Peki diktatörlerin ortak özellikleri nelerdir? İktidarı şu veya bu şekilde ele geçirmiş bu kişilerin ruh halleri normal değildir. Tüm diktatörlerin şizofreni yönleri mevcuttur. Kendilerini yönettikleri ülkenin lideri dışında başka özellikleriyle anılmak isterler. Mesela falan kıtanın lideri, barışı getiren adam, dünyayı titreten adam gibi üstün özelliklerinin öne çıkmasından hoşlanırlar. Her tarafta resimlerinin asılı olmasından kendilerinin çok güçlü olduğu kanısına varırlar; kâğıttan aslan olduklarının asla farkına varamazlar.
Yetişme tarzlarında içe dönüklük, toplumda kabul görememek gibi psikolojik sorunlarının yanında korkak yanları da vardır, hep korunma ihtiyacı hissetmişlerdir.
Diktatörlerin zaafları, korkuları, takıntıları vardır. Koruma çemberlerini geniş tutarlar.
Tüm kamu kuruluşlarında kadrolaşmaya önem verirler. Yönettiklerindekorkarlar, eleştiriye asla tahammülleri yoktur. Halkın manevi duygularını sömürürken öbür taraftan özgürlüklerde kısıtlamaya giderler. Basın, istisnasız tüm dünyada çıkan diktatörler tarafından, baskı altına alınmıştır.
Şiddete başvurum, içlerindeki korkunun dışarıya yansımasıdır. Otoriteyi kaybetmekten korkarlar. Hayali düşman yaratmakta ustadırlar. Kendi doğruları vardır, farklı fikirlere tahammülsüzdürler. Kaybetmek duygusunun yarattığıpanik ile paranın kendilerini koruyacağına inanırlar. Bu yüzden tabiatıyla para depolarlar.
İnatçıdırlar, asla sevemezler, iç dünyalarında sevilecek biri olmadıklarına inanırlar, dolayısıyla intikamcıdırlar. Tarih boyunca gelmiş geçmiş tüm diktatörlerin hepsinin sonu aynı olmuştur. Zulüm edene ALLAH cezasını bu dünyadan vermeye başlayarak mesajmı veriyor, bilemeyiz. Lakin “zulüm ile abat olanın ahiri berbat olur” yani öbür tarafta berbat olmuş demektir. ALLAH affetmeyeceğini belirtiyor. Dünyada yaşarken bir kişiye dahi zulüm etmişseniz, vay halinize. Düşünün, bugün yeryüzünde haksız yere idam edilenlileri ve ömür boyu ve yıllarca içeride özgürlüklerinizi elinden aldığınız masumların AHI nerelere ulaşacaktır. Kendilerini yönettikleri ülkenin sahibi sanan bu zavallı yaratıklar, sonlarını göremeyecek kadar zavallılar bence.
Enver Sedat, Adolf Hitler, Mussolini, Çavuşesku, Saddam, Kaddafi, Miloseviç, Salazar, Markos…Tarihte gelmiş geçmiş tüm diktatörler ya asılmışlar ya kaçmışlar. İstisnasız, hayatları sefil ve kötü sonlanmıştır. Tarihin sayfalarında kötü iz bırakmışlardır.
Burada bir parantez açalım, bakalım. Halkın gönlüne yer edinen Mustafa Kemal ATATÜRK’Ü düşünmeden edemiyoruz. Baskıyla yönetmeyen, fikirleri ve ideolojileriyle halkın menfaatine doğrultusunda çalışmış, yalnızca güne, değilgeleceğe yönelik adımlar atmış sağlam temeller üzerine inşa ettiği Cumhuriyetimizin kıymetini tam olarak anlayabiliyor muyuz acaba? Kendini milletine adayan liderler, öldükten yıllar sonra bile fikirleri ile iktidarda, milletlerin yüreğinde her daim var olmuşlardır. Bunun en güzel örneği halkına güvenen, ondan korkmayan, hayatını milletine adamış, devamlı doğruları söylemiş, vasıflarını saymakla bitiremeyeceğimiz,düşmanlarının dahi takdirle andıkları, dünyanın örnek gösterdiği lider, bugün Çin de dâhil birçok ülkede ders kitaplarında okutulan, onun felsefesini anlamaya çalışan bir Dünya varken. Biz kendi içimizden çıkan lideri yeterince anlamaya çalışıyor muyuz? Büyük önder ATATÜRK’ ÜN fikirlerinden uzaklaştıkça sorunlar başgöstermektedir.
Fikirleri çağları aşan ATATÜRK’Ü tam manasıyla anlayamazken. Yazımızda diktatörlerden bahsettik. Kısaca, okurken “Ben böyle bir diktatör biliyorum,” dediğinizi duyar gibiyim. Ben bir şey demedim. Kimi kastettiğinizin günahı size gayri.
Padişahın birine çok güzel bir at hediye edilmiş. Padişah, hediye edilen bu atı çok sevmiş ve veziri yanına çağırarak ona, "Bak vezir, bu atı sana emanet ediyorum. Bunun sorumluluğunu sana veriyorum. Kime ne görev verirsen ver, atıma çok iyi bak. Sakın ha, bana ‘at öldü’ diye gelmeyesin," der ve atı vezire teslim eder.
Vezir önce biraz korkar ama ata bakmaya başlar. Birkaç ay sonra bir gece at ölür. Vezir başını elleri arasına almış, kara kara düşünmektedir. O sırada yanına sarayın şaklabanı gelir ve vezire neden bu kadar üzgün olduğunu sorar. Vezir de ona durumu anlatır. “Merak etme,” der şaklaban, “ben bu işi halledebilirim.”
Vezir “Nasıl halledersin?” diye sorunca; “Haydi gel, padişahın huzuruna çıkalım ve nasıl halledeceğimi göstereyim,” der şaklaban.
İkisi birlikte padişahın huzuruna çıkarlar. Şaklaban padişaha şöyle der:
“Kıymetli padişahım, siz vezirinize bir at vermiştiniz ya, işte o at yere yattı kakmıyor.”
Padişah, “E,” demiş, “başka ne oldu?”
“Gözlerini kapattı açmıyor.”
“Eee...”
“Nefes de almıyor, padişahım.”
Padişah demiş, “Desene sen bizim at öldü.”
“Vallahi padişahım, bunu siz söylediniz. ben öldü falan demedim,” der ve veziri kurtarır.