Türk İstiklâl Harbi, Millî Mücadele veya Kurtuluş Savaşı gibi daha bir çok isimlerle yâdedilen Kutsal Savaş; bütün milletin topyekün sonuçlandırdığı bir savaştır.

Üstelik “İnayet-i İlahiye” ile gerçekleşen bir savaştır.

Üstelik toprağın üstündekiler bir yana, toprağın altındaki -bu cennet vatanın- asıl sahiplerinin de sahip çıkmaları ve yardımlarıyla yani şüheda / şehitlerimiz ile kazanılmış bir Kutsal Savaş’tır. Çünkü bizi idare edenler; dirilerden ziyade ölülerdir. İşte vatan; onların bizlere bıraktığı maddî-mânevî mirastır. Şair boşuna dememiştir:

“Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda

Şüheda fışkıracak toprağı sıksan şüheda.”

Türkiye cennet vatandır. Çünkü her karış toprağı için şehit düşülmüş, gâzi olunmuştur. Şehitler ise cennetliktir. Şehit, bu topraklara bu topraklar için düştüğüne göre, bu vatan cennettir.

Gerçi vatanımız, maddeten de cennet gibidir ama, cennet vatan derken, bir de böyle düşünmek gerekir diye düşünüyorum.

Hele kahraman ordumuz; her zaman, her yerde, her hususta öncü olduğu gibi, yine milletin önüne düşmüş, Harb San’atı’nın hünerverleri olarak milleti peşinden sürüklemesini bilmiştir.

Türk İstiklâl Harbi’nde “Ordu-Millet” olduğumuz bir kere daha tarihe tescil ettirilmiş. Tarihe altın harflerle kazınmıştır.

Bu da gösteriyor ki, bu millet gerçek öncülerini bulduğu zaman, artık insanlık yolunda dizginlenmesi imkânsızlaşır ve manevî hedefine doludizgin gitmesini bilir.

İşte İstiklâl Savaşı, tarih sürecinde atı sürçen Türk Milleti’nin düştüğü yerden, mânâ erleri vesîlesiyle kalkarak tekrar şahlanışının ibret dolu; kahramanlık, şecaat, dirayet ve iradesiyle kendine gelmesidir.

Bütün menfîliklere ve olumsuzluklara rağmen; diğer bir çok harekete geçiricilerimiz yanında, özellikle din adamlarımızın, milleti kendine getirmesiyle, Türk Milleti ayağa kalkmıştır. Şahlanmıştır. Yeni destanlar yazmıştır.

İşte bu, Batılıları çok şaşırtmıştır. Hayretlere düşürmüştür. Bunun -onlarca meçhul kalan / bilinmeyen- en önemli sebebi şudur:

“Hubbü’l-vatan mine’l-iman.” Yani “Vatan sevgisi imandandır.” gerçeği.

Çünkü asıl, hakiki vatan; baba, ata diyarı olan yerdir. Ceddimiz Hz. Âdem’dir. Vatanı ise cennettir. Öyle ise asıl vatan orasıdır. Dünya ise mecazî vatandır.

Cennet dünyada kazanıldığı için dünya da sevilir. Sevilene sebep olan da sevilir. Çünkü “Essebebü ke’l-fâil”. / “Sebep olan yapan gibidir.” hükmü, bunun gibi sırlı hikmetlere mebni ve dayanak olduğu için söylenmiştir.

Sevgi ise fedakârlık ister. O da sırasında ölmektir. Şehadete ermektir. Şehit düşmektir. Vatan uğrunda. O’nun yolunda. Bunun müşevvik, muharrik yani teşvikçisi, harekete geçiricisi dindir. Din adamlarıdır. Müftüler ve Hocalardır.

Vatan, baba ocağıdır. Baba memleketidir. Kalbimizde bambaşka bir yeri vardır. Bizler dünya gurbetindeyiz. Bir zamanlar ceddimiz Hz. Âdemin kaldığı gibi. Baba toprağına, asıl vatana kısaca Ebedü’l-âbâda, cennete; daha iyi şartlarda dönmek için dünyadayız.

Bu şartları temin etmek istiyoruz. Öyle ise dünyada kendimize ait bir toprağımız olmalı. Toprak sahibi olmalıyız. Bu da yetmez. O toprakta hür olmak da lâzım.

İşte bu imkân, elimizden alınır veya alınmak istenirse; bu uğurda can verilir, kan dökülür, şehit ve gâzi olunur. Gerektiğinde şairin dediği gibi:

Alnından vurulup tam ercesine

Bir gül bahçesine girercesine

Toprağın kara bağrına girilir.