27 MAYIS 1960 DARBESİNİ MEŞRULAŞTIRMA ÇABALARI HAKKINDA, Doç. Dr. NASRULLAH UZMAN İLE KONUŞTUK.

BİRİNCİ BÖLÜM

GİRİŞ:

27 Mayıs 1960 tarihinde Cuma günü sabaha karşı saat 03.00’te Türk Silahlı Kuvvetleri adına Millî Birlik Komitesi (MBK) ülke yönetimine el koydu. Kamuoyu darbeden sabah saat 05.15’te “İhtilalin Kudretli Albayı” Alparslan Türkeş’in Ankara radyosundan okuduğu tebliğ ile haberdar oldu. Darbenin başarılı olabilmesi için öncelikle meşru hükümetin ve devletin üst kademesindeki isimlerin tutuklanması gerekiyordu. Sonrasındaysa darbenin meşruiyetinin sağlanması gerekiyordu. Bu amaçla öncelikle Cumhurbaşkanı Celal Bayar, Başbakan Adnan Menderes, TBMM Başkanı Refik Koraltan, Demokrat Parti (DP) mensubu bakan, milletvekili ve idarecilerin tutuklanması için harekete geçildi. Dönemin Genelkurmay Başkanı Rüştü Erdelhun da tutuklanacak isimler arasındaydı. 27 Mayıs sabahı havayoluyla İzmir’den Ankara’ya getirilen Orgeneral Cemal Gürsel, MBK’nin başkanlığına getirildi.

MBK Başkanı ve Başkumandan Orgeneral Cemal Gürsel darbenin gerekçesini “vatandaşları birbirine düşürecek bir kardeş kavgasını önlemek” olarak açıkladı. Vatandaşlardan “birbirlerine karşı vatandaşlık hak ve hukuklarına riayet etmelerini, birbirlerini sevip saymalarını, hangi partiden olursa olsun, birbirlerine sevgi saygı göstermelerini” istedi. Siyâsî partilerin faaliyetlerini yasakladığını ve aksi yönde hareket edenleri şiddetle cezalandıracağını belirtti. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin feshedildiğini duyurdu.

Bütün Vilâyet ve Garnizon Kumandanlıklarından alınan telgraflara göre meşru hareketimiz yurtta içten gelen bir tasviple karşılanmıştır. Türkiye Cumhuriyeti hudutları dâhilinde tam ve katî bir huzur ve sükûn mevcuttur.” diyen Cemal Gürsel, MBK’nin kendisine “Türkiye Cumhuriyeti Devlet ve Hükümet Başkanlıkları ile Millî Müdafaa Vekâleti Vekilliği ve Türk Silahlı Kuvvetler Başkumandanlığı” görevlerini verdiğini açıkladı.

MBK, öncelikle DP’lilerin ve devletin üst kademesindeki isimlerin tutuklanması yönünde talimat verdi. Cemal Gürsel “Emniyet altına alınan sabık muhterem Devlet ve Hükümet Reisleri ve erkânları ile Kabine Üyelerinin hayatları hakkında Türk Milleti huzurunda verdiğimiz vaade sadık bulunmaktayız. Endişe edilecek herhangi bir durum mevcut değildir.” dedi. Ancak “Kan dökülmeden başarılan müspet faaliyetlerimizi baltalamak bedbahtlığını gösterecek, kardeş kavgasına sebep olacak bozguncu unsurlar kati olarak bilmelidirler ki; yapacakları en ufak bir hareket insafsızca bastırılacak ve halen hayatları emniyette bulundurulan zevatın akıbetleri tehlikeye düşecektir.” şeklinde çok net ve sert bir uyarıda bulundu. Vatandaşlardan “yalan haberlere ve kötü teşviklere kapılmamalarını” istedi.

Herhangi bir direnişle karşılaşılmaması için bir dizi tedbir alındı. Sokağa çıkma yasağının ilan edilmesi, sokağa çıkma yasağının kaldırılmasından sonra “her ne suretle olursa olsun topluluk gösterilmemesi veya tezahürat yapılmaması”, halkın elinde bulunan (ruhsatlı ve ruhsatsız) her çeşit silâh ve merminin toplatılması ve “cenazelerin mahallî kumandanlıkların müsaadesi ile ve 20 kişiyi geçmeyen cemaatle” kaldırılması vb. bu yönde alınan tedbirlerdendi.

