DİYÂNET AKADEMİSİ!... (5)

Abone Ol
1949’dan i’tibâren, 1950’li yıllarda, yoğun bir şekilde açılmaya başlayan, İmam Hatip Okulları’nın açılışına öncülük eden ve maddî destek veren, İlim Yayma Cemiyeti, yola, “Müsbet İlimler Mücehhez, Zülcenâhayn,” (Müsbet İlimlerle donatılmış, iki kanatlı Papazı Müslüman yapacak din adamları yetiştireceğiz.) diye çıktılar. Fakat hele hele, 1950’li yılların, Tek Parti Mütegallibe, Millî Eğitim Bakanlığı’nın kontrolünde, bırakınız “Zülcenâhayn”, iki kanatlı din adamı yetiştirilemeyeceğini, aksine tek ayaklı topal ördek yetişeceğini çok geç anladılar. 
İlk uyanma, İmam-Hatip Okulları’nın açılışından yaklaşık, otuz, Yüksek İslâm Enstitüleri’nin açılışından 20 yıl geçtikten sonra olmuştu. 
633 Sayılı kanun gereği, Diyânet İşleri Başkanlığı’nda, istihdam edileceklerin, İmam-Hatip Okulu veya Yüksek İslâm Enstitüsü me’zunu olması gerektiğinde, maalesef bu okullardan me’zun olanların, Diyânet İşleri Başkanlığı’nın aradığı niteliklere sahip olmadıkları, bu kabil hizmetlere ehil ve lâyık olmadıkları anlaşılmıştı. 
Filhakîka, Diyânet İşleri Başkanlığı, İmam-Hatip Okullarından, önceleri, Yüksek İslâm Enstitüleri, daha sonraki yıllarda, İlâhiyat Fakültesi me’zunu olan, imam-hatip, Kur’ân Kursu muallimi, vâiz, müftü olmak üzere, kapılarına dayanan, imtihan’lara giren’lerin, aranan nitelikleri taşımadıklarını, liyâkat ve ehliyete sahip olmadıklarını kabul ettiği için, Hizmetiçi Eğitime ağırlık vermiş, daha sonra Diyânet Eğitim Merkezleri kurulmuştu. 
Diyânet Eğitim Merkez’lerinde, İmam-Hatip Okulları ve İlâhiyat Fakülteleri’nin aksine, “Meslekî ders’lere ağırlık veriliyordu.” (Meslek, “Meslekî Ders’ler” aslında benim kullandığım ta’birler değildir, bendeniz, dînî vazife’lerin, imam-hatip’lik, Kur’ân Kursu Muallimliği, vaiz’lik, müftülük gibi vazifelerin, marangozluk, torna-tesviyecilik gibi bir meslek olmadığına inanırım, onun için de “Meslek Ders’leri”, ta’biri yerine “İslâmî Dersler” demeyi tercih ederim. 
Diyânet Eğitim Merkez’lerindeki günümüz tatbikatı hakkında, çok geniş bir ma’lûmata sâhip değiliz. Her nedense, bir sır gibi saklanmaktadır. 
Ancak, ilk açıldığı yıllar’da, meselâ, İstanbul’daki Diyânet Haseki Eğitim Merkezinde, Kıraat Bilimleri, Aşere-Takrîp, Vücûh ilimlerinde, Mehmed Âşık Kutlu, Beyazıd Cami’i Başimamı, Hendekli, Hacı Hafız Abdurrahman Gürses, Fıkıh ilimlerinde, Şanlıurfa’nın eski müftü’lerinden Halil Gönenç Hoca gibi hocalarımız, ders okutuyordu ve İslâmî İlimlere öncelik veriliyordu. 
Zaman içinde, Diyânet Eğitim Merkezlerindeki eğitimin de tavsadığını, en azından eskisi gibi olmadığını tahmin ediyorum. 
Meselâ, Diyânet İşleri Başkanlığında, imam-hatip, Kur’ân kursu muallimi, vâiz, müftü olarak ta’yin edilenler, en azından, İlâhiyat Fakültesi me’zunudurlar. 
İlkokul beş yıl, imam-hatip birinci dönem 3 yıl, imam-hatip ikinci dönem veya normal lise 4 yıl, normal şart’larda ve zamanında bitirmiş ise, İlâhiyat Fakültesi 4 yıl, bütün programları zamanında bitirmiş olması şartıyla, eğitim müddeti 16 yıl... 
