II. Dünya savaşının nedenlerinden çok düşmanlıklar daha belirgindi. 6 yıl boyunca süren savaşta 38 milyon insan hayatını kaybetmiş, bu savaşa 61 ülkeden 110 milyon insan katılmıştı.
Savaş sonrasında, bu savaşın baş aktörleri olan Amerika, İngiltere, Almanya ve Fransa kendi kahramanlıklarını bu savaş öyküleri içinde anlatmaya başlamışlardı.
11 Eylül 2001'de ABD/Nevyork'ta ikiz kulelerin uçak gövdeleriyle vurulmasıyla dünya yaşanan bu dehşet kadar akıl almaz saldırı şekline ne diyeceğini şaşırmıştı.
Oysa ABD dünyanın birçok yerinde düzenli ordu savaşı dışında da savaşlar yaratmış, hükümetler devirmiş, yeni iktidarlar yaratmış ve her zaman askeri zafer kazanmanın kıvancını halkına tattırmıştı. G. W. Buş babası kadar hatta daha fazla akıllı davranıp dünya kamuoyunu kendi lehine çevirmekte gecikmemdi. Saldırıların olabileceğini kestiremeyen ABD istihbaratı kendi iç dünyasında yaşadığı ve tüm dünyanın tanık olduğu güvenlik açıklarının üzerini kapatacak ve aynı zamanda dünyanın yarısını yanına alacak şeytani söylemini sarf etmekte gecikmedi.
Bu bir haçlı seferidir...
Neden haçlı seferi olsundu ki, ABD istihbaratı kule saldırılarının olabileceğini kestiremezken, haçlı seferi ilan etmenin nedenlerini oluşturan Müslüman saldırıyı kısa sürede hemen ve nasıl istihbarat birimlerince tespit ettirebilmişti.
İlk adres, orta Amerika ve Afrika ülkeleri gibi yıllarca oynayarak yumuşattığı Afganistan'dı ve arkasından hemen Irak işgali geldi.
ABD, Dünyada kabul edilmiş tüm ortak kurumlar ve anlayışlar üzerinde hareket edeceğini ilan etti ve öyle yaptı.
Tüm dünya 11 Eylül saldırılarını her şeyin değişmeye başlayacağı dönüm noktası gibi görmeye başladı. ABD bu kozunu iyi kullanabileceğini düşünürken olaylar istediği gibi gelişmedi. Askeri anlamda gittikçe batağa batmaya başladığı Irak'ta kendisini toplayamadı.
ABD eğer kendisini toplayamıyorsa başka kimsede kendini toplayamamalıydı. Ortadoğu'da yerinden oynattığı taşlar ile kısa zamanda dünyayı dönüşü olmayan yollara sokmuştu.
İngiltere ise daha sinsi şeklide devam ediyordu Irak'ta. ABD'nin tersine daha uyumlu, adeta Arap'tan daha Arap, Kürt'ten daha Kürt, Şii'den daha Şii davranıyordu. Dünya kamuoyu daha çok ABD'ye odaklandığından İngiltere sanki Irak'ta hiç yokmuş gibi davranıyordu. Oysa İngiltere yüz yıl önce bu coğrafyalara gelmiş, savaşmış, işgal etmiş, halkların ve kültürlerin en ince ayrıntısını ve detayını iyice öğrenmişti. Kendisinden 70 yıl sonra Ortadoğu'ya gelen ABD'den kat kat tecrübeliydi. İngiltere ABD'nin ön plana çıkmasından faydalanıyor en azından dünya ve kendi kamuoyunda ABD kadar kayıp vermiş gözükmüyordu. Oysa İngiltere'nin kayıpları da küçümsenecek kadar değildi, ama bu durumu iyi kamufle ediyor, askeri zayiatını başka nedenlere dayandırıyordu.
Entrika ustası İngiltere ABD'nin bu iştahlı ve atak durumunu son dönemlerde benimsememeye başlamıştı. En azından ABD'nin İran için beslediği emelleri hayata geçirilebilir bulmuyordu. Bu anlamda da tecrübeli idi. Çok değil 65 yıl önce Hitler'in de bu iştahının kurbanı olduğunu görmüştü. İran için tehlikeli emeller besleyen ABD'nin karşısında oluşan fiili İran-Azerbaycan hattının arkasında Rusya'nın bulunduğunu biliyordu.
ABD bu hattı zorlarken elde tuttuğu küresel güç de artık yavaş yavaş küresel sermaye karşısında zayıflamaya en azından şimdilik etkisini kaybetmeye başlamıştı. İngiltere özellikle İran'ın güneyini, yaklaşık 50 sene kadar önce işgal ederek bu coğrafyada, İran'ın kuzeyini işgal eden Sovyet Rusya ile beraber olmasına rağmen başaramamış, Sovyet Rusya bu toprakları terk ettikten sonra İngiltere'nin de kalmasına müsaade etmemişti.
İran'ın giderek artan bölge ülkeler ile ittifakı ABD'yi zora sokacağını görebiliyordu. Akıllıca olan şey Rusya ve İran ile daha yakın en azından bunlara karşı düşmanca tavır sergilememek olduğunu gören İngiltere, küresel sermayenin de bölge ülkeleri ile yakınlığını fark edince kendi politikalarını biraz ABD dışında oynamaya başladı.
ABD Irak'ı işgal etmiş ama bir türlü diş geçiremediği Türkiye ile gergin günler yaşıyordu. Küresel güç, küresel sermaye ile Türkiye sınırları içinde çatışıyordu. ABD için Türkiye her zaman kazanılabilecek bir ülkeydi. Ama İngiltere asla ABD gibi davranmaz, mümkün oldukça ipleri zorda kalmadıkça germezdi. Türkiye son yıllarda bir miktar yüzünü doğuya dönmeye başlamıştı, bu artık fark edilebiliyordu.
7 Temmuz'da Londra'da bombalar patladığında yine tüm dünya şaşırdı. İnsanlar hemen kolay nedenler peşinde koşup, düşünülmesi için zemini hazırlanmış ve birazda beyinlerinin derinliklerine kodlanmış bilindik nedenleri sırlamaya başladılar.
El-kaide fikri ittifakla ortada dolaşmaya başladı. Zaten başka bir örgütte yok ki bu eylemi üstelensin. 70'li yılların ortalarından beri devletler ile yakın ilişki içinde bulunan tek örgüt var.
Ne ikiz kule saldırısı, ne İstanbul bombaları, ne İspanya tren bombaları ve ne Londra metro bombaları tek başına bir terör örgütünün yapabileceği eylem değil. Devlet, istihbarat destekli olmadan ne planlanabilir ne uygulanabilir eylemler bunlar. Burada tek bir çelişki var oda Londra'da patlayan ikinci sorti bombalar parça tesirli olmasına rağmen ölen ve yaralanan olmaması. Oysa sıraladığımız tüm eylemlerin ortak özelliği sivil insanları hedef alması.
Diğer bir çelişkide kendini üzerinde güneş batmayan ülke olarak ifade eden Birleşik Krallık her zaman kendi ülkesini diğer ülkeler üzerinden korumaya çalışır ve bunu sağlar. Kısacası İngiltere'ye girmek kolay değildir. İnsan girse bile patlayıcı malzemeyi hiç sokamazsınız.
İngilizlerin pek bir şey olmamış gibi davranmasına aldanmamak lazım. 11 Eylül değil, dünya için esas dönüm 7 Temmuz olacak gibi görünüyor, İngiliz entrikalarını unutmamak lazım.
Gün değişim çizgisi nereden geçiyor?