Ahmet Davutoğlu siyaset sahnesinde, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Recep Tayyip Erdoğan’a danışmanlık yaptığı dönemde görülmeye başlandı, adından sıklıkla söz edildi. Meclis dışında olmasına rağmen Dışişleri Bakanlığına atanması onun ‘sıra dışı bir kimliği ve vizyonu’ olduğu şeklinde yorumlandı. 2011 seçimlerinde Konya Milletvekili olarak meclise girerken şehirde bir heyecan da oluşturdu.

Dönemin Başbakanı Erdoğan, 12 Haziran seçimlerinden önce partisinin üç dönem kuralını işaret ederek ‘2015’ten sonra ben yokum’ dese de kamuoyunun kendisini bırakmaya pek niyeti yoktu ama bilhassa batılı çevrelerde ‘Erdoğan’dan sonra kimin gelebileceğine dair’ araştırmalar, hatta planlamalar da yapılıyordu. O günleri kısaca bir hatırlayalım; Erdoğan’ın rahatsızlandığı açıklanmıştı ve kamuoyu büyük meraka gark olmuştu, acaba Başbakan’ın hastalığı görev yağmasına mani olacak mıydı? Tam da o günlerde Cumhuriyet Gazetesinde, Avrupa merkezli bir şirketin ‘Erdoğan giderse AK Partiye oy verir misiniz ve Erdoğan’ın yerine kim lider olsun?’ sorularını yönelterek bir anket gerçekleştirdiği haberi yayınlandı. Sonuç enteresandı; Batılı şirketin anketine göre Türk halkı Erdoğan’dan sonra Davutoğlu’nu Başbakan görmek istiyordu. İkinci sırayı Abdullah Gül, üçüncü sırayı Bülent Arınç ve dördüncü sırayı da Ali Babacan almış görünüyordu.

**

Erdoğan’ın 2015’den sonrası için çizdiği rota Cumhurbaşkanlığı seçilmesiyle değişti. Batılı ankette öngörüldüğü gibi Ahmet Davutoğlu siyaset basamaklarını hızla tırmanarak Başbakan oldu. Fakat Cumhurbaşkanı ile aralarında kamuoyuna pek yansıtılmayan anlaşmazlıklar yaşandığı sonradan anlaşıldı. Nihayetinde istifa edip Başbakanlıktan çekildi. Türkiye’nin ekranlara kilitlendiği o gün parti grup toplantısında Davutoğlu bakın neler söylemişti:

“Kim ki partimizde bir gedik açmaya, kim ki şu veya bu olay sebebiyle partimizden yolunu ayırmaya kalkarsa onun karşısında önce ben dururum. Bu süreçte hiç kimsenin şu veya bu gelişmeden rahatsız olduğu gerekçesiyle partide bir ayrışmaya izin vermemesi talebinde bulunuyorum. Evet, bu şartlarda olağanüstü kongrede aday olmayacağım ama AK Parti milletvekilliğim ve AK Parti'nin neferi olarak yürütmekte olduğum siyaset ve demokrasi mücadelesini son ana kadar sürdüreceğim. Hazreti Mevlana'nın torunu olarak, yüreğimde sevgi dışında hiçbir şey bulunmamaktadır. Kimseye sitem, öfke, kırgınlık taşımıyorum. Ne gelişme olursa olsun ben verdiğim söze sadığım. Cumhurbaşkanımızla son nefesime kadar vefa ilişkisini sürdüreceğim. Hiç kimse benim ağzımdan, benim dilimden, benim zihnimden Cumhurbaşkanımız aleyhine tek bir söz duymadı, duymayacak. Bunun açık ve net bilinmesini isterim ve bunun istismar konusu edilmesine de izin vermem. Cumhurbaşkanımızın onuru, hem Türkiye Cumhuriyeti Devleti Başkanı olarak hem benim dava arkadaşım olarak onun ailesinin onuru benim ailemin onurudur. Onun ailesi benim ailemdir. Kimsenin bundan sonra yeni fitne kapıları açmaya niyetlenmemesi icap eder.”

