HAZRETİ ÜSKAZIMIZIN BİR MA’NEVÎ TASARRUFU!...
Sevgili Peygamber’imizden en çok hadis rivayet eden, Sahâbî’lerden, Abdullah İbn-i Mes’ud radiya’llâhu anh Efendimiz: “ Birde öyle bir fitneden sakanınki, o, içinizden sadece zulmedenlere erişmekle kalmaz ( umuma sirayet ve hepsini perişan eder) . Biliniz,ki, Allah’ın azabı şiddetlidir.” Meâlindeki Enfal Suresi’nin 25. Âyeti Kerimesi nazil olduğunda, biz, Sahâbî’ler, hepimiz biribirimize bakıştık; fitne de nemenem bir şeydir, bilmiyorduk. Armızda, fitne, fücur, kin, buğuz, adavvte, buhl ve hased yoktu. Peygamber’imizin etrafında, pervaneler gibi, tam bir kardeşlik içinde, onun işaret buyuracağı hususlarda, hayırda müsabaka ediyorduk. Ne zaman ki, Hulefâ-i Râşidîn’den, Üçüncü Halife, Hazreti Osman bin Affan, Haricî’ler, ( P.k.k. bnzeri terür örgütü) fecî’ bir şekilde şehid edildi.- Hazreti Osman bin Affan, evin’de muhasara edildi, = Evi tam bir abluka altına alındı. Hicretten sonra, Medine’de müthiş bir içme suyu kıtlığı yaşandığı bir devirde, bir servet ödeyerek, Medine’li bir yahûdÎ’nin elinde bulunan, “ RÛME” Kuyusunu satın almış, İslâm Tarihinde, ilk Su Vakfını te’sis etmiş olmasına rağmen, Hazreti Osman’ı abluka sırasında aç bıraktıkları gibi, bir bardak su da vermemişlerdi. Hazreti Osman şehid edildiğinde, Kur’ân okumaktaydı. Mübarek kanı, okuduğu Kur’ân’ın üzerine akmıştı. Hazreti Osman’ın kanıyla boyanan bu Kur’ân-ı Kerim, HALEN, İstanbul’da, Topkapı Sarayı Müzesiinde, Mukaddes Emanetler Dairesinde muhafaza edilmektedir. Ziyaretçiler burada görebilirler...
İslâm Tarihinde ilk def’a olarak zuhur eden bu Fitne-i Uzma’da, Ebû Zer el- Gıfârî gğibi, Kibâr-i Sahâbe’den pek çoğu, Fitne’de taraf olmamak için, Miedine’yi terk etmiş, Bâdiye’de ( çöl’de), yalnız başına yaşamayı tercih etmişti.
Bu büyük fitne’nin zuhurundan sonra vuku’ bulan Sıffîn ve Cemel vak’a’larında, Hicret-i Nebviyye’den sonraki 10 yılda, cereyan eden, 27’si bizzat Peygamber Efndimizin sala’llâhu aleyhi ve sellem, bizzat iştirak buyurdukları, 66 muharebe ve Seriyye harbinde şehid düşenlerden fazla, sahâbî ve Tâbi’î şehid düşmüştü. Müşrikler ve Bizansl’larla yapılan büyük muharebe ve seriyye savaşlarında, bu on yıl zarfında 250 Sahâbî şehid düşmüştü.
Sıffîn ve Cemel Vak’a’ larında, Aşere-i Mübeşşere’den.( Dünya’da iken Allah vöe Resûlü tarafından Cennetle müjdelenen on kişiden, Hazreti Talha bin Ubeydullah radiya’llâhu anh ile, Zübeyr İbnü’l- Avvam radiya’llâhu anh. Efendilerimiz başta olmak üzere, yüzlerce Sahâbî VE tâbi’î şehid düşmüştü..
