Peygamberler ve onların izinde gidenlerin belirttikleri gibi kâinatta, dünyada ve sosyal  ve toplum hayatında yardımlaşma, cömertlik ve ikram kanunları vardır.

     Kâinatın düzeni, saat gibi işleyişi bunlara bağlıdır.

     Bitki, hayvan ve insanların yaşamları ancak Peygamberliğin sosyal hayattaki bu prensibe dönüşmüş neticelerinden olan kanunlarla imkân dahiline girmiş. Yaşanılır hale gelmiş, hayat olanaklı olmuştur.

     Nitekim Güneş ve Ay’ın belli yörüngelerde belli zamanlarda, belli hızlarla hareket etmeleri ancak yardımlaşma, cömertlik ve imkân kanunları sayesinde mümkün ve olanaklı olmakta.

     Hem kendi varlıklarının varlığı ortaya çıkabilmekte, devam etmeleri sağlanmakta. Bu şekilde bitki, hayvan ve insanlara yararlı olabilmektedirler.

     Nitekim bu kanunlar sebebiyle bitkiler; hayvanların yardımına koşturulmakta. Bu kanunlar sayesinde hayvanlar; insanların yardımına sevkedilmekte.

     Hatta yediğimiz şeylerdeki atomlar; beden hücrelerinin yardımına ancak  bu kanunlar vesilesiyle gönderilmektedir.

     İşte  bütün bunlardan sonra düşün!

     Felsefecilerin ve onların takipçilerinin tuttuğu; karanlık ve çıkmaz yolları nerede?

     Peygamberlerin ve onların izinde gidenlerin ışıklı yolu olan yardımlaşma, cömertlik ve ikram kanunları nerede?

X

     Felsefe ve Hikmetin sosyal hayattaki prensiplerinden biri de şudur:

     Hayat bir kavgadır. Hayat bir mücadeledir.

     İşte Peygamberlerin her şey birbirine yardım ediyor. Her şey birbirinin yardımına koşturuluyor ilahî kanunu nerede?

     Zalim ve canavar insanların, vahşi hayvanların yaratılışlarını kötüye kullanmalarından kaynaklanan mücadele prensibi nerede?

     Evet Felsefeciler; cidal düsturunu / mücadele prensibini o kadar esaslı ve kapsamlı kabul etmişler ki, “Hayat bir cidal ve mücadeleden ibarettir. Hayat bir cedelleşmedir!” diye câhilce hükmetmişler.

     Peygamberlerin nazara verdiği bir yüce prensip de şudur:

     Ki Allahın birliği hakkındadır:

     “El-Vahidü la yasduru illâ ani’l-vâhid.”

     “Her birliği bulunan yalnız Bir’den, Bir olandan meydana gelir.

     “Madem her şeyde ve bütün eşyada bir birlik var. Demek bir tek Zâtın icadıdır.”

     Öyleyse düşün, Felsefecilerin tuttuğu karanlık ve çıkmaz yol nerede?

     Peygamberlerin yürüdüğü ışıklı yol olan Allahın birliğini dile getiren düstur ve prensibi nerede?

     Eski Felsefenin bir inanç prensibi şudur:

     “El-Vahidü la yasduru anhü ille’l-vahidü.”

     “Bir’den, bir olan şeyden, bir olandan; bir meydana gelir.”

     Yani “Bir Zâttan bizzat bir tek şey meydana gelebilir. Diğer şeyler, aracılar aracılığıyla ondan meydana gelir.”

     Felsefeciler bu hükümleriyle Allahı; âciz, ellerinden bir şey gelmiyen vasıta ve aracılara muhtaç göstermişlerdir.

     Oysa o Allah ki, kesin şekilde hiç bir şeye ihtiyaç duymaz. Mutlak kudret sahibidir.

     Bu hükümleriyle Felsefeciler, tüm sebepleri, aracı ve vasıtaları Rablığa ortak etmiş oluyorlar. Haşa Allah aracısız bir şey yapamaz, bir şey yaratamaz sanıyorlar.

     Böyle sandıkları için, büyüklük sahibi Yaratıcıya da “akl-ı evvel” / “ilk akıl” denen bir mahlûku vermişler.

     Bu şekilde diğer mülkünü sebeplere ve aracılara paylaştırmışlar. Yani Allahın yaratıcılığı gibi onlara da yaratıcılık vermişler. Böylece büyük bir şirke yol açmışlar.

     İşte böyle şirkle karışık ve sapıklığı meslek ve yol edinmiş o Felsefecilerin prensibi nerede?

     Kesin şekilde hiçbir şeye ihtiyaç duymayan sınırsız kudret sahibi Allahın koyduğu kanunlar nerede?

     Filozofların yüksek kısmı olan yani bilginin kaynağının manevî aydınlanma, sezgi ve ilham olduğu görüşünü savunan İşrakiyyun; işte böyle halt ederler. Böyle karıştırırlar.

     Artık sen Maddiyyun / Materyalistler, Tabiiyyun / Tabiatçılar gibi Felsefecilerin aşağı kısımları ne kadar halt edeceklerini, işi ne kadar karıştıracaklarını kıyas edebilirsin.

     Peygamberlerin hikmetli prensiplerinden biri de şudur:

     “Ve in min şey’in illa yüsebbihu bihamdihi.”

     “Hiçbir şey yoktur ki,  O’nu hamd ile tesbih etmesin. Noksan sıfatlardan uzak tutmasın.” (İsra: 44)

     Bu âyetin sırrı şudur: “Her şeyin, her canlının neticesi, hikmeti; kendine ait bir ise, Sanatkârına ait sonuçları, benzersiz, harika şekilde yaratan Fâtırına bakan hikmetleri, gaye ve faydaları binlercedir.

     “Her bir şeyin, hatta bir meyvenin, bir ağacın meyveleri kadar hikmetleri gaye ve faydaları, sonuçları bulunur.”

     İşte gerçeğin ta kendisi olan bu hikmet prensibi nerede? 

     Felsefenin çıkmaz yolları nerede? 

     Felsefe der: “Her bir canlının sonucu kendine bakar. Yahut insanın menfaat ve yararlarına aittir.”

     Böyle diyerek koca dağ gibi bir ağaca hardal gibi, hardal taneciği kadarcık bir meyve, bir netice takar.

     İşte Felsefenin gayet manasız bir faydasızlık içinde gördüğü hikmetsiz, yaldızlı hikmet prensipleri nerede? Peygamberlerin gösterdiği ışıklı yol nerede?

     Yani görünüşte güzel ve süslü, gerçekte ise içi boş ve çürük olan hikmetsiz Felsefenin düstur ve kanunları nerede? Peygamberlerin gösterdikleri ışıklı yol nerede?

     İşte bu örneklere binler misali kıyas edebiliriz.