“Müslüman olmam neyi gerektirir?” İkinci bölümü; “İslami harekete mensup olmam neyi gerektirir” başlığı altında işlenen bu bölümü, İslam’a tam ve doğru olarak mensup olan kimsede bulunması gereken önemli vasıflardan bahseder. İslam için yaşamak, İslam için çalışmak, İslami hareketin önemi, biat ve üyeliğin şartları gibi konuları işlemekte.  

Müslüman olmanın gereklerini yazar ikinci bölümde İslami harekete bağlı olmak gibi bir koşula bağlamıştır. Bireysel faaliyetlerin İslami çalışma açısından yok sayılması değil; fakat kollektif çalışmaların belli bir yerden sonra zarureti üzerinde duruyor. “İslam için çalışma sorumluluğu, bir insanın yalnız başına yürütebileceği bir iş değildir. Çünkü İslam için çalışma, küfrün hepsini yıkmayı, onun yerine İslam’ı geçirmeyi hedef ediniyor. Bu durum ise bir kişinin yükünü taşıyamayacağı bazı vazifelerin yapılmasını, imkânların seferber edilmesini ve çabaların gösterilmesini gerektirir.”(Yeken F, s.107) Elbette İslam’ın bugünkü meselelerine baktığımızda geçmişten gelen büyük sorunlarla birlikte başka sorunlarında ortaya çıktığını görüyoruz. Sorunların çeşitliliği ve büyüklüğü Müslüman kitleleri bir araya getirmek mecburiyetindedir. İslam dün olduğu gibi bugünde birlikte mücadele etmeyi emir olarak bildirmektedir. “Şüphesiz Allah, Kendi yolunda, sanki birbirlerine kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlayarak çarpışanları sever.”, Saff suresi 4. Ayetle birlikte, bu minvalde birçok ayet ve hadisin varlığına şahitlik ediyoruz. 

Ve İslami hareketle kastedilenin ne olduğu biraz daha beliriyor. Günümüz İslam ülkelerinde İslam için kurulmuş olan birlikteliklerin olmadığı söylenemez. Fakat bunların İslam’ın hedefleri, istikameti, boyutları ve alanını tam manasıyla kapsadığı söylenemez.  Bazısı sadece ruhi terbiyeyi esas alır, kimisi kültürel faaliyetler ile islamın taşıyıcılığını yapmaya çalışır, kimisi ise sadece hayır faaliyetleri ile uğraşırlar. Siyasi mecra da İslamı temsil ettiği söylenilen partiler de vardır. Yeken’in söylediği ve belirgin bir şekilde hissedildiği üzere de bu partilerin çalışma programlarında tam manasıyla İslam toplumunu oluşturma gibi bir hedef mevcut değildir. Zaman zaman İslam adına manevra yaparlar ve İslami sembollerin bazılarını taşırlar. Kimi zaman da İslam’ın aleyhine olabilecek hususlarda tavır gösterirler.

 Bu çalışmaların faydasız ve etkisiz olduğunu söylemek yanlıştır. Her bir oluşum kendi alanında münferit önem arz eder. Fakat İslami hareketle belirtilmek istenilen bu değildir. Eser bu çalışmanın eksiklerini ve hedeflenmesi gereken durumu şu sözlerle açıklıyor: “İslami gruplar, yönelmeler ve partiler, İslam için gerekli olan esas ve mükemmel çalışmayı… İslam alemini, günahkar batı medeniyetinin tahakkümünden, küfür ve tağut hakimiyetinden kurtarabilen çalışmayı… Müslüman ferdi, Müslüman eri, Müslüman toplumu ve yüce Allah’ın indirdiği kitapla hükmeden Müslüman devleti oluşturmayı hedef edinen çalışmayı yapmıyorlar.” Anlaşıldığı üzere istenilen reformist bir zihinle çalışmalar yapmak yerine köklü değişimlerle var olması düşünülen düzene geçilebilecektir.

