SÜLEYMAN  EFENDİU  HAZRET’LERİ  HAKKINDAKİ,  YALAN,  İFTİRA VE BUHTAN’LARA  CEVAPLAR!...  ( 78 )

Efendi Hazret’lerinin, daha önceleri ihtiyaç halinde verdiği Karz-ı Hasen’den bir cüz’ünü iade etmek üzere gelen, Merhum, Ahmed Davudoğlu’na,” Molla Ahmed! Biz aldığımızı vermeyiz, verdiğimizi de almayız,” lâtifesiyle, lütufkârlığını setr’etmiş,muhatabının asla bu lütuf dolaysıyla herhangi bir minnet altına girmesini önlemiştir. Varis-i  Resûl, verasetine sahip bulunduğu, Peygamber’imiz, salla’llâhu aleyhi ve sellem Efendimiz gibi, kimseden  şahsı ve aile ferd’leri için borç almazdı.Zirâ, Resûl-i Ekrem, salla’llâhu aleyhi ve sellem Efendimiz de, kendisinin ve aile ferd’lerinin günlük rızk ve nafakası haricinde hiçbir şekilde kimse’den borç almazdı.Aile’nin günlük rızk ve nafakası haricinde borç alınmasını da uygun bulmazdı. Nitekim, bir def’asında,Kendisinin ve Ezvâc-ı Tâhirâtın günlük rızk ve nafakasını te’min zımnında, Zırh’ını rehin bırakarak, Medine yahûdî’lerinden birisinden bir miktar borç almıştı. Yahûdî, Peygamber’imiz, salla’llâhu aleyhi ve sellem Efendimize olan kin ve adavetini izhar için, henüz vadesi gelmemiş alacagğı için, Mescid-i Nebeviyye’nin önünde yüksek sesle bağırmış-çağırmış, vazi’yyete Hazerit Ömer rediya’llâhu anh Efendimiz, müdahale etmiş,” Be adam! Ne bağırıp-çağırıyorsun, vadesi geldiğinde alacağın ödenecektir,” diye çıkışınca Sevgili Peygamber’imiz, salla’llâhu aleyhi ve sellem Efendimiz, “ Ömer! Vadesi gelmeden alacağını isteyen ve maraza çıkaran yahûdî’ ye karşı tavrın doğruydu da, keşki, borcu alana da, “ Niçin böylesi bir yahûdî’den  borç aldın,” diye çıkışsaydın,” buyurmuştu.

Süleyman Efendi Hazret’leri, hayatının hiçbir döneminde, birilerinden Karz-ı Hasen, borç talebiyle karşıkarşıya kalmamıştır.İstanbul’daki talebeliği döneminde, Memâlik-i Osmaniye’den, Bulgaristan- Silistre’de,Ferhatlar Köyünde geniş ailesi, Tarım ve hayvancılıkla iştigal ediyorlardı. Süleyman Efendi’yi hiçbir zaman harçlıksız bırakmadılar.1913 Yılında Fatih Camii Müderrislerinden, Ders-iâm, Bafralı Ahmed Efendi’den bütün âlât ve âlî ilimlerden icazet alarak, aynı yıl, Dâr’l- Hilâfetil-Aliyye Medrese’sinin, Âlî Kısmının üçüncü sınıfından Yüksek tahsiline başlamış,( 1916- 1332) yılında bu Medrese’nin Âlî kısmından 5. Olarak me’zun olmuş,aynı yılın 30 Eylül tarihinde, ihtisas- doktora ders’leri veren Süleymaniye, Sahn-ı Seman Medresesine kaydını yaptırmıştır. Bu Medrese’nin Tifsir ve Hadis bölümünde ihtisasa başlayan Süleyman Efeindi, bu kısımda okutulan, Tefsir-i Şerif, Hadis-i Şerif, Nakd-i Rical, Tabakâtü’l- Kurrâ ve Tabakâtü’l- Müfessirîn dallarında ihtisasını tamamlamış, 1918 yılında 20 arakadaşıyla birlikte kendilerine Şeyhusislâm’ın  ve Ders Vekaletinin, teklifleri üzerine,Sultan Vahidüddin tarafından, İstanbul Müderrisliği Ruûsu, Profesörlük unvanı verilmiştir, Müderris olarak, daha da önemlisi, Ders-iâm sıfatını taşıdığı için herhangi bir hizmete mebnî  olmaksızın, irtihaline kadar İstisnaî Kadro ile kendisine maaş bağlanmıştı. İfde ettiğim gibi, kendisi şahsı  ve ailesi için hiç kimseden borç almadı, aksine ihtiyaç sahiplerine ve fakir talebe’ye her ihtiyaç duyduklarında   sınırsız yardımlarda bulundu.

