Yaşam koçluğu dediğimizde; benim iki yıllık kısa tecrübem, ağırlıklı olarak iki alanda yoğunlaşıyor. İlki farkındalık yaratmak; gerek koçinin kendi özüne, potansiyeline, değerlerine ve yaşam amacına yönelik gerekse yaşanan olaya, belirlenen hedefe veya çözülmesi gereken soruna yönelik farklı perspektiflerden farkındalık. Diğer alan ise bu farkındalıklardan beslenerek alışkanlıklarımızı güçlendirmek, değiştirmek ya da yeni alışkanlıklar kazanmak. 

Eskiden, sokaklarda hallaçlar dolaşırdı. Şeklini biraz kaybetmiş ya da hijyenik olarak elden geçmesini uygun gördüğümüz yastıkları daha uzun soluklu ve temiz kullanabilmek için hallaçlara verirdik. Onlar da yastıkların içindeki tüm pamuğu boşaltır, ellerindeki araçlarıyla pamuğun her zerresini elden geçirip yeniden doldururlardı. Hayatlarının her köşesine ellerini sokup farkındalıkla yeniden yapılandıran, cesur ve güçlü koçiler, bana hallaçları hatırlatıyor.

Bizler, yaşam koçları olarak sanılanın aksine kimseye tavsiye vermiyor, konu anlatmıyoruz. Bizler, sorular sorarak koçilerimizin kendi yolculuklarına çıkmalarına vesile oluyoruz. Dolayısı ile hiçbir seans, bir diğerine benzemiyor. Ve buna rağmen, insanlığın ortak paydada buluştuğu konulara tanıklık ediyoruz. Örneğin, doğa, insanlığın en büyük ortak paydalarından biri; farkında olsak da olmasak da. Doğayla zaman geçirmenin negatif etki yarattığı birilerine henüz rastlamadım. Üstelik kazanılan pozitif etkiler de cabası. 

Doğayla vakit geçirmek dendiğinde, elbette ormanda yürüyüş yapmak, okyanusun dalgalarını izleyebilmek, denizin kokusunu içimize çekebilmek oldukça büyük ve herkesin ulaşımında olmayan nimetler. Ancak, bunlara ulaşımımızın olmaması birer bahane değil. Bahçeli evlerde binalarla çevirili olsa da toprağa basabilmek, güneşin doğuş ve batışını izleyebilmek, ay ışığını seyredebilmek, evin içinde bitki yetiştirebilmek, kristallerle ve taşlarla ilgilenebilmek ve hiçbiri mümkün değilse bile sokaklara çıkıp oksijenle kavuşabilmek, hepsi aynı amaca, farklı ölçeklerde hizmet eden doğa kavuşmalarıdır. 

Doğayla kavuştuğumuzda hep kendi kendimize bunu bir rutin haline getireceğimize dair sözler vermelerimiz de günümüz sistemlerinin bizleri olabildiğince doğadan koparmak üzerine islemeleri de ne şaşırtıcıdır ne de tesadüf.

Hiçbir şey yapamasak da sokaklara çıkalım çünkü elimizden alınması en güç olan şey, bu! Cep telefonundan bildirim kontrol etmeden, kulağımıza müzik takıp yine döngüsel düşüncelerimize dalmadan, sokaklara çıkalım, yürüyelim. Basit bir eylem gibi gelse de doğada yürümek / nefes almak / etrafı gözlemlemek, ne kadar zorlaşmakta tecrübe edeceksiniz. Ama beş dakika için bile doğayla kavuşmayı başardığınızda hayatınıza her alanda etki ettiğini hissedeceksiniz. En kolayı, evin kapısını kapayıp 5-10 dakika, amaçsız (!) nereye yürüyebiliyorsanız yürüyüp geri gelmektir. Bunu bir alışkanlığa dönüştürdükten sonra ise 3 haftada bir birer dakika bile artırmak, bir anda günde 1 saat yürümeye çalışmaktan daha etkili sonuçlar verecektir.

Benim en sevdiğim, güneş doğmadan yarım saat önce çıktığım yürüyüşlerdir. Böylelikle hem sıcak şehrimizde, biraz olsun esintiden yararlanabiliyorum hem sabahın sessizliği derinleşmeme yardım ediyor hem de güneşin doğuşunu izleyebiliyorum. Doğayla kavuşmanın bende gözlemlediğim etkilerden bazıları ise; varoluşsal o boşluk hissinin dolması, genel ruh halimin yükselmesi, gerginliğimin azalması, yaratıcılığımın artması, umut dolmak, enerjik olmak, dengelenmek / topraklanmak, merkeze yaklaşıp /ulaşıp daha otantik seçimler yapmak.

Doğamızdan bağımızı koparmayalım, kopartılmayalım. Bizim ona çok ihtiyacımız, ondan çok öğreneceklerimiz var.