İslami hareket, ruhi yönelişleri de içine alan fikir, siyaset, cihat, teşkilatlanma, ilmi ve ameli çalışma programları yapma gibi farklı alanların hepsini birden kuşatan bir üst yapıdır. Şehit İmam Hasan el-Benna, Risaleler ’de İslami grubun, hareketin vasıflarını açık bir şekilde ifade ederek şöyle demiştir: 

“Ey kardeşler! Siz hayırlı işlerle(hayır işleriyle) uğraşan bir cemiyet değilsiniz. Siyasi bir parti değilsiniz. Sınırlı gayeler için çalışan yerel bir meclis değilsiniz. Fakat siz, bu ümmetin kalbinde cereyan eden ve onu Kur’an hükümleri vasıtasıyla dirilten yeni bir ruhsunuz. Parlayan ve madde karanlığını Allah’ın marifeti ile ortadan kaldıran yeni bir nur gibisiniz. Hz. Peygamber’in (sav) çağrısını tekrarlayan gür bir ses gibisiniz.”

“İslami harekete mensup olmam gerekiyor!” Burada şüphe kaldırmaz bir yargı ile soruya değil emire muhatabız.  Bunun gerekçeleri Kur’an ve sünnet ile sabittir. Pratikteki tecrübelere ve kazanımlarına baktığımızda da toplum sathında, somut sonuçlar alabilmek yalnızca bu yolla mümkün. 

Kimisi bu mensubiyet durumuna kişisel özgürlük sahasını daraltacağı kanısı ile uzak durmaktadır. Bu kişilerin Islam tanımlaması sadece kimliksel ve kültürel nitelik taşır. Fakat Islam icin hürriyet, hakka ve hakikate teslimiyettir. Bu yüzden günümüzün özgürlük söylemlerine tamamen uzaktır. Bu yuzden Popülist ozgurluk söylemleri ile hareketin, Islâma muhalefet olduğunu söylemek yanlis olmayacaktir. 

Bu bir bakış açısı değil, nüans farklılığı da olamaz. Bu iki ayrı dünya görüşüdür. Müslüman kimliği taşımak, kültürel olarak kısmen temas etmek bu ayrı bir hayat tarzıdır. Hayata İslam nazarıyla bakıp ve buna bağlı olarak bir düzen inşa etmek apayrı bir hayat tarzıdır. İslami hareket bahsi geçen ikinci hayat tarzını benimsemeyi öngörür. İslami hareketin mensupları hayat anlayışı, dünya görüşü, yasam tarzı olarak bu ikinci yolu benimsemişlerdir. Ve bunu politikaları hâline getirmişlerdir. İslami hareketin mensubunun hedefi sadece dünyasını varoluş gayesi istikametinde inşa etmek değildir. Tüm dünyayı İslamiyet ekseninde değiştirmeyi hedef görür. Bu sebeple kimliksel ve kültürel olarak bu dinin mensupları da davetin muhatabıdırlar bu sebeple gözden çıkarılmış olamazlar.

Özetle “İslami Harekete mensup olmalıyım?” diyen yazarın üzerinde hassasiyetle durduğu İslami hareket, inkılap istemektedir.  İslami hareket, küfür sistemleri ile uyuşan bir hayatı reddetmektedir. İslami hareket, toplum hayatını değiştirip, dönüştürmeyi hedeflemektedir. Hangi mecradan geliyor olursa olsun; İslami hareket, küfrün saldırılarına o mecradan cevap verecek vaziyette olmayı gerekli görür. Müslümanların aleyhine bir gelişme olduğunda karşı tavır almayı vazife edinir. Dünya mazlumlarının acıları ve sorunları ile ilgilenir. İslami hareket, faize ve onun adaletsizlik saçan sistemine karşıdır. İslami hareket hayatın merkezine Allah Teâlâ’nın emir ve yasaklarını alır. 

İslami hareket, tanımına kısmen hâkim olduğumuz bir yapıdır. Bu yapı, 610 yılından günümüze kadar devam edegelen bir süreci kapsıyor. Bu süreçte İslami hareketin gerçek mensuplarının dünyaya karşı tavırlarını esas alarak “İslam’a mensup olmalıyım!” emri ile neyin ifade edilmeye çalışıldığını bildirmek, davetçinin asli vazifesi olarak görülmüştür.  Her şeyden evvel nefsimize anlatmak ve uygulatmak nasip olsun.

Tevfik ve İnayetle