Nitekim Maide Suresinin 54. âyeti, Türk Milleti’ne zımnen, dolaylı olarak bakar. Âyette mealen şu ifadeler geçer: 

     “Allah, bir kavim getirir ki, onları sever, onlar da Allahı severler. Müminlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı kuvvetli ve zorludurlar. Allah yolunda savaşırlar.”

     Asrın Âlimi bu hususa değinmiş. Vani (Vanlı) Mehmet Efendi de Arais adlı tefsirinde buna yer vermiştir. Çünkü Millî Mücadele ile bu millet “Kur’anı Allahın tevfik (ve yardım)iyle düşmanın hücumundan kurtarmıştır.”

     Daha önce belirttiğim gibi, Allahın dinini bu millet yaşamak, yaşatmak ve yaymak için; her şeyden evvel vatan sahibi olmalıydı. 

     Dahası, vatanında hür ve müstakil / özgür kalmalıydı. Ki Allahın hükmünü yer yüzünde yürütebilsin.

     Çünkü Kur’an, ancak hür bir vatanda yaşanır.

     Çünkü Kur’an, özgür insanlar eliyle uygulanır.

     Bir vatan ki, işgal altında kalmıştır.

     Bir ülke ki, insanları hür ve serbest değildir.

     Kur’ana hayat hakkı tanımaz düşman.

     Zaten Batılı saldırının temelinde, çok sebepler arasında bir de Kur’an ve İslâm düşmanlığı yatmıyor muydu? Demek ki, Türk İstiklâl Savaşı, aynı zamanda Kur’an’ı; Allahın yardımıyla, düşman tasallutundan ve düşman hücûmundan korumuş oluyordu. Millî Mücadele’yi kazanmakla “İslâm Âlemi’ni mesrûr” ettik, sevindirdik.

     “İslâm Âlemi’nin muhabbet (sevgi) ve teveccühünün” Türk Milleti’ne yönelmesini temin ettik. Yeniden O’na karşı sevgi ve muhabbet duymasını sağladık. Çünkü başta İngiliz olmak üzere, emperyalist devletler altında kıvranan Müslümanlara ümit ışığı olduk. Emperyalizme karşı çıkılabileceğini gösterdik. Onların da bizim gibi kurtulabilecekleri fikrini uyandırdık.

     Devrinin askerî şöhreti Baron de Tod, Türk Milleti’nin bir vasfının, bir özelliğinin farkına varmıştır ki o da şudur: 

     “Milletinizin bir mevzuu (bir konuyu); kalbi ile benimsemesi için, aklından evvel rûhu ile inanmasının şart olduğunu anladım” der. 

     Ve bunu derken âdeta şu hükmü tescil etmiş ve benimsemiş oluyor ki o da şudur:

     “Enbiya’nın ekseri Şark’ta (Doğu’da) ve Hükemanın (Felsefecilerin) ağlebi (çoğu) Garp’ta (Batı’da) gelmesi; kader-i ezelînin (ezelî kaderin) bir remzi (işareti)dir ki, Şarkı (Doğuyu) ayağa kaldıracak (olan) din ve kalbdir, akıl ve felsefe (yani olay ve sorunları sırf materyalist bir bakış ve yorumla çözmek mümkün ve olası) değil!”

     İşte Millî Mücadele, bu ruhla başlamış. Böylesi bir ruhla başlatılmıştır. Ancak bu şekilde Şark’ı (Doğu’yu yani Türkiye’yi) intibaha getirdik, uyandırdık. Fıtratına, yaratılışına muvafık /uygun bir cereyan / akış verdik. 

     İşte bunun için Millî Mücadele başarıyla sonuçlandı.

X

     Millî Mücadele, nasıl bir düşmana; daha doğrusu, ne çeşit düşmanlara karşı yapıldığı.

     Millî Mücadele, nasıl bir destanımsı şahlanış olduğu.

     Millî Mücadele, ne gibi yoksulluk, imkânsızlık ve çok zor şartlarda verildiği.

     Millî Mücadele’de -bir bakıma yine- nasıl yedi düvele (yedi devlete) karşı çarpışıldığı.

     Millî Mücadele’de ayrıca nasıl iç engellerle, iç isyanlarla, aldatılmış yığınlarla uğraşıldığı.

     Büyük İslâm şairimiz Mehmet Âkif Ersoy’un şu veciz ifadesinde, özlüce dile getirilmiştir:

     “Allah, bu millete İstiklâl Marşı’nı bir daha yazdırmasın!” Yani Allah bu millete; tekrar öyle acı ve dehşetli günleri göstermesin!

     Böylece yeniden “İstiklâl Marşı” yazmak zorunda bırakmasın bu milleti demek istiyordu. Meşhur İstiklâl Marşı’nı yazan rahmetli şairimiz.