Yarın Cumhuriyetin 90’ıncı yılını şanla, şerefle, gururla ve büyük bir coşku ile kutlayacağız. 10 yıl sonra asırlık olacak Cumhuriyetimizin 90’ıncı yılı kutlu olsun. Huzur ve barış içinde daha nice Cumhuriyet Bayramlarına.
Ben Cumhuriyetin 15’inci yılında doğdum. Adımı da bu mutlu günden almışım. Doğum günümün de böyle müstesna bir bayramla çakışmasından hep ayrı bir haz da duymuşumdur.
2’inci Cihan Savaşının yokluk ve yoksulluk günlerinin gölgesinde geçen çocukluk ve ilk öğrenim yıllarının Cumhuriyet Bayramları hafızamda pek net değil. Daha sonra öğrenim ve meslek yılları içinde Cumhuriyeti yudum yudum özümsedik, Cumhuriyetin bize bahşettiği güzellikleri yaşarken Cumhuriyeti de kalplerimize nakşettik.
Asırların ihmali ile Ortaçağ’a mahkum olan büyük milletimiz, bir millet hayatı için kısa sayılacak sürede bütün engelleri aşarak, her alanda dünyanın en ileri ülkeleri ile rekabet edebilecek atılımlar yaparak yüksek standartta bir demokrasiyi tesisi de başarabilmiştir. İğneyi ve ipliği bile dışardan ithal ettiğimiz Cumhuriyet öncesi dönemi Falih Rıfkı şöyle anlatıyor.
Biz Meşrutiyet Türkiye’sini tanımış olanlardanız.
Yabancı egemenimiz, Hıristiyan ve Yahudi azınlık efendimizdi. Biz Türkler hepsinin aylıklı bekçileri, nöbetçileri ve muamelat memurlarıydık.
1913’te Rus gemisinde yakalanan bir katili elçilik kavası bizden ister, biz de onu geri vermek zorunda kalırız diye Sadrazam ve Dahiliye Nazırı bir iş uydurup Edirne’ye gittikleri zaman yanlarındaydım. Katili o gece hapiste boğdurmuşlardı. Fakat hükümet de büyükelçinin baskısı ile polis müdürünü yerinden attıktan başka bir daha hiç bir devlet hizmetinde kullanmayacağına da söz vermişti.
Bu olaya biraz açıklık getirmek gerek. Mahmut Şevket Paşa’nın katillerinden birinin bir Rus gemisiyle Romanya’ya gitmek için boğazdan geçeceği İstanbul Emniyet Müdürü Azmi Bey tarafından haber alınır. Azmi Bey, bir bahaneyle boğazı geçen gemiye giderek gizlenen katili kimseye farkettirmeden gemiden alır ve katil hemen infaz edilir. Sadrazam Said Halim Paşa ile Daire Nazırı Talat Paşa Rus elçisine muhatap olmamak için İstanbul’dan Edirne’ye giderler. Dönüşlerinde Rus elçisi Sadrazamın kapısına dayanır ve Azmi Bey’in derhal azlini ister. Bu istek Azmi Bey Adana’ya vali tayin edilerek karşılanır ama elçi bu atamayı uygun bulmaz. Azmi Bey devlet hizmetinden azledilmelidir. Bu istek de yerine getirilerek Azmi Bey sürgüne gönderilir.
Bu anı, özellikle Düvel-i Muazzama elçilerinin Osmanlı’nın içişlerine her fırsatta karıştıklarının acı bir örneğidir. Yine sözü Falih Rıfkı’ya bırakalım.
Çarşı Pazar, banka, şirket, atöyle veya fabrika, ithal ve ihraç ticareti, şehir suları, ışıkları ve taşıtları, deniz ve karayolları, hepsi, hepsi yabancı ve hıristiyan azınlıkların elindeydi.
Beyoğlu’nda bir Avrupa şehri sokağında gibi dolaşırdık.
Dükkanlarda itibar görmek için Türkçe konuşmamak lazımdı. Kulüplerin dilleri Fransızca veya İngilizce’ydi.
90 yıl öncenin acı tablosu böyle idi.
Ortaçağ karanlığını yırtarak çağdaş uygarlığı yakalamasına ramak kalan genç Cumhuriyetimizle ve bizi bu güzelliklere kavuşturan Ulu Önder Atatürk ve arkadaşları ile ne kadar övünsek azdır.
Mekanları cennet olsun.