Depreme ne kadar hazırlıklıyız?

Abone Ol

17 Ağustos 1999 Büyük Marmara depreminin 23. yıldönümü nedeniyle basın ve sosyal medyada bu konu bir kez daha gündeme geldi. Bilinen uyarılar bir kez daha yinelendi.  

Zaman ne kadar çabuk geçiyor; inanılır gibi değil… Daha dünmüş gibi; o korkunç depremden bu yana tam 23 yıl geçmiş… Bazı bağnazlar o günlerde, tanrıyı da işin içine katarak ipe sapa gelmez sözler söylemişlerdi. Unutanlar varsa da; çoğu kişi söylenenleri unutmadı.

Türkiye Afet Araştırma Plan Gurubu bu yılın yedi ayında Türkiye’nin 10.705 defa sallandığını açıklamış… Çok az hissedilen sarsıntılar yıkıcı ve can alıcı olmadığından çoğumuz onların farkında bile olmadı. Ege’de sürekli oluşan depremler Batı Anadolu kıyılarında hissediliyorsa da şimdilik etkili değiller. Yarın ne olur bilemeyiz.  

Yerkabuğunun derinliklerindeki belirli bölgelerde ortaya çıkan sarsıntıların oluşturduğu depremlerin etkilediği bölgeler arasında kuzey, doğu, batı fay hatlarının yer aldığı Anadolu son derece risklidir. Kuz ey, doğu ve batı Anadolu’nun da içerisinde olduğu dünyadaki çeşitli fay kuşakları başta Japonya, Amerika, İtalya, İran ve Çin gibi  çeşitli ülkeler etkilenmiştir. Ancak ve o ülkeler doğa olaylarından en az zararla kurtulmanın çarelerini bulmuşlardır. 

Türkiye’de en büyük depremlerden biri 1939 yılında Erzincan da yaşanmış, onu Erzurum-Kars, Bingöl, Varto, Bitlis, Balıkesir, Düzce, Bolu depremleri izlemiştir. 17 Ağustos 1999 depreminde resmi kayıtlara göre 20.000 vatandaşımız yaşamını yitirmiştir. Bu deprem 7,4 büyüklüğünde olup İzmit, Yalova, Adapazarı başta olmak üzere bütün Marmara’yı etkisi altına almıştı.

Tarih boyunca İstanbul’da yıkıcı ve can kaybına yol açan depremlere sahne olmuştu. Bizans dönemindeki depremler dışında İstanbul 1510, 1556, 1648, 1653, 1654, 1669, 1663, 1688, 1689, 1690, 1708, 1711.1712.1715 ve 1894 yıllarında can kaybına yol açan yıkıcı depremleri yaşamıştır. 

Yer Bilimci Öğretim Üyeleri 1999 Marmara depreminden sonra; 30 yıl içerisinde  %64 oranında bir depremin beklendiğinden söz etmişlerdi. Marmara’nın altındaki Kuzey Anadolu fayının bir bölümünün kırılması halinde 7 büyüklüğünde bir depremle karşılaşılacağını ileri sürmüşlerdi. Bu olasılık gerçekleşecek olursa şehirde büyük can kaybı, yıkım ve tsunami olacağı da açıktır.

Her deprem sonrası bir takım önlemler alınır sonra da onların çoğu unutulur… Başka bir deprem olunca da yeniden önlemler, çareler aranır,  toplumun hazırlıklı olması söylenir. Yer bilimciler ekranlara çıkarak bu yöndeki bilgilerini sıralarlar.

Ülkemizde deprem, sel baskını ve yangınların arkası gelmiyor;  biri biterse yenisi yaşanıyor. Doğanın kurallarını önemseyeceğimize onunla adeta zıtlaşıyoruz. Böyle olunca da felaketlerle karşılaşıyoruz.  Sel yataklarına yapılan binaların taşkınlarda felaketlere yol açtığını görüyoruz.  Sonra da yanlışlarımızı unutuyor, rantın rüyasına kapılıyoruz. 

İstanbul’da hasarlı kamu yapıların ve sivil konutların ne kadarı güçlendirildi?

Hasarlı olarak yıkılan yapıların sahiplerinin zararlarının ne kadarı karşılandı?

Olası bir deprem karşılığında toplanma alanlarının yerlerine yeni binalar yapıldı mı?

Toplanma alanı olarak yalnızca cami avluları mı düşünülüyor?

Seçim zamanlarında çıkarılan imar aflarıyla yasallaştırılan kaçak katlar olası depremde tehlike gösteriyor mu?

Olası bir depremde ulaşımı sağlayacak ana yollar viyadükler ne durumda?

Her deprem sonrası hazırlanan deprem çantaları evlerde hazır duruyor mu?

Bilemiyoruz.

Kısacası doğal afetler ve deprem gerçeğiyle tam olarak yüzleşemediğimiz çok açık…

Tanrının gazabı, tanrı bizleri sınıyor, tanrı bizleri korur, dua edelim, insanın fıtratında bunlar var gibi sözlerle bir yere varabilmemiz çok zor…