Yeni yılın ilk günlerine tesadüf eden mezkûr makalemi daha değişik ve okuyucularımı neşelendiren bir konuya ayırmayı çok isterdim. Ancak, bir gençlik derneği tarafından tertiplenen “Yılbaşı kutlamalarını protesto eden” bir miting tertiplenmiş ve Hıristiyanlığı yersiz yere yerici, aşağılayıcı ifadelere yer verilmiş olması, bendenizin, mezkûr konuya temas etmeme sebep olmuştur. 
Dolayısıyla, münevver İslâm kardeşlerimle, değerli okuyucularımı bu konunun dışında tutarak, makalemde konu olan vak’anın sahiplerine ve yalnız esas sahiplerine hitap edildiğini alenen arz ederim efendim! 
Tarihi İstanbul Üniversitesi kampüsü önünde toplanan bir grup öğrenci, yılbaşı kutlamaları bahanesi ile Hıristiyanların inançları ve Hz.İsa (AS)’yı temsil eden ve de bir devrin “idam sehpası” olarak bilinen, Türkçesi (Haç) Ermenicesi ise (ĞAÇ) olan bu nesnenin Hz.İsa (AS) efendimizin üzerinde: “Bileklerinden ve iki ayak bileğinin üst üste getirilerek feci bir şekilde çivileyip ölüme terke edilmesi” sebebiyle, biz, Hıristiyanların mezkûr nesneyi bir sembol olarak değerlendirmelerinden sonra, Hıristiyanlığın bir mukaddes sembolü olarak seçilmiştir. 
Hıristiyanlığın ilk yıllarında yanî Hz.İsa (AS) henüz aramızda iken, Hıristiyanlığın sembolü (Balık’tı) ve Efendimizin çarmıha gerilmesinden sonra, sembol olarak Haç alınmıştır. 
Ayrıca meselenin en enteresan tarafı da: İslâm Dininin, bu aziz Peygamberin Çarmıha gerilmesini kabul etmeyip; duruma şahit olanların aynı yerde idam edilen bir haydut’u, Hz. İsa (AS) Efendimize benzetmeleri ve o an asıl Peygamber’in Hz.Allah (C.C.) tarafından göğe alındığını belirtmekle, mezkûr Peygambere Hıristiyanlardan daha ziyade değer verdiğinin en açık ifadesidir. Dahası, Kur’ân-ı Kerim’in, gökten indiğine inanıldığına göre ki, öyledir. Bendenizi kimse yalancılıkta itham edemez. Çünkü: (Nasıl yazılmışsa, öyle bilinir, ne bir eksik, ne bir fazla!)
Devletimizin pek vahim günler yaşadığı bu dönem içinde sizlerin tek ilgi alânı Noel Baba mı olmaktadır!?.. Bu nasıl bir iştir, nasıl bir inancın ürünüdür ki, insanlara sevgi yerine düşmanlık aşılıyor!?.. 
Yüce İslâm Dini, kavimler arasında sevgi ve saygı olmasını, hoşgörülü hareket edilmesini emreder. Buna rağmen bir avuç üniversiteli genç, İslâm dininin emrine rağmen kalkmış başkalarının inançlarına, örf ve adetlerine en ağır şekilde hakaret ederek, İstanbul Üniversitesi’nin Kampüsü önünde protesto edilmesinin bu ne ilki ve öyle sanıyorum ki, ne de sonuncusu olacaktır. Zira, Bâyezid semtindeki tarihi İstanbul-Üniversitesi’nin zaman, zaman enteresan olaylara sahne olması, mezkûr Üniversite’nin galiba kaderi olacak ki, üniversite binası, tarihi boyunca muhtelif hadiselere sadece şahitlik değil, aynı zamanda vak’anın mahalli olmuştur... 
Her ne ise, bu protesto mitingi yapan gençlerin sıradan gençler olmayıp, üniversite talebesi olmaları, bizim vak’aya bakış açımızı haliyle değiştirmekte ve böyle giderse zaman içinde daha ciddi olaylara yol açılabileceği endişesine sevk etmektedir!.. 