Ali Dayı ( Ali Yılmaz) vefatı, ( 1976), 1950 yılından i’tib^ren, ebediyyete intikal buyurduğu, 16 Eylül 1959 tarihine kadar hiç ayrılmamak üzere, gece-günrüz, ma’iyyetinde bulundu.Bu müddet, Hazreti Üstazımızın, irşad, ihda, tebliğ ve tecdid yıllarının en çileli, en eziyyetli yıllarıydı. İrşad, ihda, tebliğ ve tecdid vazifesinin yanında, Pîrân’ın sadece bu döneme mahsus olmak üzere vea münhasıran, Silsile-i Saâdât- Silsile-i Zeheb arasında, Hazreti Üstazımıza mahsus olmak üzere, verdikleri “ Tedrisat,” ( İslâmî İlim’leri Ümmet-i Muhammed’in evlâdı’na tedris ve ta’lim) vazifesini en kesif bir şekilde deruhte buyurduğu, bunun için de gece-gündüz ta’kibata maruz kaldığı, Yalan, iftira ve buhtanlarla, tevkîf edildiği, mücadele yıllarında ilk def’a olarak, 59 gün Kütahya Ceza ve Tutuk Evinde mahbûsen çilesini kemale erdirdiği yıllardır. Bu yıllarda cereyan eden, vuku’ bulan bütün bu hadisatın, çilelerin, eziyetlerinin en yakın ve canlı şahidi, Merhum, Ali Dayı idi. Ali Dayı, bu dönem zarfında sadece, Hazreti Üstazımızın çile, işkence ve eziyyetlerine şahid olmadı, nîce keramet ve tasarruflarına da şahidlik etti.- Keramet deyince, Tayy-i Zaman, Tayy- Mekân, havada uçmak, denizde yürümek gibi “ Kevnî”, kerametleri kasd etmiyorum. Ricâl-i Sofiye, Ricâl-i Ma’neviyye, bilhassa, Tarîkat-i Nakşibendiyye-i aliyye’nin Esâtî’zi, Silsile-i Saâdaât ve Silsile-i Zeheb, Kaddese’lllâhu Esrârehüm Ecme’în Hazaratı, Kevnî Kerametleri, “ Hayz-u Ricâl,” olarak kabul etmişler, ellerinde bu kabil Kevnî keramet zuhur zarureti halinde, düştükleri mertebeye tekrar yükselebilmek için, riyazât dahil,çok çaba harcadıkları bilinmektedir.
Ne varki, Sahib-i Zamaün, Mürşid-i Kâmil ve Mükemmil, Medâr Mürşid ve Müceddiud’ler Tecdid’in kemali için, zaman zaman, Hâriku’l-âde’lere başvurmak zarureti hissederler. Bu suretli ellerinde zuhur eden, asla kevnî kermet değl, “ Tasarruf,”( Tasarrufun gereğidir.)
Ali Dayı’nın Hazreti Üstüzımızın pekçok tasarrufuna, tasarrufunun gereği geleceğe dair, ba’zı haberlerine şahid ve vakıf olduğunu tahmin ettiğim için,1963 yılında, Büyükçamlıca Tepesi’nin zirvesinde kondurduğu, odun sobasıyla ısıtılan, Gaz Lambasıyla ışıtılan Gecekondusunda, uzun kış geceleri boyunca, “Teke’den Süt Sağarcasına,” imbikten damıtırcasına, Hazreti Üstazımız, hayatı, çilesi ve tasarrufu hakkında bilgi kırıntıları elde etmeye çalıştım.Alabildiğim, geleceğe müteveccih, çok ehemmiyyetli, iki tasarruf, haber vardır. 1963 yılında, Ali Dayı’nın verdiği, Hazretimize aid, birinci tasarruf ve haber, Büyükçamlca Tepesi’ne, İstanbul’un ve Türkiye’nin en büyük Cami’i, dünya’nın sayılı büyük Cami’i’lerinden, Büyükçamlıca Cami’i’nin yapılacak olmasıydı. 1963 yılının en soğuk gecelerinden birisinde, bir Zemheri gecesinde,” Mustafa! Ne biliyorsun? Zaman gelecek buraya, İstanbul’un, Türkiye’nin en büyük cami’i yapılacaktır.
Ali Dayı, ikinci önemli, önemi kadar da hazîn tasarrufu, haberi, 1969 yılında, İstanbul Ümraniye’de, “ Merkez= Büyük Kurs= Yurt,” olarak bilinen yerde vermişti. İzmir’li yılllarımdaydı. İzmir’den ziyaret maksadıyla gelmiştim. Çok sıcak bir Ağustos günü, kan-ter içinde tozlu yollardan kendisini ziyaret için gelmiştim. Üç saate kadar yanında kaldım, yine bilgi kırıntıları kroparmaya çalıştım...