**

Davutoğlu Başbakanlıktan istifa ederken ‘Hiçbir makama talip olmadığı ve olmayacağı, elinin tersiyle iteceği sözünü vermekle kalmıyor, Erdoğan’dan ‘Hem onun, hem ailesinin onuru benim onurumdur’ diye söz ediyor, ‘Kimse bundan yeni fitne kapıları açmaya niyetlenmesin’ uyarında bulunuyordu. Cumhurbaşkanlığı sistemine, iktidar getirmeyen 7 Haziran seçiminin akşamında muhalefet şerhini koymuştu ya Davutoğlu, sonraki süreçte de benzer beyanlarda bulunmayı sürdürüp partisiyle zıt görüşlerde olduğunu ortaya koydu. Neticede işi parti kurmaya kadar vardırıp Türk siyasetinde bolca yaşanan bölme hareketlerinin bir unsuru haline geldi. Bugün çıkıp Erdoğan ve AK Parti aleyhine sözler sarf edince insanın aklına ‘Neden, istifa ettiğiniz veya ettirildiğiniz gün bunları söylemek yerine bağlılık ve sadakat sözü vermeyi seçtiniz?’ soruları geliyor. Sahi neden?

**

CHP’YE OY TAŞIMANIN HAZIRLIĞI

İstanbul’un yeni Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nu anlatan kitabın iç kapağında bir söz yazılıydı; ‘Değişim ancak içeriden açılan bir kapıdır’ diyordu. 2002’de bu yana her türlü salvoya rağmen yıpratılamayan AK Parti ancak ‘içeriden’ dönüştürülebilirdi! İstanbul seçimleri bu dönüşümün önemli bir provası oldu. Şimdi ikinci aşamanın kurgulanma süreci başlatıldı. Gelecek Partisi’ni kurarak yeni bir gelecek hazırlığı yapan Davutoğlu liderliğini yaptığı oluşumu iktidara taşıyacağına ne kadar inanıyor bilemeyiz ama yolun başındaki söylemeleriyle mevcut sistem içerisinde CHP merkezli bir kombinasyonun figürü olmayı göze almış görünüyor. Siz buna, ‘Ak Partiden CHP’ye oy taşımanın hazırlığı da’ diyebilirsiniz.

Bu arada malum, İmamoğlu, temel atmayı iptal etme töreninde, ‘yaprakların beni çılgınca alkışladığını hissediyorum’ diyerek alkışsız törenin sessizliğine faklı bir boyut getirmişti. Davutoğlu’nun parti amblemi de yaprak olunca, ‘Alkış tutan yapraklarla bir ilgisi, var mıydı?’ diye sormadan edemiyor insan! Peki Davutoğlu’nun kadrolaşması nasıl? Bu konuyu bir başka yazıda ele alabiliriz. Ancak şunu söylemek mümkün; ilk destekçilerinin için de ‘sicilinde FETÖ izi olanları’ bariz bir şekilde görmek mümkün.

**

AMERİKA’NIN ÇEKİLMEYE GÖNLÜ YOK

Türkiye’nin ısrarlı ve son derece başarılı terör operasyonları karşısında, ‘Suriye’den askerlerini çekeceği’ açıklamasını yapan Amerika ‘petrol kuyularını koruma bahanesini öne sürünce’ sözünden döneceği sinyali alınmıştı. Hafta sonunda Amerika’nın Deyrizor ve Haseke bölgelerine askeri kuvvetle birlikte yüz tır mühimmat ve malzeme sevk ettiği haberleri de bunu doğruladı. Daha önce de Deyrizor’a 150 tır dolusu askeri malzeme gönderdiği belirlenen Amerika bölgede sağlanan sükûnun tehdidi olmaya devam edecek görünüyor.

**

LOZAN VE SEVR’i TERS YÜZ ETME GİRİŞİMİ

Akdeniz için merkez nokta saylan Kıbrıs’ta siyasi ve askeri hareketlilik yükselmeye devam ediyor. Türkiye’nin Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin Geçitkale Havaalanında acil koduyla İHA ve SİHA Merkezini faaliyete geçirmesi, Libya ile yapılan anlaşmadan da tedirgin olan ülkelerin telaşını ikiye katladı. İHA ve SİHA’lar Doğu Akdeniz'de görev yapan sondaj ve savaş gemilerine eşlik edecek.