NASRULLAH UZMAN

 

Oğuz Çetinoğlu: Bilinmektedir ki 27 Mayıs Askerî Darbesi, Demokrat Parti(DP) iktidarına karşı yapılmıştır. Röportajımıza, DP’nin nasıl kurulduğu, nasıl iktidar olduğuna dâir açıklamalarınızla başlayabilir miyiz?

Doç. Dr. Nasrullah Uzman: 29 Ekim 1923'te Cumhuriyet'in ilânı ile birlikte oluşturulan tek partili demokrasi rejimi 1940'lı yıllara gelindiğinde artık Türk toplumuna dar gelmeye başlamıştı. Daha önce, Atatürk döneminde biri Terakkiperver Cumhuriyet Fırka diğer ise Serbest Cumhuriyet Fırka olmak üzere iki kez çok partili siyâsî hayat denemesi yaşandı ise de bu girişimler kalıcı olamamıştı. Millete dayalı siyâset yapmak isteyenler, hükümetin kararlarından uygun görmediklerini tenkit etmek ihtiyacını hissediyorlardı. Bu ihtiyacı hissedenler, Dörtlü Takrir  olarak anılan bir önergeyi, dönemin iktidar partisi olan Cumhuriyet Halk Partisi (CHP)'nin  Meclis Grubu'na verdiler. Önergede imzası bulunanlardan Adnan Menderes, Fuat Köprülü ve Refik Koraltan partiden ihraç edildiler. Bu ihraçlar üzerine, önergede imzası bulunan Celâl Bayar da hem partiden hem de milletvekilliğinden çekildiğini açıkladı. Târih: 1945 yılının Temmuz - Ağustos aylarıdır. Dört kişi, yeni bir siyâsî parti kurmak için hazırlıklara giriştiler. Yeni parti, 7 Ocak 1946'da kuruldu. Adı: Demokrat Parti  (DP)idi. 

Türk demokrasi tarihinde kurulalı henüz birkaç ay olan DP’nin de katıldığı çok partili ilk genel seçimler, 21 Temmuz 1946'da yapıldı. DP, bütün illerde teşkilât kuramamıştı. Toplam 465 milletvekilliği için 186 aday gösterebildi. Bunların yalnızca 62'si seçildi.  Yürürlükteki seçim kanununa göre oylar açık veriliyor, sayım işleri gizli yapılıyordu. Buna rağmen sonuç iyiydi. 16 Şubat 1950'de seçim sistemi değiştirildi. Yargı denetiminde gizli oy açık tasnif esasına dayalı seçim sisteminin uygulanması kabul edildi. 14 Mayıs 1950'de yapılan genel seçimlerde DP oyların %53,35'ini aldı, 487 milletvekilliğinin de 408'ini kazandı. Ekseriyet sistemi uygulandığından, oy oranı ile milletvekili oranı arasında dengesizlikler oluyordu. Yine de demokratik bir seçim olmuştu. 22 Mayıs 1950'de, Adnan Menderes'in başbakanlığında ilk DP hükümeti kuruldu. Celâl Bayar Cumhurbaşkanı seçilince, parti genel başkanlığını bıraktı.  Partinin Genel İdare Kurulu, genel başkanlığa Adnan Menderes'i seçti. 

DP iktidarı döneminde ikinci genel seçim, 08 Aralık 1954 târihinde yapıldı. DP, 9.095.367 adet geçerli oyun % 56,6’sını alarak 503 milletvekili çıkardı. CHP 31 milletvekili çıkarabildi. Sonraki seçim, 1957 yılında yapıldı. DP, 9.153.949 adet geçerli oyun % 47,8’ini alarak 424 milletvekili çıkardı. CHP’nin milletvekili sayısı 178 idi. 

İktidar-muhalefet ilişkileri iyice gerildi; CHP, hırçın muhalefet taktikleri uyguladı, DPde baskılarını artırdı. Huzursuzluklar had safhaya çıkınca Ordu, Cumhuriyet tarihinde ilk kez askerî bir darbe yaparak Devletin yönetimine el koydu. 

