DEPREM DÜŞÜNCELERİ

Abone Ol

Zelzele, deprem ve yer sarsıntılarının oluşmasında, şüphesiz bir çok zahirî / görünür ve maddî sebepler var. Yer altındaki kırılmalar ve bu kırılmaların zaman zaman, tekrar ve tekrar harekete geçmeleri gibi. Bâtınî / iç ve mânevî sebeb ise, bunların Müsebbibü’l-Esbâb / Sebeplerin Sebebi olan Allah tarafından, bizzat İlâhî emri mucibince sebepleri harekete geçirmesidir. Nitekim âyet der:

“Ne zaman ki yer müthiş bir sarsıntıyla sarsılır. Ve yeryüzü bütün ağırlıklarını dışarı çıkarır. Ve insan ‘Ne oluyor bana?’ der. O gün yeryüzü, üzerinde herkesin ne iş yaptığını haber verir. Çünkü Rabbin ona konuşmasını emretmiştir.” (Zilzal, 1-5)

Ve küre-i arz / dünya, vahiy ve ilhama mazhar olarak, O’nun emri altında, hareket ve zelzelesiyle deprenmeye ve titremeye başlar.

Fakat insan, bu büyük zelzelenin maddî musibetinden daha elîm, daha vahîm; manevî bir musibete uğrar! Zelzelenin devamından gelen korku ve meyusiyet; ekser halkı ekser memlekette gece istirahatinden mahrum eder. Halka dehşetli bir azab verir! Bu nedendir diye sormadan edemiyor insan.

İslâmiyet merkezi olan bu mübarek yurdumuzun her köşesinde; her türlü yolsuzlukların yapılması, İslâmî ahlâka aykırı çeşitli eğlencelerin ayyuka çıkması, nahoş ve nefsi harama tahrik edici müziklerin çalınması ve her taraftan işittirilmesi gibi hususlar; bu korku azabına yol açtı. Bu durum şöyle bir soruyu akla getiriyor: Niçin bu semavî / göksel tokatlar; Müslüman olmayan ülkelerin başına gelmiyor da, bu biçare Müslümanların başına iniyor?

Çünkü büyük hatalar ve cinayetler ertelenerek büyük merkezlerde, küçücük cinayetler hemen küçük merkezlerde verilir. Bunun gibi, mühim bir hikmete binaen; ehl-i küfrün / kâfirlerin cinayetlerinin büyük bir kısmı, Haşrin Büyük Mahkemesi’ne tehir edilir. Ehl-i imanın / Müslümanların hatalarının cezası ise, kısmen bu dünyada verilir.

Evet, mensuh / nesh edilmiş / hükümden kaldırılmış ve tahrif edilmiş / bozulmuş bir dini terk etmekle; hak ve ebedî ve kabil-i nesh / hükümden kaldırılması mümkün olmayan bir dine ihanet etmek aynı şey değildir. İkincisinin yani Hak dinin rotasından çıkışı; gayretullaha / Allah’ın dinî hassasiyetine dokunduğundan, zemin şimdilik onları bırakıp, bunlara hiddet ediyor.

Yine akla geliyor ki: “Bazı şahısların hatasından gelen bu musibetin, aynı zamanda bir memlekette umumî şekle girmesinin sebebi nedir?”

Umumî / genel musibet, ekseriyetin / çokluğun hatasından ileri gelir! Üstelik ekser nas / insanların çoğu, o zalim şahısların hareketlerini; davranışlarıyla gerekli veya uygun görür! Onlara katılır! Onlara taraftar olur! Manen onlara iştirak eder! Yanlarında yer alır! İşte bütün bunlar umumun / herkesin musibete uğramasına sebebiyet verir!

Madem bu zelzele musibeti; hataların neticesi ve günahların kefareti ve örtücüsüdür. Masumların ve hatasızların o musibet içinde yanması nedendir? Allah’ın adaleti buna nasıl müsaade eder?

“Bir bela, bir musibetten çekinin ki, geldiği vakit yalnız zalimlere mahsus kalmayıp masumları da yakar.” (Enfâl: 25)

Âyet demek ister ki, bu dünya bir tecrübe ve imtihan meydanıdır. İmtihan ve teklif gerektirir ki: Hakikatler perdeli kalsın. Ta müsabaka ve mücahede ile Ebu Bekir’ler en yüksek dereceye çıksınlar, Ebu Cehil’ler en aşağı dereceye düşsünler. Eğer masumlar böyle musibetlerde sağlam kalsaydılar; Ebu Cehil’ler, aynen Ebu Bekir’ler gibi teslim olup, mücahede ile manevî terakki / manevî ilerleyiş ve yükseliş kapısı kapanacak ve teklif sırrı bozulacaktı.

Madem mazlum; zalim ile beraber musibete düşmek; Îlahî hikmetin gereğidir. Acaba o biçare mazlumların rahmet ve adaletten hisseleri nedir?

O musibetteki gazap ve hiddet içinde, onlara bir rahmet cilvesi / tecellisi var. Çünkü o masumların fâni malları, onların hakkında sadaka olur. Bâkî bir mal hükmüne geçer. Fânî hayatları dahi bâkî bir hayatı kazandıracak derecede, bir nevi şehadet / şahitlik hükmünü alır. Nisbeten az ve muvakkat / geçici bir meşakkat ve azap vesilesiyle, büyük ve daimî bir kazancı / getiriyi kazandırır. İşe bu bakımdan zelzele; onlar hakkında gazap içinde bir rahmettir.