Biz niçin böyle düşünüyoruz? Böyle düşünüyoruz çünkü, maddi, manevi hemen her değerimizle birlikte canımızı, malımızı Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin adaleti ve himayesine teslim etmiş durumdayız. Ancak, mezkûr hükümet ile daha önceki hükûmetler dahil, hemen hepsi de bizleri hiçbir surette kale almamış ve bir sığıntı muamelesine tabi tutarak, her daim kendi kaderlerine terk etmekte bir beis görmemişlerdir!.. 
6-7 Eylül hadiseleri böylesine boş vermenin neticesi olarak zuhur imkânı bulmuştur... İstisnaları tenzih ederim, çoğunluk biz Gayr-i Müslimleri ülke’nin kaymak tabakası olarak değerlendirirler ve en lüks semtlerde, en kazançlı işlerde her daim ön planda olduğumuza inanırlar. Bu inancı göre: “Türk insanı çalışır ve onlar yer!” 
Bir ülke tasavvur edin ki, vatandaşları “din kardeşi esasına göre” hareket ederek, azınlık teşkil eden Gayr-i Müslimlere yabancı gözü ile bakıyor ve buna rağmen “halkın bir kısmının dayanışması” sayesinde, Gayr-i Müslimler mezkûr ülkede varlıklarını sürdürebiliyor ve zaten başka çareleri de yoktur. Zira, Müslim ve Gayr-i Müslim hemen hepsi de Anadolu insanıdır ve de onların bir tek vatanları vardır ve bu vatanın adı “TÜRKİYE” dir. 
Buna rağmen, Müslüman kesimden, bilhassa Türkiye’nin siyasî alanda zor durumda kaldığı dönemlerde Gayr-i Müslimlere karşı tatsız bir hava estirilir ve bunun kimler tarafından yaptırıldığı da bilinmez veya siyaseten öyle görülür. 
Ancak, bütün bu siyasî oyunların ardında yatan acı gerçek açıkça şudur: “Türkiye’nin parçalanıp, son Türk yurdunun tamamen yok edilmesi!” Gerçi bu yeni bir vak’a değildir ve asırlardır buna uğraşılmaktadır ama, bir türlü gökten kemik yağmamış ve Cenabı Hak her daim, hak yolunda yürüyenin yardımcısı olmuştur. 
Ancak, bu hınzır oyuncuların hâlâ aynı oyunu devam ettirmeleri, ülkemiz idarecilerinin bilhassa azınlık konusunda her daim toleranslı hareket etmeleri, bizlerin de şeref ve haysiyeti olduğunu pek kale almamaları, Türkiye’nin aleyhinde gelişmelere olumlu açıdan katkıda bulunmaktadır... 
Bu üniversiteli gençlerin yürüdükleri yol ve inançları tek kelime ile külliyen yanlış ve tehlikeli bir gidiştir. Bu çocuklar, İslâmi inançtan güç aldıklarını sanmakta ve fakat, inançları sakat bir fikrin mahsulü olduğunu anlayabilmekten hayli uzak bir saplantıya istemeden hizmet verdiklerinden habersiz yaşamakta ve böylece bilmeyerek, hatalı da değil, tamamen karanlık bir inancın neferleri olarak, hâşâ İslâm’a hizmet verdiklerini sanmaktadırlar. 
Biliyorum, vatanımız Türkiye siyaseten pek zor bir dönem geçirmektedir dolayısıyla, bir Noel konusu böyle bir zamanda pek değer taşımaz. Biz diyoruz ki, asıl böyle bir zamanda bu konunun bir an evvel selamete eriştirilmesi, Türkiye’mizin “Millî Bütünlüğü” açısından son derece önemlidir!... 
Gazi Hazretleri’nin dönemi hariç (1923-1938) ondan sonraki hemen her dönem bizler her daim hor görülmüş, normal vatandaş sayılmamış ve her daim “Azınlık” olarak değerlendirilmişiz. Bu bir gerçektir ve bu gerçeği inkâr etmek hemen hiçbir şeyi değiştirmez!.. 
Türkiye’de “dinler arası tefrik” ülkemize, sadece bölücülüğe yol açan bir akım getirir ki, böyle bir durumda “Millî Birlik ve Beraberlik” açısından hemen hiçbir başarı sağlanamaz!.. 
Aklımın ermeye başladığı (5. Yaşımdan) itibaren: (“Gâvur!”, “Türk düşmanı!”, “Bizi arkadan vurdunuz!”) gibi, menfi deyimlere, her zaman muhatap olduk. 