Çetinoğlu: Sonraki gelişmelere geçebilir miyiz?

Doç. Dr. Uzman:Darbeye hukukî olarak meşruiyet kazandırmak için Cemal Gürsel, yeni bir Anayasa hazırlamak üzere İstanbul Üniversitesi Rektörü ve İdare Hukuku Profesörü Sıddık Sami Onar başkanlığındaki profesörlerden oluşan bir ilim ve hukuk komisyonu kurdurdu.Bu komisyon ilk raporunu 28 Mayıs 1960’ta MBKBaşkanlığı’na ve Türk Silahlı Kuvvetleri Başkumandanlığı’na sundu.

12 Haziran 1960’ta MBKüyelerinin imzasıyla 27 Maddeden oluşan “1924 tarih ve 491 sayılı Teşkilatı Esasiye Kanunu’nun bazı hükümlerinin kaldırılması ve bazı hükümlerinin değiştirilmesi hakkındaki geçici kanun” çıkarıldı. Geriye dönük olarak (27 Mayıs 1960’tan itibaren) geçerli olacak bu kanun, DP’lilerin yargılanabilmeleri için gerekli hukukî zemini oluşturduğu gibi darbeye demeşruiyet kazandırıyordu. Adeta geçici bir Anayasa işlevi üstlenen bu kanunla MBKkanun yapma yetkisi de dâhil olmak üzere birçok yetkiyi uhdesinde topluyordu. Aynı zamanda 1924 Anayasası’nın neredeyse yarısıyürürlükten kaldırılıyordu.1961 Anayasası ise darbenin birinci yıl dönümünde 27 Mayıs 1961 tarihinde kabul edilecek ve halkoyuna sunulacaktı.

MBK halkın 27 Mayıs’ı kabullenmesi ve benimsemesi için de bir dizi tedbir aldı. Bu anlamda öncelikle dönemin kitle iletişim aracı olarak basın-yayın organları olanradyo ve gazetelerin (27 Mayıs ve sonrasındaki sürece dair haberleri) hangi kaynaktan alacağı ve ne gibi haberler yayınlayacağı meselesi de düzenlenmiş oldu.

Devletin en üst merciindeki kişi olarak Cemal Gürsel, yeni idarenin Türk ve dünya kamuoyundan hiçbir şeyi gizlememek azim ve kararında olduğunu ve hakikatleri olduğu gibi bütün açıklığı ile ifadeden asla çekinmediğini açıkladı. Türk halkının bunu böyle bilmesi ve MBK’nin tebliğleri dışındaki maksatlı propaganda yayınlarına kanmaması gerektiğini ifade etti. “Bu yayınların maksatlı olup olmadığını saydığım ve güvendiğim muhterem basının izan ve takdirlerine bırakırım. Buna rağmen bazı basın mensuplarının ne gibi haberleri neşredebileceklerinde tereddüde düştükleri öğrenilmiştir.” diyen Cemal Gürsel hangi haberlerin yayınlanması gerektiğini de açıkladı. Buna göre yalnızca “basın toplantısında söylenen hususlar”, “Ankara İstanbul ve İzmir radyolarının halkın nazarında en ufak bir nokta gizlemeksizin yaptığı bilumum yayınlar” ve “Yabancı Devletler neşriyatından maksatlı olmayan yayınlar”hakkındaki yayınların hiçbir kayıt ve şarta tabi olmaksızın serbest olduğunu açıkladı. Bu açıklamadan rahatlıkla bu durumlar dışındaki haberlerin yapılmasının yasak olduğu yorumu yapılabilir. Cemal Gürsel ayrıca “harekâtla ilgili resim ve telefoto ile eski ve yeni siyâsî şahsiyetleri ima suretiyle de olsa alakadar eden karikatürlerin ikinci bir tebliğe kadar neşredilmemesini” de istedi.

