Merhum, Beyağabey’in ebediyyete intikalinden sonra, Camia’nın başına getirilen, Ahmed Arif Denizolgun, siyâseti bırakmadı. Elbetteki, herkeasin siyâset yapma, siyâset yolu ile Vatana, Millete, dinimize, yolumuza, da’vamıza hizmet etme hakkkı vardı.Ne varki, Asrın siyâsetini, günü iyi okuyamayanlar, ne siyâsette muvaffakıyyet elede edebilirler ve ne de Vatana, Millete, dinine, da’va’sına hizmet edebilirler.
Günün siyâsetini, Memleketimizdeki siyâsî şart’ları iyi okuyamadığı için, geçmişte nice bedeller karşılığı endisine sunulan, çok kısa müddetli Bakanlık için Medyûn-u Şükran olduğu kişilerin murakabesi altında ve onlarla birlikte siyâset yapmaya başladı.Buraya kadar da normal kabul edilebilir, elbetteki herkesin istediği kişilenrle ve istediği partide siyâset yapma hakkı vardır. Ne varki, her şartta, Siyâsetin dışında ve üstünde, Küfrün merkezindeki siyâsî parti hariç, bütün partilere aynı mesafede bulunması gereken, - ki, BİZ, câmia olarak, bütün bu partilerin şemsiyesi altındaki, insanrların tecdidine, ihya ve irşadına talibiz,- Câmia, siyâsete âlet edilmiş, muayyen bir partiye yamanılmak istenmiştir.
Deseydi ki, “ Ben şu partide siyâset yapıyorum, beni ve partimi desteklemek için, perde’nin arkasına geçtiğinizde yine de vicdanınızın sesine kulak veriniz, ama, bana ve partime rey verirsenizi, memnun kalırım,” deseydi, bir yere kadar ma’zûr görülebilinirdi.
03 Kasım 2002’ de yapılacak milletvekilliği umûmî seçim’lerinin propaganda dönemi başlamıştı. Ahmed Arif Denizolgun’un namzedi olduğu ve bütün varlığı ile destek verdiği parti’nin salon toptantıları ve miting’leri çok sönük geçiyordu. Partinin liderinin, siyâsî i’tibarı Halkımız nezdinde sıfırdı.Ayrıca, bütün araştırmalarda, bu partinin barajı geçemeyeceği tesbiti yapılmıştı. Fakat, Ahmed Arif, “ parti’nin % 5-6’nın üzerinde, temsil ettiği, câmia’nın da % sekizin üzerinde reyi olduğunu, baraj sorununun olmadığını, çok rahat barajı aştığımız gibi, T.B.M.M.’sinde önemli sayıda milletvekili ile temsil edileceklerini söylüyor, parti’nin liderini ve partili’leri ikna emiş görnüyordu.
Yetinmedi! Memleketimizin dörtbir tarafındaki, yurtlar- kurs’lar’daki hoca ve talabeyi seferber etti. Hoca’lar ve talebe, müntesipler, hatta, ahibbâ, Tedrisatı, tecdid, ihya ve irşad hizmetlerini, işleri-güç’lerini bir tarafa bırakıp, bindirilmiş kıt’a’lar halinde, otobüslere doldurularak, parti’nin miting tertip ettiği, İstanbul, Ankara, İzmir, Adna, Bursa ve Konya gibi büyük şehirlere, miting alanlarına taşındılar, kalabalıklar oluşturdular.
