BİD’ ATTEN ŞİRK’E !...
Sahîhayn’de, Buhârî ve Müslim’in pekçok Sahâbî’ den rivâyet’lerine göre : Resûlu’llâh salla’llâhu aleyhi ve sellem, biz’lere namaz kıldırdı, sonra Mübârek yüzünü bizim üzerimize tevcih ederek, bize çok belîğ bin va’az-u nasîhatte bulundu. Gözlerimiz kanlı yaşla doldu, Kalbimiz heyecanla titredi. İçmizden birisi, “ Ey Allah’ın Resûlü! Bu mevi’ze tam bir veda’ va’azı idi. Bize veda’ mı ediyorsun! Resîul-i Ekrem şöyle buyurdu: “- Başınızda bulunan emîr,- -Sizden olan ve hak üzere olan.- Habeşî bir köle bile olsa, Allah’a takvâ üzere olmanızı, emiri, dinlemenizi ve ona itâat etmenizi tavsiye ederim. Hiç şüphe yokki, aranızdan yaşayanlar olursa, yakın bir zamanda çok ihtilâf görecektir. Sizin üzerinize düşen, Benim sünnetlerime ve gerçekten hidayete ermiş olan Hulefâ-i Râşidîn’in sünnetlerine ta’bi’ olmaktır. Bu sünnetlere sımsıkı sarılın, dişlerinizle sımsıkı kavrayın! Sonradan ihdas olunan( bid’atlerden de ) sakınınız! Sonradan ihdas olunan her şey bid’attir, her bir bid’at dalâlettir ve her bir dalâlet de cehennemdedir.”
Resûl-i Ekrem Efendimizin, Ahir-i Ümmeti için en fazla endişe duyduğu şey bid’attir. Ümmetinin bit’atlerden içtinabı ve vikayesi için, pekçok hadis irad buyurmuştur.
Peygamber’imizin bu hadislerle, mu’cize olarak verdiği haber’ler tahakkuk etmiş, Asr-ı Saâdet’den uzaklaşıldıkca, nice bid’atler ihdas olunmuş, zuhur eden her bir bid’at yüzlerce sünneti unutturmuştur.
Zikr-i Hafî, Trâkat-i Nakşibendiyye-i Âliye’ nin Silsile-i Zeheb- Silsile-i Saâdât’nın 23. Halkası, Sıddık-ı Ekber’den i’tibâren, dörrdüncü Merez ve Kutbu’l- Aktâb, İmam-ı Rabbânî, Müceddid-i Elf-i Sânî, Ahmed-ü Faruk es- Sirhindî, ( k.s.) Efendi Hazret’leri, Hicrî, İkinci binin müceddidi olarak gönderilmiştir. Tecdid vazifesiyle, devrinde bütün müslümanları şer’î ve tasavvufî, bütün bid’atlerden uzaklaştırmış, sünnetleri yeniden ihya etmiştir.
Müceddid-i Elf-i Sânî, Mektubat-ı Kudsiye’de yazdığı mektuplarda ve kendisine yazılan mektuplara verdiği cevaplarda, bid’atlere savaş açmış, sünnetlerin ihyası için gayret sarf’etmiştir. Ona göre, bir bid’atin ihdası, zuhuru, bin sünnetin mahvi demektir. Bir sünnetin ihyası da bin bid’atin mahvıdır. Ona göre, Şer’î bid’atlerle mücadele, kolaydır, Edille-i Şer’iyyeyi ortaya koyarsınız, tüm bid’atleri reddedersiniz. Tasavvûfî bid’atlerle mücadele daha zordur; ehl-i Bid’at,” Ehlince ma’lûm’dur, Perdenin arkasındakine hermes muttalî’ olamayabilir,” giubi yavelerle bid’atleri müdafaa edebilirler.
Zikr-i Hafî, Tarîkat-i Nakşibendeyy-e –i Âliye’nin, Silsile-i Zieheb- Silsile-i Saâdât’ının 33. Halkası beşinci Merkez, Kutbu’l- Aktâb, İmam-ı Rabbânî, Müceddid-i Elf-i Sânî’den i’tibâren, teselsül eden, “ Müceddidiyye Kolu”nun son Halkası, Ebu’l- Faruk, Süleyman Hilmi Silistrevî( K.S.) Efendi Hazret’leri de Hicrî, 13. VE 14. Asır’ların Müceddidi’diur. Ve Tecdidi, el- Yevm, bi’tem^mihâ ve bi’kemâlihâ, Üveysî olarak, devam etmiektedir, ilâ Mâşâ- Allah! devam edecektir.