KKTC Başbakan Ersin Tatar’ın bu süreçte, “Bizim bu bölgede müttefikimiz ve bizlerle her türlü yakın ilişki içerisinde olan Türkiye Cumhuriyeti'dir. 1571'den sonra bu ada her zaman Osmanlı ve Türklerin yönetiminde olmuştur. 1878'de o zamanın şartlarında bir süre İngilizlere kiralanmış sonra Lozan Anlaşması'nda bir takım oyunlar oynanmış, bir takım haksızlıklar yapılmış, İngilizler kendi tapusuna geçirmiş. Ama 1960 Anlaşması ile tekrar burada Türk-Yunan dengesinin kurulabilmesi ve Kıbrıs Türklerinin de eşit bir halk statüsünde haklarını kazanması için önemli bir adım atılmıştır” şeklinde açıklama yapması manidardır.

Zira, Cumhurbaşkanı Erdoğan aynı gün bir TV kanalında Libya anlaşmasıyla ilgili değerlendirmede bulunurken de, “Libya'ya yönelik uluslararası hukuktan kaynaklanan hakların kullanılmasıyla ilgili olarak kısa bir zaman önce mutabakat muhtırası imzalamıştık. Bunlardan biri deniz yetki alanların sınırlandırılması ve askeri işbirliğiyle ilgiliydi. Şimdi de güvenlik ve işbirliği anlaşması Meclisimize sunuldu. Bu anlaşmalarla Akdeniz'de hem Libya'nın hem Türkiye'nin hakkı korunmuş olacak. Daha da ileri gideceğim, burada Sevr'in tersyüz edilmesi var” dedi.

Kıbrıs’ta Tatar, Lozan anlaşmasında döndürülen oyunlara vurgu yaparken, Erdoğan’da Libya anlaşmasıyla Sevr’i tersyüz ettiklerini ifade ediyor. Görünen o ki Türkiye doğalgaz ve petrol aramakla kalmıyor, tarihi hesapları da gün yüzüne çıkarıyor.

**

Vilayet Basın bürosunu haftanın bir kaç günü ziyaret ettiğimiz günlerdi. Ofiste şık giyimli, ciddi duruşlu yeni bir personelle karşılaştık. Merhum İl Basın Müdürü İbrahim Yıldırım ‘Hasan Hüseyin beyle tanıştırayım, yeni personelimiz’ diyerek tanıştırdığında, ‘Bıyıklar konuşuyor’ dedik. Yüzüne tebessüm yayıldı ve ‘Bozkırlı bıyığıdır’ kucaklaştık.

Hasan Hüseyin Tanrıverdi yıllarını Vilayet Basın Bürosunda geçirdi, İl Basın Müdürü oldu. Son görüşmemizde, hastanede ziyaret ettiği bir dostunun böbreklerindeki rahatsızlığı son ana kadar nasıl fark etmediğine şaştığını anlatmıştı. Meğer kendisinde de aynı rahatsızlık varmış, çok geç farkına vardı. Dönemin Konya Valisi Aydın Nezih Doğan hassasiyet gösterip tedavisi için gereken desteği verdi. Fakat bünyeyi saran hastalıktan kurtulamadı, geçen hafta vefat etti.  Sevenlerinin omuzlarında Üçler Mezarlığındaki ebedi istirahatgâhına defnedildi. Allah rahmet eylesin.

**

SELÇUKLU’NUN KADİM İSMİ ALİ DÜZ

1980’li yıllarda biz Anadolu’da Bugün ve Konya Postası’nda iken Ali Düz Türkiye’de Yarın’da muhabirdi. Daha sonra Konya Postası’nda mesai arkadaşı olduk. Mesleğimizin nadide simalarından biri olarak iz bırakarak, yeni kurulan Selçuklu Belediyesi’ne Basın Müdürü oldu. İsmail Öksüzler, Adem Esen ve Uğur İbrahim Altay gibi Selçuklu’nun bütün Belediye Başkanlarıyla mesai yaptıktan sonra yeni başkan Ahmet Pekyatırmacı tarafından birkaç ay önce Kültür Müdürlüğüne, geçen hafta da Başkan Yardımcılığına getirildi. İstikrar şampiyonu diyebileceğimiz Ali Düz’ün yeni görevinde de Selçuklu Belediyesine ciddi yararlar sağlayacağına inanıyoruz. Hayırlı olsun.