İman - küfr / inanç - inkâr karşılaştırılması; âhirette / öte âlemde Cennet - Cehennem gibi sonuçlar verir. Bunun gibi, dünyada da iman / inanç; mânevî bir Cenneti temin eder. Ölümü bir terhis  tezkeresine çevirir. Küfür / inkâr ise, dünyada bile mânevî bir Cehennem olduğunu gösterir; insanın asıl saadet ve mutluluğunu mahveder, yıkar. Ölümü; ebedî / sonsuz bir idam / yok oluş hâline sokar. Nitekim bu hususların, kesin bir şekilde his ve görgüye dayandıkları ispatlanmış ve kanıtlanmıştır.

    İsterseniz başımızı kaldırıp bu kâinat ve evrene şöyle bir bakalım. Ne kadar tren hükmünde gezegen, otomobil, uçak ve gemiler var. Onlar; başıboş oldukları, rastgele hareket ettikleri sanıldığı nisbette, ne kadar korku ve sıkıntı vereceği, bizler için nasıl bir tehlike doğuracaklarını düşünmek bile, bizleri çileden çıkarır. Sokağa çıkmaya korkar, sokakta yürümeye cesaret edemeyiz. Zira çarpmaları, ezmeye kalkmaları an mes’elesidir.

    Ama onların başıboş olmadıklarını bildiğimiz, kendi başlarını hareket etmediklerini ve edemiyeceklerine inancımız tam olduğu için, rahatça sokağa da çıkar, çekinmeden emniyet içinde yürürüz de.

    Ezelî Kudret olan Allah’ın karada, denizde ve havada nizam ve hikmetle / birer gaye ile halk edip yarattığı sayısız yıldızlara, kürelere de bir bakalım. Onları da akıl edelim. Hele bir de sayısız, silsile hâlinde meydana gelen hadise ve olayları gözden geçirelim. Onlara da iki şekilde bakıp düşünebiliriz. Onlar ya kendi başına buyruklar, ya da bir Hakimi Mutlak / Mutlak Hakim olan Allah’ın kudret eli arasında kayıtlı kuyutlu olduklarını bilir ve rahat oluruz. Aksi takdirde titrer dururuz.

     Kaldı ki, şehadet yani görünür âlem ve cismanî kâinatta olduğu gibi, ruhanî ve mâneviyat âleminde de, Ezelî Kudret’in yarattığı daha acîp, daha şaşırtıcı zincirleme benzerleri vardır ki, aklı olan bunu tasdik eder, gözü bulunan çoğunu görebilir.

     İşte kâinat / evren içindeki maddî-manevî tüm bu silsileler; imansız / inançsız olanlara; hücum ediyor, saldırıyor, tehdit ediyor, korku veriyor gibidir. İnançsız olanların maneviyatlarını; -bu yanlış anlamaları yüzünden- yerle bir ediyor. Onları var sandıkları görüntüler içinde boğuyor sanki. 

     Bütün bu hâller; inançsızları huzursuzluk ve endişelere gark eder panikletirken; inançlıları değil tehdit ve korkutmak, aksine onlara sevinç ve saadetler veriyor, onlara ümit ve kuvvet aşılıyor. Olayların birer hikmet tahtında cereyan etiğini düşündüklerinden; olanları ünsiyetle / alışıklıkla karşılıyor; gerekeni yapmak kaydıyla ibret almaya yönlendiriyor.

     Çünkü iman ve inanç sahipleri; iman gözüyle baktıkları için, o sayısız olaylar dizisi içinde; zamanın Herkül ve Rüstemlerinin, korkudan ödleri koptuğu gibi, maddî-mânevî tren hükmündeki olaylar zinciri karşısında sarsılmıyor, ürkmüyor ve korkmuyorlar. 

     Nitekim, Feza ve Uzay’da yüzen sayısız gezegenleri korkuyla değil, tefekkürle seyrediyor. Başıboş olmadıklarını, gemlerinin ilahî bir intizam ve nizamın elinde olduklarının inanç ve bilinciyle; o heybetli manzara ve görüntüler istiflerini hiç mi hiç bozmuyor. Yular ve dizginsiz olmadıklarının bilinciyle, sadece seyirde kalıyor. İlâhî haşmet karşısında huşu ile eğiliyorlar.

     Evet insanlar onların; insana zarar veremiyecekleri gibi, birbirlerinin sınırlarını da aşamıyacaklarını biliyor, görüyor ve anlıyor. 

     İşte bilgisizlik ve inançsızlık insanları; günümüze çağlar gerisinden çağlar atlatarak, yani tayyı zaman ettirerek eski halleriyle çıkartılan o efsane kahramanların durumuna düşürüyor. İnançsız, imansız ve dinsiz insanları; Herküllerin ve Rüstemlerin seviyesine indiriyor.

     Oysa inançlı / imanlı kişiler; kâinat ve evrendekilerin mükemmel san’atlarını ve İlâhî güzelliklerini görür. Haşyet duymak ve korkmak yerine, hayretle temaşa ve seyrin tefekkürlü bakışına dalar, manevî kuvvetle dolar, ebedî saadetin bir nümune ve örneğini zevkle tadar.

     Sadede gelirsek; dinsiz milliyetin ne kadar eksik ve yavan olduğunu anlar. Milliyetin ancak dine kale oluşuyla, aynı zamanda kendi devamını da sağlayabileceğini, kesin ve güzel bir şekilde idrâk ederiz. Velhasıl, boş bir kale kendini savunamıyacağı gibi; din, iman ve inançtan soyutlanmış bir milliyetin de, kendini müdafaa edemiyeceği izahtan varestedir.