İstanbul’un Anadolu Yakasında, Hinderlandı çok geniş, Yurt’larımızdan birisine da’vet edildik. Civardake bütün kurs- yurt’ların hoca’ları, müntesipler, ahibbâ ve hatim grublarının tamamı da’vet edilmişler.Yatsı namazından sonra, Yurdun mescidi- konferans salonu hınca hınc dolu.Yurdun, bölgenin idarecisi konuşyor, “ Bu bir emir’dir, i’tiraza, müzâkereye, müşavereye açık değildir. Burada bulunan herkes, çocukları da dahil, Yarın, Cum’a günü Bursa’ya gdecek, Otobüsler, Yurdun önünden Sabah 10’da hareket edecek... Emir, kat’î, i’tiraza, müzâkere’ye, müşâvere’ye açık değil! Herkes şaşkın, bilhassa, müntesip, hatim cemaatinden, tacir ve esnaf’tan olanlar. “ Ayağa kalktım, Hocaefendi, Şahsen, Bendeniz, Diyânet İşleri Başkanlığı’nın, te’bean, İstanbul Müftlüğü’nün iziniyle, İstanbul Cami’i’lerinde va’az ediyorum, siyâsî bir parti’nin toplantılarına katılmam, oralarda görünmem, dinen de doğru değil, ahlâken de. Zira, Cami’i’lerimize her siyâsî görüşten insanlar geliurler, bu sebeble benim bu kabil toplantılara katlımam mümkün değildir. Ayrıca, Bu Câmia’mızın mensublarının da böylesine bindirilmiş kıt’a’ları halinde, Siyâsî bir parti’nin miting alanlarına götürülmesini de doğru bulmuyorum,” dedim.
Diğer taraftan, Cum’a günleri ticaretle uğraşan, tacir ve esnaf’tan kardeşlerimizin, tahsilat ve te’diye günüdür. Ticarethane’ lerinin açık, kendilerinin de işlerinin başında olması şşarttır, ki, tahsilatını yapabilsin, te’diyelerini de gerçekleştirebilsin. Aksihalde, bütün ticarÎ i’tibarları zail olur. “ Gitmeye mecbursunuz,” demiyi de, “ vakti olanlar, işi müsaid olar, gelebilirler,” derseniz, müsaid olanlar giderler, gidemeyenler de vicdanen, rahata kavuşurlar. Nitekim, öyle oldu, ben de gtmedim, işi-gücü olanlar da gitmedi, kıyamet de kopmadı...
Seçim’ler yapıldı, yanlış hesablar Bağdad’a Bagğdad’a bile gitmeden Türkiye’de düzeltildi. Ahmed Arif’in namzedi olduğu, bütün varlığıyla, hatta, arkasına kocaman bir Câmia’yı da takarak, ölümüne destek verdiği parti, barajaltı kalarak, siyâset çöplüğüne atıldı. Ahmed Arif Denizolgun ve destek verdiği parti’nin Lideri, nisbeten, diğer politikacılara nazaran genç oldukları halde, birer siyâsî mevta haline geldiler. Türk Siyâsi hayatında isimlyeri zikr’edilmez oldu.
Talih’in ve Tarih’in bil cilvesini aktarayım. Siyâsî Vesayet dönemindeyiz. Maarif’in, Millî Eğitim’in yakasını hiç bırkakmayan, Avdetî’ler( dönmeler), Sebetayistler, bu dönemde, Kur’ân Kurs’larının tamamen, İmam- Hatip Okullarının da orta kısmının kapatılmasını te’min maksadıyla, mecbûrî eğitimi, 4+4+4 olarak yenieden tanzim etmek istediler. Başta Eğitim câmiası olmak üzere, bütün Milletimizin reaksiyonuna sebe oldu. Vesâyet Dönemi hükumetinin Başbakanı, Mes’ud Yılmazdı. Sistemi, ısrarla müdafaa ediyordu. Kendisiyle yaptığım bir mülakaatta, “ Bu sistemde niçin ısrar ediyorsunuz? Bu sizin siyâsî hayatınızın sonunu getirir,” dediğimde, bana,” Ben bu mevzu’uyu Hocaaefendiyle görüştüm. Herhangi bir mahzurunun olmadığını söyledi. Siyâsî Hayatımını sonunu getirse dahi, sistemi müdafaa etmeye deam edeceğim,” demişti. Görüştüğü Hocaaefendi’nin Feto Deccali olduğunu anlamış olmalısınız.
Hani, “ Allah Söyletir,” denilir,ya, tam da öyle oldu, sistem’de ısrar etti ve bu siyâsî hayatının sonunu getirdi. Keşki, ibret alınsa!...