Bendeniz, eşsiz tabilikte bir akvaryum denebilcek özellikleri olan meşhur Marmara denizinin sahil incilerinden Yeni-Kapu semtinde doğmuşum. Bendenizin, anılarında yer alan ve hiç silinmeyecek olan bu şirin sahil semti, Türkleri de, Ermenileri de bir arada yaşatan İstanbul’un sayılı mahallerindendi. Mahallerindendi dememizin tek bir izahı vardır: (1957 İstimlak hareketinin bu güzelim tarihi semti kör kazma darbeleriyle bir-iki ay içinde yoklara gönderebilmiş olmasıdır!..) 
Bu semt gibi muhtelif semtlerin “İstimlak hareketi” günlerinde kör kazmalarla kısmi değişikliklere uğratılmış ve bu yolla İstanbul’un yerli halkı ile göçmenlerin harmanlanmasıyla, İstanbul’un kendine has dokusu temelden bozdurulmuştu... Bozdurulmuştu diyoruz, zira İstanbul sadece istimlâk bozgununa uğramamış, aynı zamanda “kültür değişimine” uğratılmış ve böylece, Osmanlı Türkiye’sinden hiçbir şey kalmaması için bilhassa dikkat edilmiştir!.. Denecektir ki: “Anadolu kültürü de bizimdir, o halde değişen ne?...”
İstanbul kültürü, Anadolu kültürünün süzgeçten geçirilmiş olanıdır ki, Türkçenin yeni bir ruh kazanarak edebiyat lisanı olmasında bunun rolü büyük olmuştur. Osmanlı-Türk Devleti’nin en değerli kültür ocaklarının hemen başında gelen, Saray erkânının Devlet idaresini, yöneten sınıfın idare mekanizmasını teşkil eden bölüm, “Enderun-u Hümâyun”un iki işlemi vardı: seçme idareciler yetiştirir ve onların çoğunu da kendi bünyesi içinde değerlendirirdi. 
Bu özelliklerine ve altı asır cihana hükmetmesine rağmen; iç çekişmeler, ikbal uğruna, tam bir basiretsizlik içinde, malûm hırslarını vatana ihanete kadar vardıran seviyesizlikler vs. koca bir İmparatorluğu, temelden yıkmış ve de tarihin tozlu sahifelerine göndermiştir... 
Günümüzde ise bugünün Türkiye’si hemen, hemen aynı konumda olup, kardeş kardeşi boğazlamaya çalışmakta, gözleri dönmüş Parlamenterler ne ettiğini bilmezmişçesine, hasım kabul ettiği karşı cenahı, ipe gönderebilmek için adeta kendini parçalamaktadır!.. 
Türkiye ve bütün dünya akıl almaz akımlar ve terör hareketleri içinde yarınları meçhul girdaplara doğru sürüklenirken, bizde gözü dönmüş iktidar hırsı ile kıvranan politikacılarımız, nasıl bir yanlışın içinde olduklarını bir türlü anlayamamakta ve böylece Türkiye’miz, asırlara dayanan koca tarihinin en karanlık günlerini yaşamaktadır... 
Hâl böyle iken, bir gurup üniversiteli genç, yılbaşı şenliklerine kafayı takmış ve bunun hırsını da, “Noel Baba” ile Hıristiyanların inançlarından almaya kalkışmışlar!.. 
İlk şu hususu öğrenmemiz lâzım: “Yılbaşı şenlikleri”nin ve Noel Baba’nın Hıristiyanlıkla bir bağlantısı yoktur. Noel Baba adıyla anılan şahısın asıl adı Aziz Nicholaos’dur. M.S. 300’e yakın bir tarihte: “Türkiye’nin Akdeniz kıyılarında önemli bir kent olan Patara’da doğmuştur.” 
Son derece zengin bir aile’nin oğlu olan Aziz Nicholaos, babası vefat ettikten sonra, muazzam bir servetin sahibi olarak, fakir ailelere yardım etmeyi bir borç bilmiş ve yardıma muhtaç ailelere yardım elini uzatarak onları sevindirmekten mutluluk duymuş. Son derece fakir bir ailenin üç kızı varmış ve evlenme çağına gelen büyük kızları maddi yetersizlikten evlenememekteymiş, bu durumu öğrenen Aziz Nicholaos, gizlice gelerek, fakir evinin açık camından içeri bir altın kesesi atıp, geldiği gibi yine sessizce uzaklaşmış. Daha sonra diğer iki kızın da çeyizlerine katkıda bulunmak isteğiyle, tekrar aynı eve gelmiş ve bakmış ki tek bir cam dahi açık değil. Bu sefer ki yardımını da evin bacasından içeri atarak, o kızların da gönlünü hoş tutmuş. 
