Denizlerimizin Geleceği

Abone Ol
Sualtı Temizlik ve Bilinçlendirme Hareketi Üyesi 20 balıkadam denizlerimizdeki kirliliğe dikkat çekmek için Kadıköy Sahilinde dalış yaptılar. Marmara Denizindeki kirliliği sembolize etmeye çalışan grup aslında hepimize denizlerimizin kirletilmekte olduğunu hatırlattı.   Gerçekten de sadece Marmara Denizi değil ülkemizi çevreleyen tüm denizler için tehlike çanları çalıyor. Kaçımız farkındayız bilmiyorum, denizlerimizde yaşayan balık türleri tükenmeye başladı. Bu sonuca yanlış ve zamansız avlanma da katkıda bulunuyor ama kirlilik daha büyük tehlike. 19 Mayıs Üniversitesi Sinop Su Ürünleri Fakültesi öğretim üyelerinden Prof. Dr. Levent Bat Karadenizin kirlenmekte olduğunu belirterek, kırk yıldan beri avlanan 23 balık cinsinin sadece bir kaçının avlanabildiğine dikkat çekiyor. Prof. Dr. Bat'ın araştırmasına göre uskumru, kofana, torik, kılıçbalığı yok denecek kadar az. Lüfer, palamut, hamsi, çaça, mersinbalığı, pisi balığı, levrek, mırmır, altınbaş, kefal, izmarit, karagöz, çipura, mercan, sinarit, traça, orfoz ve lakoz balıkları da yok olma tehdidi altında. Karadenizi bu denli kirleten ülke biz olmamamıza rağmen, uzun kıyı şeridimiz sayesinde bu kirlilikten en çok nasibini alan da biz olmaktayız. Karadenizi temelde evsel ve endüstriyel atıklar taşıyan nehirler kirletiyor. Tuna nehri başta olmak üzere, Dinyeper, Dona ve Kuban nehirleri beraberinde, kanalizasyon, endüstri atıkları, petrol ve gübreyi denize taşıyorlar. Ayrıca deniz trafiğinin yarattığı petrol kirlenmesi de önemli bir diğer unsur. Yapılan araştırmaya göre, son on yılda Karadenizde oksijensiz alanlar on kat artmış. Başka bir deyişle, Karadenizin sakinlerinin nesli tükeniyor.   Denizlerin kirliliğini şehir planlama bakış açısıyla değerlendirdiğimde, planlamanın da katkıda bulunduğunu düşünüyorum. Yaygın tabiriyle çarpık kentleşme de denizlerimizi tehdit ediyor. Ebeveynlerimizin İstanbul'dan denize girdikleri, bizzat kendi elleriyle çeşit çeşit balık tuttukları zamanlar 40-50 yıldan daha eski değil. Yalova ve civarı, İzmit körfezi, İzmir Kordon Boyu ve daha niceleri de yakın geçmişe kadar temiz  denizlere sahipti. Zaman içinde altyapısı olmadan gelişen kentlerde önce villalar, siteler ve apartmanların kanalizasyonu denize veriliyor. Aynı zamanda sanayi kuruluşları atıklarını arıtmadan derelere oradan da denize yolluyor. Ayrıca kırsal alanlarda yanlış gübreleme teknikleri, zirai tarım ilaçları da ayrı bir tehdit oluşturuyor. Bu kirleticilere pervasız insanları da eklemek doğru olacaktır. Sualtı Temizlik ve Bilinçlendirme Hareketi üyelerinin denizden çıkardıkları malzemelerin büyük çoğunluğu bu pervasızlarca atılan şişe, metal ve plastik içecek kutuları, poşet vb. çöpler.   Sonuçta kirletici unsurların sayısı ve etkinliği arttıkça denizlerimizde de geri dönüşü belki de hiç olmayan kirlenmeler ortaya çıkıyor. Canlılar yok oluyor. Denize yüzmek için bile giremez hale geliyoruz.   Kentleşmek pervasızca doğayı bozmak, apatmanlaşmak veya kentsel faaliyetlerin gelişigüzel büyümesi demek değildir. Kentsel alanda yapılanmış çevre doğayı yok ederek ortaya çıkmaz. Aksine doğa ile yapılanmış çevre insan ihtiyaçlarına cevap verebilecek bir uyum içinde tasarlanır. Öte yandan turizm faaliyetninin de en önemli ögelerinden olan denizlerimiz ciddi birer gelir kaynağımız. Üstelik bu güzelliklerden faydalanmak bizden sonraki nesillerin de en doğal hakkı.   Doğal olan herşeyin sunileştiği çağımızda bir tür hazinemiz olan doğamıza sahip çıkalım.