Türkiye’de eli kalem tutan ve dili söz söyleyen herkes “Cumhuriyet’in” ilanı için kendince yorumlar yaparak bilinmeyenlerin ve gizemlerin sadece kendilerinde olduğunu zannederek; yorumlar yaparlar! Bu yorumları akımına mesleğimin ilk yıllarında bende kapılmıştım. Ama yıllarca okuyup araştırdıktan sonra gördüm ki; bunlar bizim kendi kurgularımızdan ibaretmiş.

“Cumhuriyet’in” ilanı konusuna şöyle devam edeyim; “Cumhuriyet” elbette, muhakkak, illaki ve de kesinlikle ilan edilecekti. Çünkü, Mondros Ateşkes Antlaşması sonrası; daha savaş başlamadan önce Müdafaa-İ Hukuk cemiyetlerinin yapmış oldukları kongreler sırasında; “Batı’nın Siyasi yöneticileri,” basını ve kamuoyu Anadolu’daki “İstiklal Mücadelesi” yapan Türk Milleti’ni ve başta Mustafa Kemal olmak üzere Kuvvay-ı Millyecileri zaten “Cumhuriyetçi “ olarak tanıtıyorlardı. En önemlisi Türk demokrasi yolculuğunun sonu “1808 Sened-i İttifak (Türk tarihinin Magna Carta’sı diyebileceğimiz)” ilan başlayıp; Tanzimat, Islahat Fermanı, I. Meşrutiyet, II. Meşrutiyet hareketi ve TBMM tarafından “Cumhuriyeti” ilan etmesi ile son bulacaktı. Bu Türk demokrasi hareketinin gelişim süreci, Fransız İhtilali’nin getirdiği; eşitlik ve özgürlük fırtınasının sonucu olan bir gerçekti ve bizde de olacaktı. Ben diyorum ki; her kim olursa olsun “Cumhuriyet’in” ilanı konusunda; kelimeleri, cümleleri, paragrafları oluştururken sayfaları dolusu yorum ve “gizem havası” vermeden “Cumhuriyet’in” ilanını siyasal gelişimini yalın bir şekilde şöyle bilsin:

“Lozan Barış Antlaşması'yla Türkiye'nin bağımsız bir devlet olduğu bütün dünyaca kabul edilmişti. Artık devlet yönetimi şeklinin belli olması gerekiyordu. Sivas Kongresi kararlarıyla kurulan "Heyet-i Temsiliye" ve daha sonra açılan “Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin” çalışma şekli bir tür cumhuriyet yönetimiydi. O zamanın şartları içinde bunu kimse ağzına alamıyordu. TBMM'de padişah yanlısı ve Osmanlı İmparatorluğu yanlısı kimseler ve komutanlar çoğunlukta idi.

Mustafa Kemal Paşa bu konuda kararını vermişti. Türkiye, bir “Cumhuriyet” olacaktı. Şimdi bu kararını uygulamaksın güçlü idi. Kazandığı zafer ve şerefli bir barış, onu daha yükseltmişti. Kendi topladığı yeni bir meclisin hem kurucusu, hem de başkanı olduğu yeni bir parti, ona iktidar olmak yollarını açmıştı. Saltanat ve hilâfet 1 Kasım 1922'de birbirinden ayrılmıştı. Önce saltanat lağvedilmiş ve son Padişah Vahidettin 17 Kasım 1922 günü bir İngiliz savaş gemisi ile İstanbul'u terk etmişti. Halifelik makamına TBMM'nin kararıyla Abdülmecid Efendi getirilmişti.

