marco Rubio adlı iki senatörün, Nisan ayı başlarında Senato’ya sundukları bir yasa tasarısına dikkat çekmek istiyoruz.

 Medyamızda pek yankı bulmadı, ama bu yasa tasarısı Türkiye için de, Kıbrıs Türkü için de çok sıkıntılı sonuçlar doğurabilecek bir tasarıydı. Bu tasarının hedefi, Türkiye’nin Kıbrıs’la ilgili garantörlük haklarını da, Kıbrıs Türkü’nün adanın çevresindeki muazzam hidrokarbon zenginliğindeki haklarını da tarihe gömmeyi hedefliyordu. 

Tasarıya göre yasanın hedefi şu: "Bu tasarı, Doğu Akdeniz’de güvenlik ve enerji işbirliklerinin geliştirilmesi ve diğer amaçları taşımaktadır."

İlk bakışta çok masum hedefler olarak görülen yasa tasarısının ayrıntılarına girildiğinde, asıl hedefinin, bir zamanlar Akdeniz’i Türk Gölü’ne dönüştüren Babaros’un torunlarını bu denizden uzaklaştırmak olduğu anlaşılmaktadır. 

“ASKERİ İŞBİRLİĞİ DE DAHİL” BİR ANLAŞMA 

Amerika’nın, bu yasa çerçevesinde İsrail, Yunanistan ve Kıbrıs Rum Kesimi ile kurduğu stratejik ortaklık,  Mısır’ın da desteğini alarak, Akdeniz'deki muazzam hidrokarbon yataklarına ya da ortak ülkelerin ulusal güvenliğine “dışarıdan gelebilecek herhangi bir tehdide karşı”, askeri işbirliği de dahil, birlikte hareket etmeyi garanti ediyor. 

Bu anlaşma, ABD’nin Yunanistan ve Kıbrıs Rum Kesimi’nde askeri üsler kurmasına izin verdiği gibi, Kıbrıs Rum Kesimi'ne uygulanan silah ambargosuna son veriyor. 

Stratejik ortaklık anlaşmasındaki “dışardan gelebilecek herhangi bir tehdit” tanımlamasında yalnızca terör örgütlerinden söz edilmiyor, Türkiye Rusya’dan alacağı S-400’leri güney sınırlarına konuşlandırdığı anda bu tehdit kapsamına giriyor. Çünkü Ege ve Akdeniz de, Yunanistan da, Kıbrıs Rum Yönetimi de S-400’lerin kapsama alanı içine giriyor. Yani ortakların birlikte hareket etmesini sağlayacak gerekçe doğmuş oluyor. Askeri bir operasyon söz konusu olmasa bile, Türkiye’ye silah ambargosu uygulanması gündeme geliyor. 

ABD VE FRANSA’NIN ÇIKARLARI KIBRIS’TA UYUŞABİLECEK Mİ?

Bölgede, üç tarafı denizlerle çevrili Türkiye’yi Anadolu yaylasına hapsetmeye yönelik bir hareketlilik yaşanıyor. Bu hareketliliğe Rumların Fransa ile aynı paralelde yaptığı anlaşmayı da eklediğimizde, karşımıza yarınlarımızı zorlayacak bir tablo çıkıyor. 

Fransa’nn Vasiliko’da kuracakları yüksek operasyonel menzilli deniz üssü, Avrupa Ordusu (PESCO) işbirliği çerçevesinde Doğu Akdeniz’de operasyon yapacak Fransız Deniz Kuvvetleri’nim kullanımına da açık olacak. Burada üslenecek Fransız Deniz Kuvvetleri, bölgede sondaj yapacak Fransız petrol devi TOTAL’e, Türk Deniz Kuvvetleri’nin herhangi bir zorluk çıkarmasına da engel olacak. Yani, Türk ve Fransız deniz kuvvetleri, Akdeniz’in derinliklerindeki hidrokarbon servetinin çıkarılması konusunda karşı karşıya gelebilirler. 

Rum Savunma Bakanı Savvas Angelidis ile Fransa Savunma Bakanı Florence Perly tarafından imzalanan Savunma İşbirliği ve Üs Anlaşması, ABD’yi rahatsız edecek maddeler de içeriyor. 

ABD’nin, Avrupa Ordusu’nu kurmakta ısrar eden Macron’a gözdağı vermek için Soros’un sarı yelekliler ordusuyla Paris sokaklarını savaş alanına çevirdiği bir dönemde, Rumların Fransa ile yaptığı bu anlaşmanın geri planında büyük bir rekabetin yaşandığı anlaşılıyor. PESCO gibi ABD’nin çok duyarlı olduğu bir konuyu da parantez içine alan bu savunma ve işbirliği anlaşması, sarı yelekliler ordusunun Kıbrıs’ta da bayrak göstermesine neden olabilir ki bu, Kıbrıs’ın bütünüyle kaosa sürüklenmesine neden olabilir. 

KKTC’nin yeni Başbakanı Ersin Tatar’ın, “Fatih’in kardeşi Yavuz’un da KKTC’nin sularında faaliyete geçmesini bekliyoruz. KKTC sularını Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı’na (TPOA) ruhsatlandırdık. Açın haritaya bakın, Türkiye, mavi vatan Doğu Akdeniz ve KKTC. İşte bu büyük coğrafya büyük Türkiye’dir” söylemi, Türkiye’nin güney sahilleri boyunca kuşatılmayı asla kabul etmeyeceğine ilişkin bir şahlanış tablosudur. 

Kıbrıs Rum Yönetimi’nin, Pekçok konuda çıkar çatışması yaşayan ABD ve Fransa ile ayrı ayrı ve birbirleriyle çelişen savunma ve işbirliği anlaşmaları  yapması, Akdeniz’in derinliklerindeki hidrokarbon servetinin paylaşılması konusunu çok daha karmaşık hale getirmiştir.  

Türkiye’yi zor günler bekliyor.

Allah yardımcımız olsun.