Belki şu ahir zaman içinde ulu emre tabi olmak önümüze fırsat diye getirilen her bir şeyi muayene etmeyi zorunlu kılıyor. İdeale yürümek için hemen her mefhumu müspet ve menfi tarafları itibariyle tahlil etmek, tenkit etmek esas olmalıdır. Belirtmek gerekir ki meşhur ihlâs risalesinin mevzusu bir noktada budur fakat baştan sona iyi ve kötü tasnifi değildir. Bu sadece öneminin derecesine binaen en baş sırayı almış. Zira “İnsan’ın fıtratı mükerrem olduğundan, hakkı iradesi ile arıyor. Bazen gelir eline, batılı hak zanneder, koynunda saklar. Hakikati ararken iradesi dışında sapkınlığa düşer; onu hakikat zanneder, aklına koyar.” “Şu batıl mezheplerde de birer hakikat çekirdeği bulunur, mahsus mahalleri vardır. Batıl olan, onları umumileştirmektir.” O halde batıla düşen adamın tavrı iki ihtimali gösterir: birincisi hakikati bulma cehdinde cehaletle taraftar olduğu mesleği ilim ile tahlil etmekten geri durmuştur. İkincisi ise mesleğinin bir hakikati içermesi sebebiyle bütüne bakmaktan kaçmış, gaflete düşmüştür. Bu iki menfur vaziyette gösterir ki idrak zafiyeti kişiyi bidat kültürüne sürükler.  
Mariz bir asrın, hasta bir unsurun, alÎl bir uzvun reçetesi; ittibâ-ı Kur’an’dır. Cihat nevinde hakikatlerle kirli emelleri perdelemek isteyenlere hakikat ehlinin cevabı, ilahi mesajları yeryüzünde muhataplarına ulaştırmak oluyor. İslam’ın tamamlamakla mükellef olduğu o güzel ahlakın mümessili olmak işte o hakikat ehline düşüyor. “Biz kâlû belâdan cemiyet-i Muhammedîde (a.s.m.) dâhiliz. Cihetü’l-vahdet-i ittihadımız tevhiddir. Peymân ve yeminimiz imandır. Mademki muvahhidiz, müttehidiz. Her bir mü’min i’lâ-yı kelimetullah ile mükelleftir. Bu zamanda en büyük sebebi maddeten terakki etmektir. Zira, ecnebîler fünun ve sanayi silâhıyla bizi istibdad-ı mânevîleri altında eziyorlar. Biz de, fen ve san’at silâhıyla i’lâ-yı kelimetullahın en müthiş düşmanı olan cehil ve fakr ve ihtilâf-ı efkârla cihad edeceğiz.” Diyerek Bediüzzaman bugün dahi geçerli olan hem durum tahlili hemde istikamet yollarının tarifini yapmıştır. 
Ahir zaman telaş devri, telaştan tavır abeslik değil, şüphesiz Allah abes iş görmez. İnsan ruhunun türlü hengâmelerin, musibetlerin çemberine takıldığı, şeytanın zülmaniyet safında müthiş teçhizatlarla donandığı makûs devir. Böyle bir zorlu iklimin ortasında bulunmak durumundaki ruhun tek başına buhranların girdabından kurtulamayacağı aşikârdır. Merkez kaç hareketin Ulu emre uyduğu müddet zarfınca bu buhranlı hava artarak katlanarak devam edecektir. Bu deli saçması değil, müneccimlik ya da kâhinlik hiç değil. En başta Vahyin sonra Keşiflerin, kerametlerin minvalidir. Huzurun, sükûnetin belki de rahmetin önünü kapatan yoluna bent olan bir yönüyle Cahiliye devrinin putlarına namzet, bid’alar, şekavetler veya haramilik, menfaatperestlik, tenperverlik gibi kirli temayüller var. Elbette hak ve hakikat nazarı itibariyle iblisin bu ürpertici silahları levsiyat hükmündedir. Bu kötü mahiyet dahi gereksizlik bildirmez. Çünkü İmansızlık dahi birçok yönüyle imana giden istikameti bildirir. Ve ubudiyeti mefkûre edinmiş talihlilere bu cihette birçok ibret sayfaları gösterir. Öyle bir mefhum ki hakikat sesini işitebilene konuşan sadece odur.