Dün Meşrutiyet denilen; bir hükümdarın başkanlığı altındaki millet meclisi ile idare edilen devlet sistemi vardı. Bugün Cumhuriyet ve Demokrasi denilen bir rejim ve sistemle idare ediliyoruz.

     Cumhuriyet ki: “Devlet reisi, millet veya Millet Meclisleri tarafından seçilen hükümet şekli”dir.

     Demokrasi ki: “Temsilî hükümet şekli. Halkın hür olarak seçtiği temsilciler (Millet Vekilleri ve Senatörler) aracılığı ile egemenliğini (hâkimiyetini) kullanmasına dayanan hükümet şekli”dir.

     Kanun-i Esasî denilen Anayasa’sı vardır. Bu sistemde adalet önde gelir. Çünkü Hz.Ömer’in dediği ve O’ndan Mustafa Kemal’in de aldığı gibi: “El adlü esasü’l-mülk.” / “Adalet mülkün temelidir.” 

     Yine bu rejimde Meşveret / Danışma asıldır. Çünkü: “Çıkar âsâr-ı rahmet; ihtilâf-ı rey-i ümmetten.” / “Rahmet eserleri; doğrular ve gerçekler; halkın rey ve görüşlerini aralarında tartışmasıyla ortaya çıkar.”

     Zaten Meşveret de: “İşlerin konuşup anlaşma yoluyla halledilmesi, bir konu hakkında çeşitli ve ehil şahıslardan fikir alma”dır.

     Aynı zamanda Cumhuriyet; kanunda cem-i kuvvettir. Kuvvetin kanunda toplanması yani kuvvet kendisini kanunun daire ve çerçevesi içinde gösterir olmasıdır.

     Bütün bunları nazara verirken, tüm bu yolları gösterici ve bunlara işaret edici kaynağın İlâhî menşeli olduğunu da hatırlamamız gerekir.

     İnsanların asırlar sonra geldiği ve farkına vardığı bu güzel ve geniş yolu yani cadde-i kübrayı; insanlığın önüne açanın; Yüce Rabbimiz olduğunu unutmamalıyız. Çünkü ayetlerin, hadislerin ruhunda tüm bu manalar mündemiçtir, vardır.

     Kaldı ki Meşrutiyet, Cumhuriyet ve Demokrasi’nin ruh manaları; dört büyük mezhebin içeriğinde mevcuttur. Tabii ki “Görenedir görene, köre ne?”

      Nitekim “İmam-ı Âzam bu noktada seçimi belirleyici kabul ediyor. Bu anlayışı O’nu, Cumhuriyet ve Demokrasi’yi müjdeleyen ilk düşünürlerden biri saymamızı gerektirmektedir.” (Yaşar Nuri Öztürk, İMAM-I ÂZAM Savunması, İstanbul-2010 s. 171)

     Yine “O (İmam-ı Âzam Ebu Hanife Hazretleri), söz konusu edilen kişiler, Ehlibeyt imamları da olsa hilafet makamına gelişin ilk şartı olarak SEÇİMİ öngörüyordu.” (a.g.e., s. 67)

     Bundan hareketle diyebiliriz ki, her şeyin asıl malik-i hakikîsi ve yol göstericisi Allahü Azîmüşşandır. Ki, müessir / tesirli ve etkili olan sadece O’dur.

     Adalet-i mahzayı / tam adaleti, gerçek ve kusursuz adaleti; ancak O’nda görür, O’nda bulur ve O’nu kendimize örnek alırız.

     Evet O, tam adaleti mutazammın / kendisinde bulunduran nokta-i istinadımız / yegâne / tek dayanak noktamızdır.

     Cumhuriyet ve Demokrasi’nin umde, prensip ve hususiyetlerini ancak ondan alır, O’na uyarız.

     Her hususta kapıldığımız evham / vehimler ve düştüğümüz şükûk / şek ve şüphelerin bizi soktuğu varta-i hayretten / şaşkınlık tuzağından kurtaracak, sırat-ı müstakimde / doğru yolda yürümemizi sağlayacak olan, O’nun kitab-ı mukaddesi olan Kur’an-ı Kerîm’den aldığımız ve alacağımız; hakikatin mizan ve ölçüleri sayesinde mümkün olacaktır ve olmaktadır.

     İşte Cumhuriyet ve Demokrasimizin hayat-bahş yol göstericiliği; İlâhî menşe ve kaynaklıdır.

     Bu İlâhî rotada gelişen Cumhuriyet ve Demokrasimizin istikbal ve geleceği ve hattâ İlâhî ölçülerle hayata geçirdiğimiz ve geçireceğimiz Cumhuriyet ve Demokrasi ortamı; ahiretimizi de tekeffül eden / ona da kefil olan bir vasat ve ortamı bize sağlamaktadır.

     Çünkü âbid / ibadet edici ve zâhid / zühd sahibi oluşumuz; ancak içinde hür yaşayabileceğimiz bir vatana sahip olmakla mümkündür. Zaten bunun için değil midir ki: “Hubbü’l-vatan minel îman.” / “Vatan sevgisi îmandandır.” denilmiştir.

     Ve tabii ki, tüm bu belirttiğimiz hususlar; bunları temin eden Cumhuriyet ve Demokrasi içinde süreceğimiz bir hayatla kabil ve imkân dahilindedir.