SÜLEYMAN EFENDİ HAZRETLERİ HAKKINDAKİ YALAN, İFTİRA VE BUHTANLARA CEVAPLAR!..(54)

Kur’ân-ı Kerim lafzıyla, mefhumuyla, manasıyla tanzim ve tertibiyle, Elif’ten Sîn’e, Be’den, Sîn’e,( Besmelenin Be’sinden Nas’ın Sinine, Fatiha’dan- Nas Sûresi’ne kadar her şeyi ile mucizedir.

Ahir zaman peygamberi Muhammed- Mustafa salla’llâhu aleyhi ve sellem efendimiz,bütün insanlara       peygamber olarak gönderildiği, doğup büyüdüğü, nübüvvet ve risaletle vazifelendirildiği, kırk yaşına kadar yaşadığı Mekke o devirde dünyanın dört büyük İmparatorundan birisiydi.” Cezîretü’l- Arab,” diğerleri, Bizans İmparatorluğu, Habeşistan İmparatorluğu ve İran-Acem Sasânî İmparatorluğu...

Cezîretü’l- Arab (Arap Koalisyonu’nun) baş şehri, merkezi Mekke Ka’be-i Muazzama’nın Mekke’de oluşu itibariyle ziyaret, dünyada serbest ticaretin yapıldığı tek merkez olması hasabiyle ticaret merkezi olması itibariyle tam bir cazibe merkeziydi. Kabe-i Muazzama’yı ziyaret maksadıyla dünyanın dört bir tarafından gelenlerin yanında, vergisiz, kotasız ve gümrüksüz ticaret maksadıyla dünyanın dört bir tarafından ticaret kervanları akın akın buraya Mekke’ye geliyorlardı. Senenin belli mevsimlerinde, Mekke’de, Ukaz denilen büyük pazarlar, fuarlar tertip edillir, buralarda mahşerî kalabalıklar toplanırdı. Buralarda yalnız ticaret değil, kültürel faaliyetler de yapılırdı. Devrin, en çok rağbet gören, kültürel faaliyetlerinden birisi Şiir idi. Her yıl dünya çapında şiir musabakası yapılır, dereceye giren şiirler için, final müsabakası Mekke’de yapılır, dereceye giren şiirler, Ka’be-i Muazzama’nın duvarlarına asılırdı. Bu şiirlere “Muallakat” şiiri, şairlerine de “Muallakat” şairleri denilirdi.

En meşhur “Muallakat” şairleri Mekke’li ve Kureyş kabilesinden çıkardı. Bunlar arasında İmrü’l- Kays bin Hucr, Tarefe bin Abd, Haris bin Hillize, Amr bin Külsûm, Züheyr bin  Ebû Sülmâ, Antere vea Lebid bin Rebîa... Bu şairlerin dereceye giren şiirleri birinci, ikinci, üçüncü keten bezinden tomarlara altın suyu ile yazılır, bu tomarlar en yüksekten aşağıya doğru, Ka’be-i Muazzama’nın duvarına asılır, gelecek müsabakaya kadar burada kalırlardı. Bütün dünya hususiyle Arab Kavmi bu şairlere çok büyük itibar gösterirdiler.

Ne zamanki, Kur’ân-ı Kerim âyetleri peyder pey nüzule başladı, Resûl-i Ekrem efendimiz nazil olan âyetleri tebliğ etti ve bu âyetler ilk Müslümanlar tarafından şurada burada okunmaya başlandı. Bu müthiş Kur’ânî mucize karşısında tüm “Muallakat” şairleri ve diğerleri tam bir acz ve çaresizlik içine düştüler. Zaten “Mucize” Allah tarafından peygamberlere verilen ve kainatta herkesi acz eçinde bırakan, Hâriku’l-âdeler değil mi?

Bunların en meşhuru ve en itibarlısı, İmrü’l- Kays bin Hucr’e (Bu zata şair Firazdak da deniliyor.) Kur’ân-ı Kerim nüzule başladıktan sonra niçin şiir yazmıyorsunuz? diye sorulduğunda, Kur’ân-ı Kerim âyetlerini gördükten sonra asla onunla müsabaka etmek mümkün değildir, dolayısıyla da artık şiir yazmanın hiçbir manası kalmamıştır. Maide Suresinin birinci-ilk âyetini işaret ederek, 88 harfli, iki satırlık bir âyet üç hüküm ifade etmektedir. Hiç bir şair, hiç bir beşer asla ve kat’â bununla müsabaka  edemez, bundan böyle ben de asla şiir inşad etmeyeceğim” diye cevap vermiştir... 