Diyânet İşleri Başkanlığında vazife’ye başladıklarında, imtihanla, Diyânet Eğitim Merkez’lerine alınıyorlar. Diyânet İşleri Başkanlığı nezdindeki bütün şahsî hakları bâki kalmak kaydıyla, bir nev’i eğitim bursu kabul edilerek, Diyânet Eğitim Merkez’lerinde eğitiliyorlar. 5 yıllık ilköğretim istisna edilince, ortaöğretim’de 7 yıl, lisans eğitimi en az dört yıl, 4 yıl da Diyânet Eğitim Merkez’lerinde lisanüstü kabul edebileceğimiz eğitim, toplamda 15 yıl, dînî ilimlerin tahsili, Osmanlı Medrese’lerindeki me’zûniyet sonrası, dersiâmlık olan medrese eğitimine muâdil bir eğitim süresidir. 
2010 yılında, Mer’iyete alınan Diyânet İşleri Başkanlığı, Yeni Teşkilat Kanunu ile imam’lık, uzman imam’lık, başimamlık, vâiz’lik, uzman vâiz’lik, başvâizlik, müftülük, uzman müftülük, başmüftülük gibi yeni yeni unvanlar getirildi. İki senedir, ara ara, uzman imamlık, başimamlık, uzman vaizlik, başvâizlik, uzman müftülük, başmüftülük imtihanları yapılmaktadır. 
Başvaizlik, başmüftülük imtihanlarına katılan vaizler, müftüler, önlerine konan beş satırlık, basit bir Arapça metni, i’rap ve ifade ettiği ma’na bakımından tahlil edemiyorlar. Osmanlı Medrese’lerinde, aynı müddet zarfında ta’lim ve teallümde bulunanlar, dersiâm, müderris oluyor, aralarından ba’zıları, ana dilleri gibi, Arapça eserler te’lif edecek kadar Arap diline ve İslâmî ilimlere hakkıyla vâkıf oluyorlardı. 
Diyânet Akademisi, Diyânet’e ne kazandıracaktır yâda Diyânet Akademisi, eksikliğini hissettiğimiz, kâmil, liyâkatli ve ehliyetli din hizmetlileri yetiştirilmesi için yeterli bir müessese olacak mıdır? 
Diyânet Akademisi’nden önce, zihinlerin berrâklaşması, zihinlerdeki bulanıklığın giderilmesi gerekiyor. 
İlim Yayma Cemiyeti’nin, İmam-Hatip Okulalrı için tâ baştan koydukları, “Müsbet İlimlerle Mücehhez, Zülcenâhayn”, (Papazları Müslüman Yapacak, Din Adam’ları Yetiştirmek) hedefine ulaşılamamıştır. 
“Müsbet İlimlerle Mücehhez, Zülcenâhayn”, din hizmetlileri ortada... 16 yıllık, dinî eğitime rağmen, konulan beş satırlık bir ibâre’yi tahlil etmekten âciz durumda... 
“Papaz’ları Müslüman Yapacak Din Adamları”, mes’elesine gelince, 63 yıllık uzun bir zaman zarfında, bu “Müsbet İlimlerle Mücehhez, Zülcenâhayn” kardeşlerimiz nerede ve ne zaman, kaç Papazı Müslüman yaptılar, bilmiyoruz. Ancak Marmara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi’nde, bir ilâhiyat öğrencisinin tanassur ettiğini, Hıristiyanlığı kabul ettiğini, aynı fakültede uzun yıllar hocalık yapmış, pek muhterem bir hocamızın yazdığı kitap’tan öğreniyoruz. 
Aynı fakültenin hocalarından ba’zılarının, Dinlerarası Diyalog, Semâvi Dinler, İbrâhimî Dinler gibi fitnelerin başını çektiğini, Müslüman genç’lere, hâşâ, Hazreti Muhammed’i tekzip etmemek şartıyla, günümüzde de, Haz.Musâ’ya, Hazreti İsâ’ya ve onların şerîa’tlerine uyarak cennete girebilirsiniz,” diye fetva verenler, Musevî Müslüman, İsevî Müslüman yetiştirmeye soyunan hocaları biliyoruz. 
