Geçtiğimiz dönemde Amerika Birleşik Devletleri Holokost Anma Müzesi desteği ile devam eden Erken Uyarı Projesi, 2019 yılına girerken dünyada süren savaşları, savaşın sürdüğü ülkeleri ve geçmişlerini de baz alarak soykırım risk listesiyle ilgili bir araştırma raporu açıklamıştı. Bu listeye göre Türkiye de "yüksek seviye soykırım yapabilecek ülkeler" kategorisinde ilk on ülke arasında yer alıyordu. Türkiye’de birkaç yayın organı dışında haber niteliği kazanmadı. Tabii, aksinin olması da pek düşünülemezdi. 

Araştırma, gelecek yılda binden fazla insanı öldürmeyi hedeflediği belirlenen otuz ülke arasında yapıldı. Buna göre yüzde 30.9 oranı ile Demokratik Kongo Cumhuriyeti ilk sırada yer alırken, Türkiye ise 8’nci sırada yer aldı. Afganistan, Mısır, Güney Sudan, Pakistan, Yemen, Angola gibi ülkelerden sonra listede bulunmakta olan Türkiye 2018-2019 verilerine göre yüzde 11,2 ile risk taşıyor. Suriye ise listenin 15’inci sırasında. Bakıldığında rakamlar korkunç! Elbette bu oranlar bir araştırmaya dayandırılsa da gelecek yılı kapsayacak gibi bir durum söz konusu olduğu anlaşılmasın. Komplo teorilerinde zaman ya da yer kavramı çok da bahse mahzar sayılmaz. Çünkü olacak olan her ne ise o mutlaka zamana yayılmakla mükelleftir veya mükellef olması sebebiyle böyle olduğu bilinir. Türkiye’nin dinamiği ve de kendi içerisindeki sorunlara bakış açısı yaratma konusunda alternatif yollara başvurabilme yetisiyle diğer ülkelerden öne çıkıyor. İç savaş ya da etnik bir kıyım yaşanması için ise tarafların arasındaki iplerin tamamen kopmuş olması gereklidir.  

Bunlar tümüyle bir senaryo olsa da mevcut durum neticesinde bu gibi bir kötü durumun yaşanmaması elbette ki en içten dileğimiz olacaktır. Fakat çağımız birçok sorunu ön plana ittiği gibi, birçok bilinmezi de sıkı sıkıya gizliyor. Nihayetinde en gelişmiş niteleyici metotlar kullanılarak ve geniş çapta mevcut verileri harmanlayarak dünyadaki ülkelerde toplu vahşet riskini değerlendirilerek, bu ülkelerdeki son darbe girişimleri, otoriterlik düzeyleri, medeni haklar, siyasi cinayetler ve etnik kutuplaşma hakkında veriler toplanmasına ve kamuoyuna sunuluyor. Projeyi yürüten yetkililerin söylediği ise şu ki; “Soykırım ve kitlesel vahşiler üzerinde çalışırken, asla kendiliğinden olmadıklarını öğrendik. Her zaman bir dizi erken uyarı işareti ile gelirler. Bu işaretler tespit edilirse ve onlara yönelik önleyici stratejiler geliştirilirse, pek çok hayatı kurtarabiliriz!”  

Açıkçası ne uluslararası araştırmalar ne de dış faktörler neticesinde oluştuğu veya oluşturulduğu öne sürülen bu veriler Türkiye'de yeterince umursanmadı. Hatta kimi odakların bundan haberi dahi olmamıştır diyebiliriz. Bilinmelidir ki; bir ülkenin vatandaşlarının siyasal, dini ve ekonomik sebepler altında organize etmek oldukça kolaydır. İç savaş ortamının kurulması için de yine bu yeterli olur. Korkutucu bir olgu olduğu kadar gerçektir de. Bunun bilincinde olunması ve iç savaşın, yalnızca iktidar yanlıları ile muhalefet yanlıları arasında gerçekleşebileceği sanılmasın. Çünkü iktidar ile iktidarın partizanları arasında da yaşanabilir; halk arasında çeşitli grupların veya halk ile devlet arasında da olabileceği de bir diğer ihtimaldir.  

En nihayetinde iç savaş ortamının yaratılması için sebepler çoğaltılabilir. Fakat iç savaş sebeplerinden en önemlisi ekonomik sebeplerden meydana geliyor olmasıdır. Önlem almak ya da felaket senaryoları üretmek yine bizlerin elinde. Yalnızca geçmişten ders çıkarmak ve tarih boyunca dünyanın her bir köşesine yayılan bu kötücül düşüncelerin varlığını inkâr etmek ise yalnızca kötü bir sona hazırlık olur. Bunlar metaforik bir cümleden fazlasını ifade etmiyor gibi görünse de 0.01'lik bir oranın bile gerçekleşme ihtimali bilimsel açıdan da kanıtlanan bir durumdur. Ve tartışmaya kapalıdır. Bu sebepten ötürü veriler sorgulanmalı ve sebep olduğu niceliksel tepkimeler öngörülerek araştırılmalıdır.   

Ki Türkiye’de ve dünyanın birçok yerinde gerçekleşen ya da gerçekleştirilmeye çalışılan birçok darbe girişimi oldu. Şu an Venezuela’da meydana gelen durum da buna bir örnek. Ders alınmaması için hiçbir sebep yok. Geçmişten günümüze dek olabilecek tüm senaryoları da değerlendirmek akılcı bir yol olur. Bunların dışında aktarmak istediğim bir şey daha var. Bu da Ataşehir'de açılışını yaptığı mekânın önünde toplanan destekçilerine seslenen Sedat Peker’in Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin "Ya beka ya bela!" dediğini belirterek, bu nedenle 31 Mart yerel seçimlerinde ölümüne Cumhur İttifakı'nın destekleneceğini söylemesi olabilir.  

Sedat Peker, İstanbul Ataşehir'de katıldığı bu açılışta Cumhur İttifakı'na destek istemesi ve silahlanma çağrısı yapması sonrası hakkında suç duyurusunda bulunulmasına sebep olsa da Peker’in sözleri şöyle devam ettiğini hatırlatmakta fayda var: “Bu ülkenin evlatları da bu ülkenin sokaklarını koruyacaklar!" Bu da konumuz özelinde bir örnek teşkil edebilir. Çünkü Türkiye halkı, kendi öz benliğinin temelinde milliyetçi duygular besleyerek var olmakta. Türkiye'de oluşabilecek bir iç savaşın da sebebi ekonomik gerekçelerin ayyuka çıktığı bir dönemde meydana gelecek milliyetçi ayaklanmalar ve buna karşılık doğacak kimi sorunlardır.  

Öte yandan iç huzurumuzu yakalayamıyorsak zaten bir iç savaşın içerisindeyiz demektir. Burada önemli olan ve dikkat çekmek istediğim nokta şu; ortak bir ülkü, ideal veya bir toplumu ayakta tutacak tek bir dal kalmamış ise bu günlerin gelecek olması ne yazık ki yakındır. Önlemin alınması için silahlanmaya gerek yok. Tabii ki anayasa teorisi ya da siyaset başlıkları altında Türkiye’de böylesi bir şeyin yaşanmayacağı savunuluyor. Türkiye tarihinde hiç yaşanmamış olmasına rağmen benzeri durumlar neticesinde ve çağ gereksinimlerinin deformasyona sebep olması halinde olmaması için de hiçbir gerekçe bulunmadığını söylemek gerekir. Bitirmeden bahsetmek istediğim son şey şu ki; hiçbir şeyden emin olmamalıyız. Hiçbir şeyden!