Din ve Diyanet silsilesine, Peygamberler zincirine itaat etmeyen, boyun eğmeyen, onların izinden gitmeyen Felsefe zinciri yani Felsefeciler; zakkum ağacı biçimini alırlar. O ağacın şeklini andırırlar.

     Görünüşlerinde fikir ve düşünceleri âdeta şekillenmiş olarak ortaya çıkmış olur. Fikir, düşünce ve inançları lâyık olduğu şekle bürünmüş olur.

     Şirk yani Allaha ortak koşma karanlığını etrafına dağıtır. Dalâlet yani hak yoldan sapkınlık ve inançsızlık karanlıklarını çevresine saçar.

     İnsan aklının eline öyle acı meyveler vermiştir ki, insanlık onların acı tadlarını hâlen damaklarında hissedip durmaktadır.

     Vahiy ışığından mahrum aklın insanlığa sunduğu acı meyvelerden bazıları şunlardır: Dehriyyun, Maddiyyun, Tabiiyyun.

     Dehriyyun grubunu oluşturan insanlar; dünyanın  sonsuz olduğuna inanırlar. Âhireti, ölümden sonraki hayatı inkâr ederler. Böyle bir yaşantıya inanmazlar.

     Maddiyyun dediğimiz kimselerden kastımız; materyalistlerdir. Her şeyi maddeye bağlayanlardır.

     Oysa her şeyi maddede bulmaya çalışanların akılları gözlerindedir. Göz ise mâneviyatta kördür.

     Maddeyi görür, taşıdığı manayı göremez. Maddeyi  görür; buna bir anlam veremez. Maddenin tenteneli bir perde olduğunu anlayamaz. Hikmet icabı arkasında gizlenen gerçeği farkedemez.

     Tabiiyyun dediğimiz insanlar ise, tabiatçılardır. Yaratıcı olarak tabiatı, doğayı kabul ederler. Gördüklerini ya sebepler yapmıştır derler. Ya kendi kendine meydana gelmiştir derler. Ya da tabiidir.  Tabiat gereği oluşmuştur derler.

     Gördükleri her şeyin aslında bir ve yekta olan, eşi benzeri olmayan cisim ve mekândan münezzeh ve uzak bir yaratıcı tarafından yaratıldığını yazık ki, akıl edemezler. Daha doğrusu akla; aklın işlevini yerine getirebilecek imkânı vermezler.

     Evet mana kanadını bir kenara iterek; yalnız madde kanadıyla uçmaya çalışan Felsefe; şirk, dalâlet ve Hak yoldan sapkınlık karanlıklarını yayan bir menfî kaynak olur.

     İnsanlığın başına olmadık belâları musallat eder. İşitilmedik belaları başına çullandırır.

     Felsefeciler gadap / öfke denen duygu ve potansiyel dalında ise insanlığın başına Nemrutları, Firavunları, Şeddadları yetiştirip atmıştır.

     Nitekim tarihte Nemrutlar, Firavunlar yetişmiştir. Bunların yetişmesi için onları emziren  ise eski Mısır ve Babil’in eski felsefeleridir.

     O eski felsefeler ki, ya sihir derecesine çıkmışlardır. Ya da özel olduğu için etrafında sihir kabul edilen eski felsefeleridir.

     Bunun gibi Yunan kafasına da bâtıl ilâhlar, bâtıl tanrılar yerleştirilmiştir. Bunu da sağlayan; her şeyi tabiata, her şeyi doğaya dayandıran Tabiat Felsefesi bataklığıdır. Bu bataklık aynı zamanda eski  Yunan kafasında, çeşit çeşit putların da doğmasına yol açmıştır.

     O kadar ki, her yapılanın bir yapanı olması lâzım geldiği mantığından hareketle; her fiil ve eylem için kafalarında o isimde bir tanrı oluşmuştur.

     Böylece eski Yunan kafası; yarısı doğru bir hakikate yapışmış sonrasının mantık dışı olduğunu düşünememiştir.

     Bilememiştir ki, herkes her şeye karışırsa; o işten hayır gelmez.

     Tıpkı bir askeri on komutanın emrine vermek gibi. Bu şekilde şaşkın tavuğa dönecek askerin bir şey yapamayacağı açıktır.

     Oysa on asker bir komutanın emrine verilirse, gerekenin yaptırılabileceği meydandadır.

     Evet, tabiat ve doğanın perde olmasıyla Allahın nurunu görmeyen insan; her şeye bir ilahlık ve tanrılık verir. Kendi başına musallat eder. Kendi başına sataştırır.

     Hikmet ve Felsefe; hayvanî şehvet, his ve duygu dalında; bâtıl ilahları, bâtıl tanrıları, çeşitli putları ayrıca ilahlık ve tanrılık dava edenleri netice vermiş, bu gibilerin yetişmesi için gerekli ortamı sağlamıştır.

     O zakkum ağacının kökü ile Peygamberler zincirinin -ki, kulluğun Tuba ağacı hükmündedir- kökü bir ve beraberdir.

     İşte bu iki husus; Ene denilen vehmî bir varlık olan Benliğin iki cihetini, iki yönünü göstermektedir.

     O iki ağacın da kaynağı, esası bir çekirdek olan Ene, yani Ben ve Benliktir.

     Peygamberlik zinciri; yeryüzü bağında mübarek ve uğurlu dallar şeklinde kendisini göstermiştir.

     Meselâ akıl duygusu denen Kuvve-i Akliye dalında Nebîler, Peygamberler ve Resulleri yetiştirmiştir. Velileri yani Allah dostlarını, sıddıkları yani daima doğruluk üzere olan ve Allah ve Peygambere sadakatte çok ileride gidenleri meyve olarak vermiş ve yetiştirmiştir.

     Peygamberlik silsilesi; zararlı şeyleri def’eden, savan Kuvve-i Dafia duygusu dalında âdil ve adâletli hâkim ve yargıçları, melek gibi melik ve hükümdarlar meyvesini verip yetiştirmiştir.

     Peygamberlik halkası; faydalı şeyleri çeken Kuvve-i Câzibe duygusu dalında güzel ahlâklı, günahsız ve mâsum insanları meyve vermiştir. Güzel yüzlü ve görünüş güzelliğine sahip insanları yetiştirmiştir. Cömert ve iyi insanların ortaya çıkmasını sağlamıştır.

     İnsan şu kâinatın, şu âlemin en tam, en mükemmel, en olgun bir meyvesidir.

     Bunun nasıl böyle bir hâl aldığını yine Din ve Diyanet zincirini oluşturan kulluk ağacı hükmünde olan Tuba ağacının meyvesi olması göstermiş ve kanıtlamıştır.

     Evet o iki ağaca kök ve kaynak ve esaslı bir çekirdek olarak benliğin iki yönünü anlatmak gerek.  Evet benliğin bir yönünü Peygamberlik tutmuş gidiyor. Öteki tarafını ise Felsefe tutmuş geliyor.