Lozan barış görüşmeleri yapılırken Mustafa Kemal Paşa'nın kafasında “Cumhuriyet” fikri belirli bir biçimde girmişti. Bir tasarı hazırlamış, saltanatın kaldırılması ve anayasa konularında kendisine danıştığı Adliye Bakanı Seyit Bey'e göndermişti. Seyit Bey, tasarının prensibini yasama bakımından uygun buldu. Yalnız bazı ayrıntılar için tasarıyı geri gönderdi. Daha sonra Lozan Barışı imzalanıncaya kadar, bu çalışma durduruldu. Mustafa Kemal Paşa cumhuriyet hakkındaki görüşlerini yakınlarına açmaya başlamıştı.

Çankaya'da güvendiği gazetecilerin bulunduğu bir akşam yemeğinde Fransız İhtilâli ve cumhuriyet yönetimi üzerinde konuşmalar yaptı. Haber ortalığa yayıldı. Daha sonra bu niyetini yabancı gazetelere de açıklamış ve bütün dünyaya duyurulmuştu. Anayasa da hazırlanmıştı, ilk maddesi egemenliğin millete ait olduğu, ikinci maddesinde de halkın yalnız Büyük Millet Meclisi tarafından temsil edildiği bildiriliyordu.

Milletvekilleri bazı konularında tereddütler içinde idiler. Öreğin halifelik konusunda, seçilecek cumhurbaşkanı halife olacak mıydı? Her türlü köklü değişime karşı olanlar bu tezi söylüyorlardı. Bazıları ise halifenin başına geçeceği meşruti bir krallık kurulmasını düşünüyordu. Bir bölümü de Fransa ve Amerika'daki gibi demokratik bir “Cumhuriyet” kurulmasını uygun buluyorlardı. Bir bölümü de Mustafa Kemal'in elindeki “Cumhuriyet’in” bir tür diktatörlüğe dönmesinden çekniyorlardı. Ali Fuat Paşa ve Rauf Bey bu görüşte idiler. Bu kimseler o zamanlar meclisten uzakta idiler. Bu durum Mustafa Kemal Paşa'nın işlerini kolaylaştırıyordu. 

Bu sırada hükümet istifa etmiş, yeni hükümet iki gün geçtiği halde kurulamamıştı. Aslında bu durumu Mustafa Kemal Paşa yaratmıştı. Aralarında İsmet Paşa ve yakın arkadaşlarının bulunduğu birkaç dostunu Çankaya'ya 28 Ekim 1923 akşamı yemeğe çağırdı. Yemek sırasında bu arkadaşlarına:

"Yarın Cumhuriyet'i ilân edeceğiz" dedi.

Hükümet bunalımından bu suretle çıkılacağını söyledi. Anayasal değişiklik yapmak suretiyle çıkış yolu bulunacaktı. O akşam yakın arkadaşları Çankaya'dan ayrıldıktan sonra İsmet Paşa ile bir süre çalıştılar. 1921 tarihli Teşkilât-ı Esasive Kanunu'nun değiştirilmesi ve anayasa "Türkiye Devleti'nin şekli hükümeti cumhuriyettir" hükmünün konulması amacıyla birlikte bir yasa tasarısı hazırladılar.

29 Ekim 1923 günü toplanan Halk Fırkası Meclis Grubu toplantısında Mustafa Kemal Paşa, bunalımdan çıkış yolunun anayasanın bazı maddelerinin değiştirilmesi olduğunu anlattı. Daha sonra “Cumhuriyet” ilânı önerisi toplantıda kabul edildi. Halk Fırkası Meclis Grubu toplantısından hemen sonra TBMM toplandı. Önceden hazırlanan yasa tasarısı kabul edilerek “Cumhuriyet ilan edildi. Mustafa Kemal Paşa o gün TBMM’ce “Türkiye Cumhuriyeti” ilk Cumhurbaşkanı seçildi.“  

Sonuç: Türkiye Cumhuriyeti’nin 95. Kuruluş yılı kutlu olsun ve ebediyete kadar devam etsin!

Başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk başta olmak üzere, İstiklal Harbimizin kazanılmasına ve yeni devletimizin kuruluşuna öncülük eden tüm kahramanlarımızı tazimle yad ediyorum.