Demokratik Sistem, Milli İradenin kayıtsız, şartsız millete ait olduğu, halkın hür ve serbest seçimlerle, sandıkta oyunu kullanarak, kendilerini temsil edecek ve yönetecek milletvekillerini seçerek, parlamentoya (TBMM) gönderdiği rejimin adıdır. Demokratik sistemin, vazgeçilmez unsurları siyasi partilerdir. Toplumdaki farklı düşünce, görüşleri temsil eden siyasi partiler, serbestçe milletin huzuruna çıkıp, proje ve programlarını, fikirlerini, iktidara gelirse, ülkeyi nasıl yöneteceklerini hür ve serbestçe açıklayacaklar, eğer halk onları seçerse, iktidar olarak millete hizmete devam edeceklerdir. Burada belirtmek istediğim en önemli endişe, demokratik rejimi kullanarak, bir defa iktidarı ele geçirince, keyfi davranışlara tevessül etmek, hürriyetleri, özgür düşünceyi ortadan kaldırmaktır. Bu büyük bir tehlikedir. 

Şüphesiz, demokrasi içinde kalmak, Anayasaya uygun olmak şartı ile bazı kırmızı çizgiler, vazgeçilmezler, kısıtlamalar olabilir. Örneğin Türkiye’de “Ülkenin Bölünmez Bütünlüğü” , “Laik Demokratik Cumhuriyet”, “Atatürk İlke ve İnkılaplarına Bağlılık”, “Anayasanın ilk 4 maddesinin değişmeyeceği, hatta teklif bile edilemeyeceği”, “İrtica ve Din Devleti Kurma hevesleri”, Türkiye Devletinin kırmızı çizgileridir. Demokrasi içinde siyasi faaliyet yapacak, siyasi partiler evvel emirde bu ülkelere uyacaklardır. Bu hususun, tavizi olamaz. Demokrasilerde, kuvvetler ayrımı esastır. Parlamento, Anayasa düzen, Yargı, Yürütme, birbirlerine saygılı, tarafsız, ahenk içinde faaliyet göstereceklerdir. Bu bağlamda en üst merci, milletin iradesi, milletin kendisi olan Meclis (TBMM)’dir. 

Mülkiye mektebinde, birbirlerinden değerli, unutulmaz Anayasa Hukuku hocalarından feyiz aldık. Prof. Dr. Bahri Savcı, Prof. Dr. Muammer Aksoy, Prof. Dr. Mümtaz Soysal’ın, talebeleri olmak, mazhariyetine eriştik. (Bu vesile ile ifade edeyim, en sevdiğim derslerden biri olan Anayasa notum 10 idi.) Onlardan, hürriyetlerin en geniş biçimde, insan onuruna yakışır şekilde uygulanmasını öğrendik. Bize iktidarların, darbelerle, güç kullanarak değil, milletin iradesi ile sandık yoluyla değişmesini öğrettiler. Öte yandan milletin iradesi ile iktidara gelenlerin de, kendileri gibi düşünmeyenlere saygılı olmalarını, muhalefete tahammüllü olmalarını, eleştirilere önem vermelerini, katiyen, tek adam, dikta, keyfi idareye tevessül etmemelerini, hürriyetleri kısıtlayıcı tutumlara girişmemelerini de öğrettiler. 

Yüce Atatürk, Cumhuriyeti kurduktan sonra, demokrasi ve çok partili rejime geçmeyi, çok arzu ediyordu. Hatta biliyorsunuz, bunu denemişti. Ancak o günün koşulları içinde, Atatürk’ün bu girişimi istismar edildi, Atatürk’te vazgeçti. İsmet Paşa, 1946 ve 1950’de çok partili demokrasiyi denedi ve gerçekleştirdi. İnönü, 1950 seçimlerini, CHP olarak kaybettiği gün, kendisine gelen, Yüksek Komuta heyetinin “Paşam, ne olacağı belli değil, genç Cumhuriyetimizi riske atmayınız, başımızdan ayrılmayın, bırakın biz seçimleri iptal edelim” önerilerine karşılık, “Demokrasinin yerleşmesi için, seçim kaybedenin, milletin iradesine saygı gösterip, çekilmesi, iktidarı devri şarttır. Bu emsali, ben başlatacağım, iktidarı Celal Bey’e, Menderes’e, DP’ye devredeceğim. Sizlerde, yeni iktidarın emrinde olacaksınız” diyerek şu tarihe geçen cümleyi söylemiştir; “Bu yenilgi, aslında benim en büyük zaferimdir.” 

Temel prensip budur, demokrasilerde, darbelere yer yoktur. Bana göre, 27 Mayıs 1960’la başlayan, 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980 darbeleri, demokrasimize zarar vermiştir. Milletin iradesi ile iş başına gelen, Cumhurbaşkanının, Başbakanın, Bakanların, Milletvekillerinin, Partililerin, Yassıada’ya konulması, hele hele tarihimize acı bir leke olarak geçen idamlar kabul edilemez. 1983 tarihinde işbaşına gelen Özal, hiç tasvip etmediği 27 Mayıs’ın mağdurları, Menderes, Zorlu, Polatkan’ın mezarlarını yaptırmış, onlara itibarlarını iade etmiş, kendisi en başta yürüyerek onları Topkapı’daki Anıt Mezarda ebedi istirahatgahlarına tevdi etmiştir. (Kendisi de orada yatmaktadır, ruhları şad olsun).

Halen işbaşında bulunan iktidar, değerli kardeşim Büyük Elçi Dr. Üner Kırdar’ın, devlete milletine büyük hizmetlerde bulunan babası, Bakan, Vali Dr. Lütfü Kırdar’ın da, duruşmalar sırasında hayata veda ettiği Yassıada’yı “Hürriyet ve Demokrasi Adası” olarak ilave tesis ve restorasyonlarla bir müze haline çevirmekle, kadirşinas bir iş yapmıştır. Ada 27 Mayıs 2020’de bir törenle açılmıştır. Yapılan tesis ve restorasyonun uygunluğunu, burada tartışmaya açmayacağım. Yapılmış, yapılmıştır. Üzücü olan Ada açıldığından beri hiç bir etkinlik yapılmamış, adeta kendi kaderine terk edilmiştir. Üner Kardeşimin önerisi istikametinde, Ada’da bir arşiv, kütüphane faaliyete geçirilebilir, sempozyumlar, konferanslar, toplantılar düzenlenebilirdi. Araştırmacıların, bilim insanlarının istifadesine amade olabilirdi. 

27 Mayıs’ın yıldönümünde, Fenerbahçe’den Ada’ya bakarken (Zira, gitmek mümkün değil, sadece seyrediyoruz,) bunları düşündüm. Ayrıca Mülkiye Mektebinde, öğrenci olduğum yıllarda yaşananlar, 29 Nisan, 555K vs. diğer olaylar, Mülkiye’ye ateş açılması, 27 Mayıs’a gidiş, Menderes’in bir türlü seçim tarihi açıklamaması, demokrasiye yakışmayan tutumlar, film şeridi gibi gözlerimin önünden geçip, gitti... Keşke bunlar hiç yaşanmasaydı, olmasaydı, 27 Mayıs Darbesi ve sonuçları hiç vuku bulmasaydı...