Darbenin sebep olduğu kritik süreçten menfaat elde etmeye çalışanlar da vardı. Cemal Gürsel, bu gibi kötü niyetli kişilerin “Eskişehir örfi idare kumandanlığı tebliği”şeklinde beyannameler bastırarak “bazı parti mensuplarının kaçmalarına mahal verilmeden yakalanmalarını propaganda etmekte” olduklarının tespit edildiğini açıkladı.İstanbul dışında herhangi bir yerde örfi idare ilan edilmediğini belirtti.Türk milletinden “radyolarımız vasıtasıyla yapılmakta olan tebliğler dışında bu kabil bozguncu ve nifak yaratıcı eşhasın kötü niyetli faaliyetlerine alet olmamalarını ve bu gibi durumlarda derhal mahallî garnizon kumandanlıklarına haber vermek suretiyle idaremize yardımcı olmalarını” istedi.

Böylece halkın, kitle iletişim araçları vasıtasıyla MBK’nin uygun gördüğü haberleri alması sağlandı.

Çetinoğlu: Asıl maksat ne idi?

Doç. Dr. Uzman:Asıl maksat 27 Mayıs’ı benimsemesini sağlamaktı. Bu amaçla 27 Mayıs’ı kabullenilmesi ve benimsenmesi yolunda önemli bir propaganda süreci başlatılmış oldu. Hatta Türk basınının yeni sürece hemen uyum sağladığı 28 Mayıs’tan itibaren yayınlanan gazetelerde açıkça görülmektedir. İktidarı döneminde DPtaraftarı bir yayın politikası benimseyen gazetelerin bile 27 Mayıs’tan sonra darbeyi öven ve DP dönemini tenkiteden yayınlar yaptığı da belirtilmelidir.

MBK, yalnızca basın-yayın yoluyla yapılan propaganda ve darbeye meşruiyet kazandırma girişimlerini yeterli görmedi. Halkın 27 Mayıs askerî darbesini “İnkılâp” olarak benimsemesi ve sahiplenmesi için adeta bütün imkânlarını seferber etti. Bu hususta MBK’nin müracaat ettiği en önemli kurum Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB)oldu. Türkiye’deki Cami sayısı, din hizmetlileri sayısı ve Türk milletinin dinî konularda gösterdiği hassasiyet düşünüldüğünde MBK için DİB’nin önemi daha iyi anlaşılacaktır. Ancak MBK’nin, bu yönde herhangi bir girişimde bulunmadan önce DİB üzerinde bazı tasarruflarda bulunması gerekiyordu.

Çetinoğlu: Neler yapıldı?

Doç. Dr. Uzman:DİB Başkanı Eyüp Sabri Hayırlıoğlu 10 Haziran 1960 tarihinde emekliye sevk edildi. Yerine(17 yıldır İstanbul Müftüsü olarak görev yapan)Ömer Nasuhi Bilmen getirildi. Ancak Ömer Nasuhi Bilmen’in görev süresi de uzun sürmedi. Yaklaşık 9 ay kadar sonra 6 Nisan 1961’de Ömer Nasuhi Bilmen de “yaş durumu itibariyle görevini yapmakta yetersiz olduğu” gerekçesiyle emekliye sevk edildi. Ömer Nasuhi Bilmen’in yerine ise Hasan Hüsnü Erdem tâyin edildi. 1924 yılında kurulan DİB’nda 1960 yılına kadar yalnızca dört kişi görev yapmıştı. 27 Mayıs’tan sonraki süreçte bir yıl bile dolmadan meydana gelen bu değişiklikler, alışılmışın dışındaydı. Hatta bu kadar kısa sürede bu kadar sık değişiklik yapılması idarî anlamda bir istikrarsızlığın göstergesi olarak da yorumlanabilir.

MBK, 27 Mayıs askerî darbesini “27 Mayıs İnkılâbı” olarak değerlendiriyor, Türk ve dünya kamuoyunun da kendileri gibi düşünmesini istiyordu. Basın-yayın organlarının denetim altına alınması ve haber kaynaklarına müdahale edilmesi de halk nezdinde darbeye meşruiyet kazandırmak içindi. MBK, bu anlamda DİB’ndan da istifade etmeye karar verdi. Bugün olduğu gibi geçmişte de DİB’nın kamuoyu üzerindeki etkisi bir hayli fazlaydı. Bu etkiyi kullanmak isteyen MBK, bir yandan vaaz ve hutbe üzerinden darbeye meşruiyet kazandırmaya diğer yandan da 27 Mayıs aleyhine yapılacak propagandaların önüne geçmeye çalıştı.