Kendisi için bir Manastır inşa ettiren Aziz Nicholaos, fakir fukaraya yardım etmeyi adet hâline getirerek, ömrünün sonuna kadar bu tutumunu devam ettirmiş.
Şimdi sorulmaz mı: asırlar sonra birtakım taktiklerle yılbaşı gecesini şirret sofraları, kumar masaları vs. daha akla gelmedik binbir rezalete çanak açan bir takım iblisler çıkıp da böylesi şirretliklere öncü olmuş ve böylece umum insanlık (istisnalar kaideyi bozmaz) rezil bir hayata sürüklendirilmiş ise, bunun günahını, vebalini Hıristiyanlık dünyasına mı, yoksa mekânı cennet olsun, Aziz Nicholaos’a mı yüklemek lâzımdır?.. 
Bakıyoruz ki; bizim ülkemizde “Müslim, Gayr-i Müslim” ayırımı bilhassa son seneler içinde, büyük çapta tehlike arz etmeye başlamıştır!... Bu durum, hayır’a alâmet değildir!.. 
Bilhassa “6-7 Eylül” hadiselerinin meydana getirmiş olduğu “Maddi-Manevi” zararların meydana getirdiği bilanço, Devletimiz açısından hiç de hayırlı olmamış ve bu kara günün acılarını unutturabilmek için, Devletimiz büyük çapta çaba sarf etmiştir. 
Bunu her zaman yazdım ve yine yazıyorum: (Dinler arası sürtüşmeler hiçbir zaman, hiçbir millete hayır getirmemiştir!...) Bahsini ettiğim gençler, belli ki, dünya dinlerini ve ülkelerdeki toplumların farklı inançları olmasına rağmen, birlikte yaşamayı yeğlemişler ve de bu kurala uymayan ülkeler ise; iç savaşlar nedeniyle, kan gölüne dönmüş harabelerle birlikte, dehşetengiz bir görüntü ile diğer ülkelerdeki insanları, adeta uyarmaktadırlar!... 
Bizce, bu talihsiz gençlere ilk “İslâm’ın sonsuz faziletlerini öğretmek ve İslâm’ın ayırıcı değil, birleştirici özelliklerini onlara bir, bir öğretmek lâzımdır!..”
Yılbaşı şenliklerindeki rezil görünümüne bendeniz de her daim karşı çıkmış ve protesto eden makaleler yazmışımdır ki, saygıdeğer, meslektaşım, Mehmed Şevket Eygi üstadımız da zaman, zaman mezkûr makalelerime bizzat sahip çıkarak, kendi gazetelerinde değerlendirmişlerdir. 
Böylesi katılık içinde hareket eden ve de üstelik üniversiteli gençlerimiz, şöyle bir silkinip de etraflarına bakabilseler neler, neler görecekler ve böylesi katı tutumlarından uzaklaşacaklardır!.. 
Şöyle bir baksınlar, Avrupa ülkelerinde Türk asıllı gençler, bulundukları ülkelerde “Millet Vekili ve hatta Bakan” dahi olabilmektedirler. Bizim ülkemizde ise, ibreti alem için bir tek Gayr-i Müslim Millet Vekili maalesef yoktur!... 
Sık, sık demokrasiye saygı duyduğumuzu, ülkemizin demokratik bir yapıya sahip bulunduğunu yazar dururuz... Sonra da şöyle bir etrafımıza baktığımızda, onun tam aksi akımların birbirleriyle adeta yarış halinde olduklarını görüp, şaşar kalırız!?... 
Yüce Devletimize arzımızdır: (Değerli ülkemizde “Irk ve Din ayırımını” barındıran, illegâl kuruluşlar varsa, bunlar susturulmalıdır. Aksi takdirde, cümle milletimizin canı yanabilir, durum iç harbine sürüklenebilir, diyoruz!..)
Saygıdeğer okuyucularım, yeni bir makalemde buluşabilme umudu ile cümlenize hayırlı yarınlar diliyorum efendim.