“Ey iman edenler! Akitlerin (gereğini) yerine getiriniz. İhramlı iken avlanmayı helal saymamak üzere, (aşağıda) size okunacaklar dışında kalan hayvanlar, sizin için helal kılındı. Allah dilediğine hükmeder.” ( Mâide /5/1)  (Akitlere riayet hukuk devletinin en önemli hususiyetini teşkil eder. Devletlerde iki önemli vasıf vardır.” Sosyallik, hukûkîlik” Bunlardan birincisi devletin, yalnız fertlerin hukukunu değil toplumun da hak ve menfeatlerini gözetmesi gerektiğinde, toplumun menfeatlerini fertlerin menfeatlerine tercih etmesidir. Kur’ân-ı Kerim ve sünnet kaynağı devletin sosyal vasfı üzerinde önemle durmuş, bağlayıcı prensipler koymuştur. İkincisi ise keyfîliğin, zorbalığın fırsatçılığın yerine hak, hukuk ve kanunların hâkim olması demektir. Kur’ân-ı Kirim 14 asır öncesinden beridir bu iki mefhumu insanlık dünyasına tebliğ etmektedir; hem de akitlere riayeti imanın gereği sayarak! 

Mucize Kur’ân-ı Kerim, Allah’tan başka kainatta herkesi,herşei, acz içinde bırakarak meydan okuyor: “ Eğer kulumuza indirdiklerimizden herhangi bir şüpheye düşüyorsanız, haydi onun benzeri bir sûre getirin, eğer iddianızda doğru iseniz. Allah’tan gayri  şahidlerinizi (yardımcılarınızı) da çağırın.” (Bakara/ 2/23) 

“ Yoksa,” Onu ( Kur’ân’ı) kendisi uydurdu” mu diyorlad? De ki; Eğer doğru iseniz, Allah’tan başka çağırabildiklerinizi (yardıma) çağırın da siz de onun gibi uydurulmuş on sûre getirin.” ( HûD / 11/ 13)

(Bu meydan okumanın Arapçayı en güzel bir şekilde kullananlara yöneltilmesi dikkat çekicidir. Daha sonraki inen âyet-i kerimelerle bu miktar üç âyete kadar indirilmesine rağmen onlar buna da cesaret edememişler ve kılıçla karşılık vermek zorunda kalmışlardır. Bu sonuç Kur’ân’ın Allah kelamı olduğunun büyük bir delilidir.)

“ Yoksa, onu ( Muhammed) uydurdu mu diyorlar? De ki; Eğer sizler doğru iseniz Allah’tan başka gücünüzün yettiklerini çağırın da  ( hep beraber) onun benzeri bir sûre getirin.” ( Yunus 10/38)

“ Bilakis, onlar ilmini kavrayamadıkları ve yorumu kendilerine asla gelmemiş olan ( Kur’ân’ı) yalanladılar. Onlardan öncekiler de böyle yalanlamışlardı. Şimdi bak, zalimlerin sonu nasıl oldu.” “İçlerinden öylesi varki, ona ( Kur’ân’a) inanır, yine onlardan öylesi de vardırki, ona inanmaz. Rabbin bozguncuları en iyi bilendir.” “  ( Resûlüm! ) onlar seni yalanlarsalar de ki; Benim işim bana, sizin işiniz de size aittir. Siz benim yaptığımdan uzaksınız, ben de sizin yaptığınızdan uzağım.” “ Onlardan seni dinleyenler vardır. Fakat sağırlara - üstelik akılları da ermiyorsa- sen mi duyuracaksın? “ (Yûnus/10/40, 41,42)

( Kur’ân-ı Kerim’de muhtelif vesilelerle ifade buyrulduğuna göre, Hazret-i Peygamber’in vazifesi tebliğden ibarettir; O, sadece müjdeleyici ve uyarıcıdır. İnsanların inanmasını temin etmek onun elinde değildir, çünkü hidayet Allah’tandır. Bu sebepledir ki, Hazret-i Peygamber kendi amelinden ve tebliğ vazifesinden sorumludur. Uyarılmalarına ve hakka çağrılmalarına rağmen iman etmeyenlerin sorumluluğu ise sadece kendilerine ait olup peygamber bundan sorumlu değildir...