MBK’nin bu amaçla faydalanmak istediği hutbe ve vaazlarkamuoyunun bilinçlendirilmesi ve yönlendirilmesi açısından son derece önemlidir. “Ülü’l-emr”meselesi ise bu önemi daha da artırmaktadır. Kuran-ı Kerim’de “Müslümanların Allah’a, Peygamber’e ve ülü’l-emre itaat etmesi emredilmekte (en-Nisâ 4/59)” ve “Müslümanların toplumun güvenliğiyle ilgili bir problemle karşılaştıklarında onu yaymak yerine kendilerinden olan ülü’l-emre götürmelerinin daha uygun olacağı, onlardan hüküm ve sonuç çıkarma hususunda yeterliliği bulunanların nasıl davranılması gerektiğini bilecekleri (en-Nisâ 4/83)” ifade edilmektedir.Prof. Dr. Talip Türcan Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi’ne yazdığı “Ülü’l-Emr” maddesinde bu konuda şu değerlendirmeyi yapmaktadır: “İlk ayetin bağlamı ülü’l-emr tabiriyle, devlet başkanı yanında üst yöneticilerin ve devlet yetkisini kullanan kamu görevlilerinin kastedildiğini göstermektedir. Çünkü bir önceki ayet, emanetlerin ehline verilmesi ve insanlar arasında hükmedildiğinde adalete uygun davranılması emrini içermektedir (en-Nisâ 4/58). Ayetin seriyye kumandanlığı hakkında indiğini belirten rivayet de bu tespiti desteklemektedir. Ayette Allah’a ve Resule itaat edilmesi ayrı ayrı ve mutlak olarak, ülü’l-emre itaat ise Resule itaat emrine atfen istenmektedir. Ayetin sevkindeki üslûptan hareketle ülü’l-emre itaatin de mutlak olduğu, ancak Allah’a isyan niteliği taşıyan durumlarda ülü’l-emre itaat edilmeyeceği hükmüne varmak mümkündür. Bu hükmü, ülü’l-emre itaatin ancak dinin ve hukukun ilkelerine uygun emirlerle sınırlı tutulduğunu, bunlara aykırı düşen taleplerin ise yerine getirilmemesi gerektiğini bildiren hadisler de teyit etmektedir.

Hatırlanacağı üzere 27 Mayıs darbesi Cuma günü yapılmıştı. Prof. Dr. İsmail Kara “27 Mayıs (1960) ve 12 Eylül (1980) ihtilalleri cuma günü yapıldı, 12 Mart (1971) ve 28 Şubat (1997) muhtıraları da cuma günü verildi. Son olarak e-muhtıra (27 Nisan 2007) da böyle mübarek bir günün akşamında oldu!” diyerek Cuma gününün tesadüfi olmadığına, özellikle seçildiğine dikkat çekmektedir. 15 Temmuz 2016hain darbe girişiminin Cuma günü yapılması da Prof. Dr. İsmail Kara’nın görüşünü desteklemektedir. “Çoğu kişibu ısrarlı tesadüfü Cumanın haftanın son iş günü olmasına bağlıyor.” diyen Prof. Dr.İsmail Kara, bu görüşte doğruluk payı olduğuna hak vermekle birlikte darbecilerin bu günü seçmesinde manevi ve metafizik unsurların da etkili olduğunun unutulmaması gerektiğini ifade etmektedir.

Nitekim Türk milletinin dinî hassasiyetinin bilincinde olan MBK’nin Cuma gününü seçmesinin tesadüfi olmadığı kısa süre içerisinde görülecektir. MBKBaşkanı Cemal Gürsel vaaz ve hutbe yoluyla kamuoyunu yönlendirmek üzere DİB’na talimat verdi. Bu talimata uygun olarak DİBmüftülüklerden “27 Mayıs İnkılâbının taşıdığı büyük mânânın halka ve köylüye kâfi derecede ve açık bir ifade ile vaizlerimizin vaazlarında, hatiplerimizin hutbelerinde ayet ve hadislere istinaden” anlatılmasını istedi. Üstelik bu yönde birçok defa uyarıda bulundu. Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri DİB Fonu’nda bulunan ve DİB tarafından Anamur Müftülüğü’ne gönderilen tamimlerde bu durum açıkça görülmektedir.

(DEVAM EDECEK)