Devlet üç kollu bir dev. Üç ayrı otorite, erk vardır. Demokrasilerde, Türkiye’de bu fikir olarak böyle benimsenmiştir. Ama uygulamada bu üç kolun birbiriyle münasebeti her zaman karmaşa taşımaktadır. Çok sayıda milletvekili ile Meclis’e gelen siyasi lider hükümeti kurduktan maada yasama da bende diyebiliyor. İlk sıkıntı burada görülüyor. Demek qi bir tedbir alınmalı. Hükümeti kurmakla görevlendirilen siyasi lider artık yasama ile ilişkisini kaybetmelidir.
Kabine açıklandıktan sonra bakanlar kurulunda yer alan milletvekilleri de yasama görevini kaybetmelidir. Yasama yürütmeden ayrılmalıdır. TBMM Başkanı seçilen milletvekilinin nasıl partisi ile alakası kesiliyorsa nazari olarak, bakan olan milletvekillerinin de parti gırubuyla alakası kesilmelidir.
Hükümet olan siyasi partinin bir tüzüğü, pilanı, purogramı var, amaçları,açık gizli hedefleri var elbette. İşte yeni anayasa yapmak için damarları çatlayan milletvekillerinin bunları düşünmesi gerek. Yürütmenin başı olan siyasi lider parti genel başkanı olarak kalmalı mıdır? Hükümet Türkiye Cumhuriyeti hükümeti olmak yerine siyasi parti hükümeti olmayı içine sindirmemelidir.
Siyasi lider partinin başında kalacaksa, hükümeti kurma görevi için Cumhurbaşkanı’na kendi partisinden isim teklif edebilir. Anayasa hukukçularımız zahmete girerek Türkiye demokrasisinin aksayan yanlarına çare üretmelidirler.
Yasama ile yürütmenin iç içe geçmişliği mutlaka bitirilmelidir.
Yargı atanmışlardan oluşan bir erk. Halbuqi yasama ve yürütme seçilmişlerden oluşuyor. Bu bakımdan seçilmişlerin atanmışlardan daha önemli olduğu duygusuna kapılabilir insanlar.
O halde yargının da yeterli nitelikleri kesinleştirilerek seçimle işbaşına gelmesinin hesapları yapılmalıdır.
Yargı’nın kendine ait bir bütçesi olmalıdır. Tıpkı hükümetin ve meclisin bütçesi olduğu gibi.
Demek oluyor qi yargı bütçesi başkalarının elinden aktığı için ve seçimle gelinmediği için yasama ve yürütmenin aşağısında kalmış gibi. Ama gerçek demokrasilerde devletin üç kolundan hiç biri ötekinden daha kalın ve daha kuvvetli değildir.
Bu üç kol birbiriyle uyumlu olduğunda işler daha düzgün olmaz. Aksine birinin yanlışına öteki kollar da destek veriyor, sahip çıkıyor olabilir. Bu da vatandaş açısından zarar, devlet açısından, hatta devleti de bir yana bırakın yöneticiler açısından kazançlı olabilir. Bu durum bir fesat sebebi sayılabilir. Bu yüzden devletin üç kolu eşit güçte, birbirini denetleyen nitelikte olursa işler insan ve vatandaş açısından daha sağlıklı işleyebilir.
Ama her şeyin başında kural tanımak gelir. İnsanlar, yürütme başı ya da üyeleri, ya da yasama üyeleri ya da yargı mensupları kural tanımazlık ediyorsa artık tuz kokmuş demektir.
Her vatandaşın hükümetten, devletten beklentileri vardır, olmalıdır. Eğer bir insan ya da vatandaş devletinden bir beklentisizlik içine girmişse, hükümetten ümidini kesmişse, o insandan vergi alamazsınız. O insandan vatan için, devlet için bir iş ve görev talep edemezsiniz. Böyle insanların sayısı çoksa o toplum yönetilemez hale gelmiş demektir.
Vatandaş devletin bir yerinde tutunmak için, hükümetten bir görev almak için çalışıyorsa o vatandaşı yönetmek mümkündür.
Ama vatandaş devlette bir işe yerleştiğinde, hükümetten bir vazife aldığında onun yine de bağımsız bir insan olduğunu, kabulleri ve redleri bulunduğunu, başka insanlara çeşitli sebeplerle duygudaş olabileceğini, böyle bir hakkı olduğunu da unutmamak gerek.
Hükümeti ve devleti ilgilendiren durum vatandaşın, memurun, amirin, görevlinin yasalar ve yönetmeliklere uygun davranıp davranmadığıdır.
Efendim beş tane Sivaslı memur hemşerilerine kıyak yapıyorlar. Demek oluyor qi Sivaslılar paralel devlet oluşturmuşlar diyerek Sivaslıların hepsini suçlamak siyasetçiye yakışabilir, ama devlet adamına yakışmaz. Böyle bir durum varsa sen en üst yetkili olarak o kurumun müdürünü muhatap alarak bu beş Sivaslı’nın gerekli yasal takibatlarının yapılmasını emredersin.
Başbakan milletlerarası işbirliği ile Suriye’deki muhaliflere silah yardımı yapma kararı alabilir. Bu hükümet kararıyla, Meclis kararıyla, yada Dışişleri Bakanı ile müştereken alınan bir kararla yapılabilir. O zaman bu yardımın baş ağrıtmaması için, ihbarlara konu olduğunda gösterilecek ortak tavır için o bölgenin valileriyle, emniyet müdürleriyle, en yüksek askeri kişisiyle hatta yargı mensuplarıyla bir toplantı yapılabilir ve bu insanlara konunun nezaqeti anlatılabilirdi. Çünqi MİT tırlarının ihbarı hükümetin zannettiği gibi cemaat mensupları tarafından yapılabildiği gibi yabancı istihbaratçılar tarafından da fevkalade yapılıyor olabilir. Sonuçta uluslararsı bir çekişme söz konusu.
Bir başbakan’ın bir polis memurunu muhatap alarak, kamuoyu önünde, televizyon yayınlarına konu olacak tarzda azarlamasının ahlaqi bir tarafı yoktur.
Bir devlet adamının her hangi bir memurun hoşa gitmeyen bir tavrına muttali olduğunda yapacağı şey bellidir. O memurun en yüksek düzeyde bağlı olduğu Genel Müdür, ya da Bakanı, ya da o ilin valisini, ya da hangi kuruma bağlı ise o kurumun müdürünü arar, fırçasını geçer, talimatını verir.
Bunun dışındaqi davranış biçim şık değildir, insani değildir, akli değildir, ve daha bir yığın değildir. İçinde barındırır. Ama esefle izledik. Kaç saattir uykusuz olan, aç olan memur işini yaparken bacak bacak üstüne atmış da, arkaya doğru kaykılmış ta, lahmacun yemiş te. Bir Başbakan’ın işi bu olmamalıdır sanıyorum.