Bu asra Hürriyet ve Cumhuriyetler devridir dense yeridir. Çünkü, müsavat / eşitlik esası üzerine kurulmuş olup, tahakküm ve tagallübü / zorbalığı kaldırmak şiar ve gayesi olmuştur. Fakat, insanın sosyal hayatında bir çığır açan, eğer kâinattaki fıtrat / yaratılış kanununa muvafık / uygun hareket etmezse, hayırlı işlerde, terakkî ve ilerlemede muvaffak ve başarılı olamaz. Bütün hareketi şer ve tahrip hesabına geçer.

Çünkü insan; fıtrat / yaratılış kanunlarına göre hareket etmek, mecburiyetindedir. Zira beşer / insan; fıtratını değiştirmek ve insanın hilkat ve yaratılışındaki esas hikmeti / asıl nedeni kaldırmakla ancak; mutlak müsavat / tam bir eşitlik kanununu tatbik edebilir.

Fakat insan fıtrat ve yaratılışının hikmeti ve sırrı; mutlak müsavat / tam bir eşitlik kanununa zıttır. Çünkü Fatır-ı Hakîm / Hikmetle Yaratıcı olan Allah, kemal-i kudret / tam kudret ve hikmetini göstermek için, az birşeyden çok kitapları yazdırır. Bir şeyle çok vazife ve görevleri yaptırdığı gibi, insan ile de, binler nev ve tür’ünün vazifelerini gördürür. İşte o büyük sırdandır ki, Cenabı Hak, insan nev’ini, binler nevileri sümbül verecek ve hayvanatın; sair binler nevileri kadar tabakat / tabakalar gösterecek bir fıtratta yaratmıştır. Sair hayvanat gibi his, duygu ve lâtifelerine had ve sınır koymamış. Serbest bırakıp hadsiz makamatta gezecek istidat ve kabiliyetler vermiş; bir nev’ iken binler nev’ / cins ve tür hükmüne geçirdiği içindir ki, arzın halifesi, kâinatın neticesi ve zihayatın / hayat sahiplerinin sultanı mevkiine yükseltmiştir.

İşte insanın çok yönlü oluşunun en mühim / en önemli mayası ve zembereği, müsabaka ile hakikî imanlı fazilettir. Fazileti kaldırmak, insan mahiyetinin tebdili / değiştirilmesi, aklın söndürülmesi, kalbin öldürülmesi ve ruhun mahvedilmesiyle olabilir.

Evet, şu hürriyet perdesi altında, müthiş bir istibdat yaşayan, şu asrın gaddar yüzüne çarpılmaya lâyık, şu kâmilâne sözün,

Ne mümkün zulm ile, bîdâd ile imha-yı hürriyet?

Çalış, idrâki kaldır, muktedirsen âdemiyetten!

Yerine, bu asrın yüzüne çarpmak için:

Ne mümkün zulm ile, bîdâd ile imha-yı hakikat?

Çalış, kalbi kaldır, muktedirsen âdemiyetten!

Ya da:

Ne mümkün zulm ile, bîdâd ile imhâ-yı fazîlet?

Çalış, vicdanı kaldır, muktedirsen âdemiyetten!

Demelidir.

Evet, imanlı fazîlet, tahakküme sebep olmadığı gibi, istibdat sebebi de olamaz.

Tahakküm ve tagallüb etmek / zorbalık faziletsizliktir.

Ve bilhassa fazîlet ehlinin en mühim meşrebi; acz, fakr ve tevazu / alçak gönüllülükle, insanın sosyal hayatına yol göstericilik olmalıdır.

Çünkü insan, yalnız cesetten ibaret değildir. Cesedi beslemek için kalb, dil, akıl, dimağ koparılıp o cesede yedirilmez. Onlar imhâ edilmez. Onlar da idare ister.

Ve madem kabir kapısı kapanmıyor. Madem kabrin öbür tarafındaki istikbal / gelecek endişesi her ferdin en mühim / en önemli meselesidir.

Elbette milletin itaat ve hürriyetine istinat eden vazifeler, yalnız milletin dünya hayatına ait; içtimaî, siyasî ve askerî vazife / görevlere münhasır / sadece onlardan ibaret değildir.

Öyleyse fikren hukukta eşitlik yolunu tutmalı. Şefkat ve İslâmiyetten gelen adalet sırrıyla, burjuva denilen havas tabakası yani ileri gelenlerin, istibdat ve tahakkümlerine muhalefet etmelidir.