Ene’nin bir veçhini / yönünü din tutmuş gidiyor, diğer veçhini / tarafını menfî / olumsuz felsefe tutmuş geliyor demiştik.

     Birinci vecih olan din; ubûdiyet-i mahzanın / tam ve gerçek kulluğun menşei / kaynağıdır. 

     Çünkü, ene / ben ve benlik; kendini abd / kul bilir. Başkasına hizmet eder, anlar. Mahiyeti / hizmeti harfiyedir. Harfler gibi, başkasının mâna ve anlamını taşıyor diye fehmeder / anlar.

     Vücûdu / varlığı tebeî / başkasına bağlıdır. Yani başka birinin vücûdu ile kaim / ayakta durur. Başkasının icadı / var etmesiyle ortaya konduğuna inanır. 

     Malikiyeti / sahipliği, vehmiye / varsayımdan ibarettir. Yani kendi malikinin izni ile sûrî / geçici, muvakkat / az bir zamanla sınırlı bir malikiyeti vardır bilir.

     Hakikati / gerçekliği zılliyedir / gölge olmaktan başka bir şey değildir. Yani, hak ve vâcip / zorunlu ve gerekli bir hakikatin / gerçeğin cilvesini / yansıma ve görüntüsünü taşır. 

     Varlığı ile yokluğu imkân dairesindedir. Allahın var etmesine bağlıdır. İlahî tercih ile meydana gelen mümkin. Miskin / zayıf bir zıll / gölgedir.

     Vazife ve görevi ise, kendi Hâlık’ı / Yaratıcısının sıfât / sıfatları ve şuûnâtına / iş, işlem, fiil ve hareketlerine bir mikyas / kıyas ve ölçüdür. Şuurkârâne / bilerek, anlayarak yaptığı bir hizmettir.

     İşte enbiya ve enbiya silsilesi / zincirindeki asfiya / ilim ve ibadetle yüceliğe ulaşanlar, evliya / Allahın sevgisini kazananlar, yani Allah dostları; ene / ben ve benliğe bu şekilde bakmışlar, böyle görmüşler, hakikati / gerçeği böyle anlamışlar.

     Bütün mülkü Malikü’l-Mülk’e / mülkün hakikî sahibi olan Allah’a teslim etmişler. 

     Ve hükmetmişler ki, o Malik-i Zülcelâl’in / her şeye hükmeden, her şeyin sahibi olan Allah’ın mülkünde / sahip olduğu ve hükmettiği şeylerde şeriki / ortağı yoktur. 

     Rububiyetinde / Allahın yarattığı mahlûkları, hâlden hâle geçirerek terbiye etmesinde, yardımcısı yoktur. 

     Ulûhiyetinde / her şeyi tam olarak idare ve tasarruf etmesi, yani İlahlığında nazîri / benzeri yoktur.

     Muin / yardımcıya ve vezîre / iş ortağına, işleri idarede yardımcıya muhtaç değildir. 

     Çünkü her şeyin anahtarı O’nun elinde. Her şeye kadir-i mutlak / güç ve kudreti sınırsız. Her şeyi yapabilen bir Allahtır. 

     Esbap / sebepler bir perde-i zahiriye / görünüşte olan birer perdedir. 

     Tabiat, maddede hükmeden kanunlar, canlı cansız varlıklar; birer şeriat-ı fıtriyesi / Yaratıcının koyduğu kaide ve kurallardır.

     Tabiat, kanunların bir mecmuası / toplanıp biriktirilmiş, tertip ve tanzim edilmiş şeylerin tamamıdır.

     Tabiat, kudretinin bir mistarı / cetveli, bir şeyi ölçmeye yarayan âletidir.

     İşte şu parlak nuranî / nurlu, güzel yüz; hayattar / canlı ve manidar / anlamlı bir çekirdek hükmüne geçmiş. 

     Hâlık-ı Zülcelâl / kudret ve azamet sahibi yaratıcı Allah; bir şecere-i tuba-i ubudiyeti / kulluğun kökleri Cennette, dalları dünyada olan ibadet ağacını, ondan halk etmiş / yaratmış. 

     Onun mübarek dalları; âlem-i beşeriyetin / insanlık âleminin her tarafını; nuranî / nurlu meyvelerle tezyin etmiş / süslemiş. Bütün zaman-ı mazideki / geçmiş zamandaki zulümatı / karanlıkları dağıtmıştır. 

     O uzun zaman-ı mazi / geçmiş zamanın; felsefenin gördüğü gibi, bir mezar-ı ekber / büyük bir mezar, bir ademistan / yokluk, hiçlik yeri olmadığını gösterir.

     Belki değil muhakkak ki, istikbale / geleceğe ve saadet-i ebediyeye / ebedî, sonsuz huzur, saadet ve mutluluğa atlamak için, ervah-ı âfilîne / fani, gelip geçici, ölümlü ruhlara; bir medar-ı envar / nurlanmaya sebep ve vasıta olduğunu gösterir. 

     Muhtelif / pek çok, ayrı ayrı basamaklı bir miraç-ı münevver / nurlu bir miraç olduğunu gösterir. 

     Ağır yüklerini bırakan ve serbest kalan ve dünyadan göçüp giden ruhların; nuranî / nurlu bir nuristanı / nur memleketi ve bir bostanı olduğunu gösterir.