Hazret-i Üstaz’ımız, dünyevî, Zâhirî, Sûrî, Tasarruf yıllarında, Tecdid vazifesini bi’hakkın yerine getirmiş, nice bid’atleri mahvetmiş, buna mukabil, bütün sünnetleri ihya etmiştir. Evlâdı’na sık sık, “ Ümmetimin fesâda uğradığı, bir zamanda her kim, benim sünnetlerime temessük ederse, ( sımsıkı sarılırsa) onun için yüz Şehid’in ecri vardır,” Hadis-i Şerif’ini hatırlatır, bid’atlerden uzak kalınmasını, sünnetlere de tam uyulmasını tavsiye ederdi.
Hazret-i Üstaz’ımızın ilk talebe ve müntesipleri bu terbiye iye yetiştirildikleri için, sünnetlere sımsıkı sarılırlar, bid’atlerden içtinap ederlerdi.Hazret-i Üstaz’ımızın ebediyyete irtihalinin üzerinden hayli zaman geçtikten sonra, ihvan ve ahavat arasında tasavvufî bid’atlere tevessül edenler, devrin idarecisine yapılan ihtar ve itaz ile, bid’atlere derhal son verilirdi. Bu Köşe’nin vusa’ti müsaade etseydi pekçok misal arz’edebilirdim.Bu bid’aet’e, bizzat devrin idarecisi bile tevessül etmiş olsaydı, kendisi ihtar ve ikaz edildiğinde, hiç bir kaprise kapılmadn, derhal, o bid’at’e son verirdi.
Muhtemel bütün suallere cevap teşkil etmesi bakımından evveliyyetle sarâhaten, tebârüz ettirmek isterim ki, hataları ve savab’larıyla, tam kırm bir yıl, zâhirî ve dünyevî hususlarda, bu Nezih Câmia’yı idare eden, Merhum, Kemal Bey Ağabey, Kemal Kacar, Hazret-i Üstaz’ımızın Zâhirî ilim’lerinin, ma’nevî vechesi, bâtınî ilim’lerinin, Tecdid ve tasarruf’unun vârisi değildi. Aynen, Kemal Bey gibi, Ahmmed Arif Denizolgun ve hâlen, Câmia’nın Umûr-u dünya ile alakalı, işleri tedvirle vazifeli, Ali Erhan Kuriş de ,Hazreti Üstaz’ımızın Zâhirî ilim’lerinin ve bâtınî vechesi, Tecdid, tasarrufuna varis değillerdir. Aralarında, Hazret-i Üstazımızdan,20 yıl müddetle hiç ayrılmayan, Câmia arasında, Hazreti Üstaz’ımızla ilk müşerref olanlardan, hasbe’l- kader, sıhriyyet bakımından en yakınlarından birisi,( damadı) olma şerefine nâiliyyet mümtaz birisi olmasına rağmen, sık sık,” Benim sizlerden herhangi birinizden hiç bir farkım yoktur. Ancak, ba’zılarınızdan önce, Hazreti Üstazınmızı buldum ve kapılandım, bir de hasbe’l- kader, Sıhriyyet dolaysiyle yakınlarından birisi oldum.( damadı olma şerefine erdim.Merhum, Ahmed Arif Denizolgun ve Ali Erhan Kuriş’in de aksine bir iddiaları olmamıştır.
Hani, denilir, ya, “ Şeyh uçmaz, mürid’leri uçurur.” Merhum, Kemal Kacar Bey’in “ Tevâkuş’lar,” dediği, kimi goygoycular. Onların gıyabında, onlarda olmayan ba’zı sıfatları onlara isnad edebilirler. Onlara düşen, aslâ, bu goygoyculara prim vermeden, yanlarından uzaklaştırmak olmalıydı
Merhum, Kemal Kacar döneminde, bu goygoyculardan bir-iki kişi, zamanında, Diyanet İşleri Reisliği bünyesinde, müftülük- vaiz’lik de yapmış olanlar, Kurs(lardaki- Yurt’lardaki sohbetlerinde, Merhum, Kemal Kacar’ın, hâşâ! Hazreti İsa olduğunu, iddia etmişler, Kemal Bey Ağabey, muttalî’ olunca, “ Hâşâ! Sümme hâşâ! Sümme, sümme hâşâ! Ve Kellâ! Ben, Kacarlar Hanedanı’na mensup, Eskişehir’li, Halil ve Zehra Kacar çiftinin en büyük oğluyum, Erkek kardeşlerim ve kız kardeşim var.Şiddetüle ve nefretle reddederim,” buyurdular. Ve o şahıs’ların, bir daha kurs’larda- yurtlarda sahbet etmeleri yasaklandı ve Câmia ile irtibatları kesildi.