Diyânet İşleri Başkanlığı’nın din eğitimi konusunda, İmam-Hatip Okulları kurucularının temelde koydukları hedef bakımından aynı zihniyette olduklarını üzülerek tesbit etmiş bulunuyoruz. Nitekim, Diyânet İşleri Başkanı Prof.Dr. Mehmed Görmez Hocamız, bir gazete’ye verdiği mülakatta, “Din cehâlet kabul etmez. O yüzden sağlıklı din eğitimine önem vermek lâzım, Türkiye’de din eğitimin bir ayağını imam-hatip liseleri oluşturuyor. Bu okulların sistemi aslında bütün İslâm dünyasına örnektir. Çünkü din ilimleriyle fen ilimlerini birlikte veriyor. Bir insan sadece fen’e yoğunlaştığı zaman, ma’neviyyatı, metafiziği dışlayabiliyor. Sadece din ilimlerine yoğunlaştığı zaman ise, çağ’dan ve gerçeklikten kopuyor. Ama birlikte olduğu zaman daha dengeli bir insan tipi oluşuyor.” demektedir. 
Bu zihniyetten vazgeçilmeli, öncelik İslâmî ilimlere verilmelidir; Günümüzde, gençlerimizin fen bilimlerine ulaşmaları fevkalâde kolaylaşmıştır. İnternet ortamı, sanal âlemde bu bilgilere ulaşılabildiği gibi, açıktan eğitim metod’larıyla da bu eksiklikler giderilebilir. 
Din eğitimde ağırlık, sizin meslek ders’leri dediğiniz, benim, İslâmî ilimler dediğim ilimlere verilmelidir. 
Amerika’yı yeniden keşfe ihtiyaç yoktur; asırlardır denenmiş ve çok başarılı bir şekilde uygulanmış olan Osmanlı Medrese metodundan niçin vazgeçelim. Tâ başından beridir, “Nasara, Yensuru, Darabe, Yadribü” ilmi diye dudak büktüğümüz metod, İslâmî ilimlerin tahsili için en iyi ve vazgeçilmez bir metod’dur. 
Üstelik, 4+4+4 eğitim sistemi, bu metodun uygulanabilmesi için iyi bir fırsattır. İlkokul’dan sonra, 5. sınıftan i’tibâren, Emsile, Bina, Maksûd, Avâmil, Izhar ve Kâfiye gibi temel kelime yapısı, cümle yapısı’ndan, kısaca Sarf ve Nahiv’den başlayarak bu dört yıllık müddette, eskilerin “Metin’ler” dedikleri, temel fıkıh ve i’tikad kitaplarını tahrir edebilecek bir seviye’ye gelmelidirler. 
İlâhiyat Fakülte’lerine bu seviyedeki talebe kaydedilmesi halinde bu dört yıllık lisans eğitiminde, en az İlm-i Kelâm’dan Ömer Nesefî’nin metni ve şerhini, Belegatta, Telhis ve Muhtasaru’l-Meânî, Fıkıh’ta, Aziz Milletimizin yüzakı, bir Türk âlimi, Molla Hüsrev’in te’lifi, Dürer’i, Usûl-ü Fıkıh’ta en azından, Muhtasaru’l-Menânî’yi okutabilecek, tahrir edebilecek seviye yükselmelidirler. Diyânet Akademisi eğer kurulursa, bir ihtisas müessesesi olmalıdır. 
Günümüzde, anlamakta zorlandığımız İslâmî ilimlere ait kitap’ların te’lif edildiği yıllar’da, olmayan, asrımızda zuhur etmiş, İslâm’ın, İslâm âlimlerinin mutlakâ çözmesi gereken problemler vardır. Bu problemlerin çözümü için, birincil delil, Kur’an ve Tevâtür derecesindeki Hadis-i Peygamberi, yine birincil delil, Kur’an’a göre delil ve fakat ikincil delil, Kur’ân ve hadiste hüküm bulunmuyorsa, Ulema’nın ittifakıyla, İçmâ-i Ümmet, hâdiseler arasındaki illiyet bağı dolaysiyle Kıyâs-ı Fukahâ gerektiğinde, yukarıdaki delillere ters düşmeyecek kararlar ve fetvâlar verilebilmesi için, gerçek İslâm âlimlerine, İslâmî ilimlerin mütehassıslarına ihtiyaç vardır. 
Yeni bir hamle, yepyeni bir zihniyet... Başarının anahtarı olacaktır...