Onca yolcunun içinde sürekli üstelik de yüksek sesle telefonuyla görüştü ama olmaz ki insan biraz dikkatli olması gerekmez mi?

Geçende tramvayda birisi diğerine “kardeşim insan büyüğüne yer vermez mi?” diye çıkıştı “bir de insanlar toplum içinde özellikle tiyatro sinemaya gittikleri zaman ne yediğine dikkat etmesi gerekmez mi?” vb  rahatsızlıkların dile geldiği dedikodular toplumsal değerlerin, gelenek görenek ve görgü kurallarının dile gelmesine neden olurlar.

 “Ahmet sigarayı bırakmış bravo ona”  “Onca zorluğa rağmen oldukça başarılı bir çalışmaya imza attı! Onu takdir ediyorum demek ki azmedince oluyormuş” sözleri, dedikodunun motive edici yönünü ortaya koyar.

Dedikodunun toplumsal değerlerin benimsetilmesi, anlaşılmasının sağlanması ve motive edici yönünün yanında bir de zihinsel verimi arttırdığının tespiti vardır

Yapılan testlerde deneklerin bir kısmına nötr bilgiler veriliyor diğerlerine ise neler yaptıklarını konusunda dedikodu yapmaları isteniyor. Ve uzun süre sonrasında da bilimsel nötr bilgiler unutulurken, yapılan dedikoduların 2 kat daha fazla hatırlandığı ortaya çıkmaktadır.

Bir diğer konuda dedikodunun dilin gelişmesine çok büyük katkılarının olduğunu ortaya koyar. Ayrıca dedikodu sayesinde birbirleriyle ittifak kuranlar birbirlerini koruma içgüdüsüyle nerede kime kim kötülük yapabilir bunu da aktarabiliyorlar

Sonuçta toplumsal değerlerin öğrenilmesi motive edici olması ve zihinsel gelişim dil gelişimi sağlaması açısında dedikodunun faydalarının yanında eğlenme, arkadaş bağının güçlenmesini sağlama gibi işlevleri de var.

Dedikodu yapmak iyi ama....

Dedikodunun nasıl yapıldığı yani iftira karalama kampanyasına dönüşmemesi oldukça önemlidir.

İnsanların arkasından konuşma iftira etmek, kötü zan oluşturmaya çalışmak ahlaken sorumlu davranışlardır. “Dedikodu” derken onu bunu çekiştirmek, ayıbını, başarısızlığını kötü durumunu her yerde söylemek anlamında alınırsa tasvip etmek mümkün değildir.

İnsanlar kendilerine kötü his yaşatanları, haksızlık yapanları diğerleri ile paylaşma ihtiyacını hissederler. Paylaşımlar bazen öç alma karalamaya dönüşebilirken, bazen de içinde biriktirdiklerini  anlatarak rahatlama ihtiyacını gidermeye çalışırlar.

Öfke duyduğu kişi çok sevdiği çocuğu eşi anne babası ise ya da dostu ise dedikodu, karalamaya dönüşmeden rahatlama ya da ‘nerede hata yaptım, neden böyle davrandı, konuyla ilgili neler yapabilirim’ gibi iyi niyetli yapıcı bir yol izleme gayreti gözlemlenir.

Rahatsız veren engelleyen, niyeti sorgulanan davranışların neden olduğu öfke kırgınlık üzüntü kin nefret gibi olumsuz duygu durumlarında ise dedikodu, yapıcı olmaktan çok karşılık vermeye öç almaya yıkıcı olmaya başlar.

Mevlana’yı okumak

Gelişmiş insan dünyaya daha dikkatli bakan nereden geldiğini, nereye gittiğini, niçin yaşadığını kendine soran yaşamını alabildiğine anlamlı kılmaya gayret eden ve kendinden sonra gelecek kuşaklara küçük de olsa bir katkıda bulunmaya çalışan insandır.

Ancak son dönemlerde gözlemliyoruz ki insanlar neredeyse soru sormayı unuttu. Ya kendini dinle kapattı ya da inkar ederek isyan etti ve böylece kurtulduğunu zannetti.  

Bu anlamda “gel ne olursan ol yine gel” diyen hümanist bakış açısına sahip Mevlana’nın kitapları insanları yaşama yeniden bağlamaktadır.

Kendimizi tanımaya çalışmak

Bizler, her birimiz kendimizin sahibi, koruyanı anlayanı arka çıkanı olmalıyız.  Suçlanan kendisinden nefret eden kendisiyle kavgalı birisi sahipsizdir yalnızdır. Kendimizi anlamak kendimizle tanışmak için duygularımızın nedenlerini anlamak durumundayız. Bize rehberlik edecek bizi bizle tanıştıracak duygularımızı anlamayı öğrenmek için her gün sonunda hissettiklerimizi not almanın bize faydası olacaktır.

 “Çoğu zaman bir başkasının hiç önemsemediği bir konuda neden o kadar alıngan davrandım, benzeri alınganlıklarım nelerdi ve alınganlığıma neden olanın en temelin de geçmişin hangi yaşanmışlıkları olabilir?”  gibi duygularımızı anlamaya çalışmamız farkındalığımızı arttıracaktır.