Herkese ve her şeye boş verip, başımızı alıp doğanın kucağına kendimizi bırakmayalı ne kadar oldu dersiniz?
Doğa ile kucaklaşmak gerek bazen. 
Bir ağaca sarılıp içini boşaltmak, bütün negatif enerjiyi toprağa bırakmak, çimenlere oturup aralarında dört yapraklı yoncayı aramak, doğa ile bütünleşmek gerek bazen. 
Çok değil bundan birkaç gün önce ben de kendimi doğanın kucağına bırakıp, ağaçlara dayanıp kuşlarla konuşmak istemiştim. Kendimi ormanın dinginliğine bırakmak istediğimde yaşadığım, soluk soluğa bir korku ile yüzleşmiştim. 
Çam ormanının güneş alan bir bölgesinde soluk alıp çayımı yudumlamak isterken, tam da ateşi yakmış çayımı keyif ile içiyordum ki; ensemde hissettiğim bir nefes bütün huzurumu bozmaya yetmişti. 
Erkek kardeşim ‘sakın kıpırdama abla normal çayını yudumla’ dediğinde anlamıştım ensemdeki tehlikeyi... 
Sakin tavırlarla çayımı yudumlarken ‘arkana dönme sakın’ diyor ve yavaş hareketlerle ateşi kontrol ediyordu kardeşim. Gelinimiz ise dilini yutmuş gibi donup kalmıştı. Yüzündeki korku ifadesi yerini telaşa bırakmıştı. Ben dönüp bakamıyordum. 'ne var neler oluyor' diye sormaya bile cesaretim yoktu. 
Birden korku ile ürpermiştim. 
Kardeşim ve eşinin rengi atmış tek söz etmeden olağan tavırlarına devam ederken ben neler olduğu merak ediyordum. 
Tek düşündüğüm göremediğim bölgede bir hareket vardı ve o görüş hizama, yani kardeşimin karşısına geçene kadar ne olduğunu bilememiştim. Nerede ise aramızda iki metreye yakın mesafede, karşımızda olanca heybeti ile duruyordu... 
Yavaş hareketlerle ateşi kontrol ederek kurcalayan kardeşim göz göze gelmemeye çalışıyor, 'sakın gözleri ile temas kurmayın ona bakmayın' diyordu. 
Kalp ritmimin giderek hızlandığını fark etmiştim. Korku ile karışan hayranlığımı dile getirmeden edememiştim. İstem dışı bir davranışla 'ne kadar güzel' dediğimi hatırlıyorum ancak, güzel olması tehlikesiz olması anlamına gelmiyordu.
Ağır hareketlerle çevremizde dolaşıyor ve koku almaya çalışıyordu. Yola yakın olmamıza rağmen ıssız bir bölgedeydik.  Seyrek geçen arabalardan medet umuyorduk.  
Bir an önce oradan uzaklaşmak istiyor ancak oturduğumuz yerden ayağa kalkamıyorduk. Ayağa kalkarsak bunu bir tehdit olarak algılayarak saldırma ihtimali çok yüksekti. 
Etrafımızda bir süre daire şeklinde dolaştıktan sonra gözden kaybolmuştu. Birbirimize ‘nereye gitti diye soruyorduk. Oturduğumuz yerden yolun her iki tarafını da görmemize rağmen, hiçbirimiz geçtiğini görmemiştik. Geriye tek ihtimal kalıyordu o da iki metre ileride bulunan tümseğin arkasında bekliyor olmasıydı. İşin kötüsü arabaya ulaşabilmek için o tümseğin yanından geçmek zorundaydık.
Ağır hareketle eşyalarımızı toplayarak ayağa kalkmak ve sakin bir şekilde arabaya ulaşmak zorunda olduğumuzun farkındaydık. 
Yavaş ve sakin ayağa kalktığımızı fark edince yattığı yerden doğrulmuştu. Panik içinde birbirimize daha yaklaşmıştık. Fısıltı şeklinde kendi kendimize söyleniyorduk. 
Kardeşim birden ‘tamam oğlum biz gidiyoruz sakin ol’ demeye başlamıştı. Aynı hizadan geçtiğimizde tek istediğimiz kendimizi arabanın içine atmaktı. 
Sonunda arabanın kapısını açmış ve kendimizi içeri zor atmıştık. Aracımız ile hareket ettiğimizde arkamızda kalan devasa ve bir o kadar da güzel kangal ve çoban köpeği kırmasına sevinç içinde el sallıyorduk.
Derin bir nefes almış, kazasız belasız yola çıkmıştık.
Bir doğa ile kucaklaşma serüvenimiz böylelikle son bulmuştu. Biz ise rahatlamak yerine daha kötü gerilmiş bir halde eve dönmüştük.
Her ne olursa olsun, tabiatın kendine has kuralları olduğunu unutmamak gerekiyor. O kurallara uyulmadığı takdirde her türlü tehlikeye açık hale geliyoruz.  
Kendi kuralları ve düzeni içinde var oluyoruz. 
Sevgi ile kalın.