Çünkü Osmanlı Devleti, 

     Şah İsmail’in Osmanlı Devleti’ni zaafa uğratmak için 

     Dini; propaganda aracı olarak 

     Nasıl kullandığını çok iyi biliyordu.

     Halkın yüzünü İstanbul yerine, 

     Tebriz’e nasıl çevirdiklerini çok iyi biliyordu.

     Halkın İstanbul’a değil de, 

     Tebriz’e vergi verir hâle nasıl getirildiğini iyi biliyordu.

     Keza / bunun gibi 31 Mart isyanında, yabancıların müslüman kılığında, 

     Din sloganlarıyla, halkı nasıl kışkırttıklarını, 

     Devlete karşı nasıl galeyana getirdiklerini çok iyi biliyordu.

     Evet İslâm; cehaleti giyemiyor, bilgisizlikle yapamıyor, 

     Yanlışlıkla beraber olamıyordu.

     Aksi takdirde kör bir kılıç olup; 

     Kötü niyetlilerin elinde kötü bir oyuncak 

     Ve zararlı bir âlet olmaktan kurtulamıyordu.

     İşte Osmanlı Devleti’nin, tarihten tevarüs ettiği / tarihten edindiği 

     Binbir tecrübesi vardı. 

     Asır-dîde / iyi kötü, ne asırlar görmüş geçirmiş bir devletti.

     Geleceğini tehlikeye atamaz. 

     Suiniyet sahibi / niyeti bozuk kişilere 

     Millete hitap edecek  kürsülerin başında yer veremezdi.

     Bu kişileri, camilerin mihraplarına geçiremezdi. 

     Bu tipleri mescitlerin minberlerine çıkaramazdı.

     Orta Yol olan İslâmı; ifrat - tefrit / fazla ileri giden - fazla geri kalan 

     Ölçüsüz kimselerin uhdesine / eline bırakamazdı.

     Osmanlı Devleti biliyor ve bildiriyordu ki, Musevilik yetmiş bir fırkaya / guruba / 

     Farklı izah erbabına ayrıldığı için tahrife uğramış. Bozulmuş. Asliyetini kaybetmişti. 

     Osmanlı Devleti biliyor ve bildiriyordu ki, Hristiyanlık yetmiş iki fırkaya / guruba / 

     Değişik yorumlara imkân verdiği için, zamanla eski asıl hâlini kaybetmiş. 

     O da ilahî defterden silinmişti.

     İslâmiyete gelince o da -kimisinin artık mensubu kalmayan- yetmiş üç fırkaya / guruba /

     Açıklayıcı birimlere ayrılmıştır.

     Bunlardan biri, Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat’tir. Bizzat Hz. Peygamber’in yoludur. 

     Hak ve Haktadır. Ehl-i Necat / Kurtuluş Sahipleri’nin yoludur. Vasat / Orta Yol’dur.

     Diğer yetmiş iki fırka / gurup Fırak-ı Dâlle’dir / Dalâlette olan 

     Sapık, bozuk fırka ve bölüklerdir. Yanlış yoldadırlar.

     Nitekim Fatiha sûresinde bunlardan; Mağdûb / Gazaba uğrayanlar, uğramış olanlar 

     Ve Dâllîn / Dalâlet / Sapkınlık içinde bulunanlar diye bahsedilmektedir.

     Kurtuluşta olan Ehl-i Necat ise, Fatiha Sûresi’nde “Sırata’l-Müstakîm” / 

     Doğru Yol üzere bulunanlar diye zikredilmekte ve bu şekilde nazara verilmektedir.

     İşte bu mağdub ve dallîn zümreleri her zaman mevcuttur. 

     Âlimler onların kimler olduğunu -özellikle ve öncelikle- tefsir kitaplarında 

     Gayet güzel açıklamışlardır.

     Günümüzde İslâm, doğru bir şekilde vardır ve gereği gibi yaşanmaktadır.

     Ama doğal olarak, İslâmı bilmeyerek, 

     Yanlış yorumlayanlar mevcut olduğu gibi, 

     İsteyerek istemeyerek yanlış yöne çekenler de aramızda yer almaktadır!