Bu yazım, bir önce yazmış olduğum ‘Deprem Öncesi Parametreler’ adlı yazımın devamı niteliği taşıyor. 

Deprem öncesi doğa da bulunan değişimleri Reşat Dengiç Hocamızın yazısı ile tek tek ele almıştık. 

Bu yazımızdan da şunu anlıyoruz, doğa canlılığını sürdürmek için bir takım önlemler alıyor. Kendini korumak ve hayatın devam etmesini sağlamak amaçlı hareket ediyor. 

Deprem öncesi ağaçlar kozalaklarını ileriye doğru atarken, tavuklar kuluçkaya yatıyor ve üreme içgüdüsü ön plana çıkıyor. Bütün bunlar doğanın canlı kalabilmesi ve nesillerin yok olmaması adına yapılan içgüdüsel davranış şekilleri. 

Akla gelen sorulardan bir tanesi de tabiatta gizli olan şifreler ve bunları çözebilmek mümkün mü?  Sorusu.

Bu sorunun ardından ‘derdi veren Allah doğada her şeyin şifasını vermiştir. Yeter ki bulması bil’ sözü zihnimizde dolaşıp duruyor. 

Her derdin dermanı doğamızda gizli ise, her felaketin de gizli şifreleri olabileceğini bizlere düşündürüyor.

Önemli olan bu şifrelerin dilini çözmek ve anlam yükleyerek bulabilmek.

İlim, bilim ve öngörü sahibi olan kişiler bu işin felsefesini çözdüklerini savunurken, doğa hiçbir şeyi affetmiyor.  Hele ki insanoğlunun tabiata yaptığı eziyeti hiç affetmiyor. İntikamını ise en acı şekilde alıyor.

Kirlettiğimiz havanın, suyun, toprağın değerini anlayabilmemiz için illaki kaybetme noktasına gelmemiz mi gerekiyor? 

Basında yer alan birçok açıklamada görüldüğü üzere, doğanın işini dahi insanlar yapmaya çalışıyor. Fırtınalar, dolular, seller, iklim değişiklikleri ve hatta depremlerin bile insan eli ile yaratıldığı neredeyse doğrulanıyor. 

Araştırmalara başladığım ilk günler karşıma çıkan bilgiler öyle ilginç ve şaşırtıcı konuma gelmişti ki, merak, korku ve endişe içinde incelemeye başlamıştım. 

Yoksa Dünyamız bahsi geçen sona büyük bir hızla yaklaşıyor muydu?

Şu da bir gerçek ‘tarih tekerrürden ibaretti’.

Basında yer alan ve yetkili ağızlardan ardı ardına gelen deprem uyarıları hepimizin uykularını kaçırmaya yetmişti.  Bazı bilim adamları felaketlerin yeni başladığını savunuyordu.  

Arka arkaya dizilen magnitüdü yüksek depremler, geçtiği bölgeyi yerle bir eden kasırgalar, sel felaketleri bu tezleri doğrular nitelikte idi. 

Irma kasırgasını takip eden Reşat Dengiç Beyin paylaşmış olduğu bir uydu fotoğrafı karşısında şaşkınlığım daha da artmıştı. Bu fotoğraftaki görüntü 2004 yılında çevrilen ve hepimizin defalarca izlemiş olduğu The Day After Tomorrow  filminde görünen bir uydu fotoğrafı ile birebir örtüşüyordu. 

Aklıma gelen ilk soru şu olmuştu. 2004 yılında çevrilen bu film de nasıl oluyor da 2017 yılında meydana gelen Irma kasırgasının görüntüsünü taşıyordu?

Deli sorular ve cevaplar hızlı bir şekilde yerini alıyordu. Bunun bir tek açıklaması olabilirdi!

Kasırgaların seneler öncesinden biliniyor olması!  

Ya da seneler sonra yaratılan kasırgaların, insanları olabilecek felaketlere karşı hazırlamak amaçlı senaryolar ve bu filmler yapılıyordu. Yani insan elinin müdahalesi söz konusu idi.

  

İzleyenler bilirler 2015 yılında çevrilen San Andreas Fayı filmi, 1906 yılında gerçekleşmişti. 

Görsel basında yer alan bu ve benzeri felaket habercisi filmlerin sık sık gösterime girmesi de akılda şu soruları oluşturuyordu. 

Bu filmlerin sürekli önümüze getirilmesi, insanları olabilecek felaketlere karşı hazırlamak amaçlı olabilir miydi?  

Elbette.  Neden olmasın, bu mümkündü. 

An önce yazmış olduğum gibi ‘Tarih Tekerrürden İbaret’ ti. 

Dünya tarihine bakacak olursak,  tufan ve felaketler neticesinde yaşam yok olmuş ve medeniyetler kaybolmuştu.  O günlerden kalan tarihi eserlerde gelecek hakkında ipucu aranmakta ve şifreleri çözülmeye çalışılmakta.

Geleceğe dair en önemli buluşlardan bir tanesi olan eski Maya kenti Palanque’deki Yazıt Tapınağı’nda bulunan mezar taşının kapağındaki şifrenin  çözülmesi şaşkınlık yaratmıştı.  

Kapağın üzerindeki şerit motiflerini simetrik bir şekilde yan yana getirildiğinde ortaya bir Jaguarın ve bunun üzerinde de bir Yarasa sembolünün ortaya çıktığı görüldü. Mayalar’ın mitolojik yazıtlarında Jaguar beşinci yani bizim çağımızı, yarasa ise ölümü sembolize etmekteydi. 

Kapağın üzerinde açık bir şekilde görülen Güneş Haçı’nın üzerindeki delikler ise Güneş’in manyetik hareketlerini temsil etmekteydi. 

İşte bu Mayalar’ın gizli mesajıydı. Yani yaşanacak trajedinin sebebi Güneş’te meydana gelecek olan manyetik değişimlerdi.  

İlginçtir ki şu andaki iklim değişiminin nedenlerini Güneş’e bağlayan bilim adamlarının sayısı da çok fazla. 

Gerçek olan bir şey var ki; o da dünyamızın belli periyotlar aralığında tufanları yaşamış olduğu elde edilen arkeolojik bulgular neticesi her geçen gün daha bir açıklıkla önümüze gelmekte.

Günümüzde gezmiş olduğumuz yer altı şehirleri, mağaralar ve benzeri yapıtları hayretler içinde görüyor, geziyoruz. 

Geçmişte yaşamış olan insanların, korunmak amaçlı yapmış olduğu bu yerlerde yaşadıklarını da biliyoruz. 

Doğal felaketlerden korunmak amaçlı hepimiz güven duymak istiyoruz. 

Yazımın başında da belirtmiş olduğun gibi, felaketler karşısında hangimiz olursak olalım istisnasız hepimizin önceliği hayatta kalmaktır.

Bu dürtü bizi geliştirir, çalıştırır, düşündürür.

Sevgi ile kalın.