Sadece bir misal olarak arz’edeyim, İstanbul’da, Anadolu Yakasında, Kadıköyü, Koşuyolunda,Merhume, Zevce-i Muhtereme’leri, Hâce, Hafıza Tunahan’ın Ailesinden intikal eden, Çok geniş bir arazi içinde, dört katlı Muhteşem bir köşk, 1947 yılında devrin değerleriyle 475 bin TL’ye satılır, bu meblağın büyük bir bölümü, Üstad Necip Fazıl Kısakürek’e Büyükdoğu Gazetesini çıkarsın,devam ettirsin, diye kendisine verilir, bakiye az bir miktar da fakir talebe için harcanır.

Merhum, Müftü, Mehmed Emre, 1956 Yılında, İskişehir- Sevrihisar Müftüsü iken, Ramazan Bayram’ında, İstanbul’a Efendi Hazret’lerini ziyarete gelmiştir;Kısıklı’da Ziyarethane’de, sohbet esnasında, Merhum, Ali Dayı, ( Ali Yılmaz) içeri girer. “ Efendim, fırıncı gelmiş,kurslara verdiği  ekmek parasını istiyor,    eğer bugün bu para ödenmezse, bundan böyle kurslara ekmek veremeyeceğim,” diyor. Üstaz’ımız,Fırıncı’ya borcumuz ne kadar olmuş,diye sormuş, Ali Dayı, 1.300 Liraya yükselmiş Efendim, diye çevap verince, Hazretimizin   boynu bükülmüş derin bir te’eassür ile bir müddet murakabede bulunduktan sonra,”Hafız Emre! Yanında para var mı? diye sordu.Mehmed Emre  cebindeki bütün paraları çıkardı, iki avcunun içinde, Efendi Hazret’lerine uzattI. Efendi Hazretleri, tomar para içerisinden 1.300 lirayı aldı, bakiye üçyüz küsur lirayı, Mehmed Emre Hoca’ya iade etti.Bu arada, Sure-i Bakara’nın,” Kimdir o,ki Allah’a güzel bir ödünç versin de ( Allah da) onu kat kat, pekçok artırsın. Allah  (kimini) daraltır, ( kimini) genişletir.  Siz ( hepiniz) ancak  O’ na döndürülüp götürüleceksiniz,” mealindeki, 245. Âyet-i Kerimesini okudu, parayı fırıncıya vermek üzere Ali Dayı’ya teslim etti.Bu vak’a Hazreti Üstaz’ımızın okuttuğu talebe’nin ihtiyaçları için ne tür sıkıntılara ma’ruz kaldığının  güzel bir örneğidir.

Hazreti Üstaz’ımızın, bu sırada,” Karz-ı Hasen,” âyet-i Kerimesini okuması, Mehmed Emre Hoca’ya ve orada bulunanlara,  bunun bir hibe, yardım olmadığını, karzen- ödünç olarak alındığını, en kısa zamanda iade edileceğini ihsas içinrdir. Nitekim, Bayram Tatilinin sona erdiği  Bankaların açıldığı gün, 05.04.1956 günü, Ziraat Bankası’nın İstanbbul- Bahçekapı Şubesinden, Ziraat Bankası Sivrihisar Şubesi vasıtasıyla, Merhum, Müftü, Mehmed Emre’ye havale edilmiştir.Banka Havale dekontunda alıcı Mehmed Emre, Müftü, Ziraat Bankası, Sivrihisar Şubesi,gönderen S. Hilmi Tunahan, Şişli Abidey-i Hürriyet Caddesi 258, Ziraat Bankası, Bahçekapı Şubesi, Meblağ 1.300 lira, ayrıca 5,39 masraf alınmış 10 Kuruşluk damga pulu yapıştırılmıştır.

Merhum, Müftü, Mehmed Emre Hoca’mız,” HÂTIRÂTI,”’nda,Hazreti Üstaz’ımızın ders sırasında,talebe’nin zihni iyice yorulduğunda rahatlatmak için zaman zaman lâtifeler yaptığını kayd’eder. 1954  Tekâmül halkasında  oturanlardan birisi de, Merhum, Mahmud Ünver idi.- Mahmud Ünver, aslen, Konya- Bozkır’lı olup,uzun yıllar, Konya- Çumra’da müftülük yaptı,emekli olduktan sonra, Çukurova İlleri idareciliği yaptı.- Hazreti Üstaz’ımız, mütebessim bir çehre ile Mahmud Ünver’e bakar,” Mahmûd!Yer misin armut,” buyururdular.Bunu niçin tekrarladığına dair şu açıklamayı yapmıştı.Silistre’de çocukluk dönemimizde, birlikte oyunlar oynadığımız , 2Mahmûd,” isminde bir arakadaşımız vardı.Oyun oynarken, arakdaşlarımızla birlikte bu arkadaşımıza,” Mahmûd! Yer misin armut,” diye takılırdık. Bu arkadaşımız,küçük yaşta vefat etti,Mahmûd Hoca’yı her gördüğümde, o arkadaşımı hatırlıyor, kendisini rahmet yâd etmeme vesiiyle olsun, diye, o lâtifeyi tekrarlıyorum,” buyurmuştu.

Hazreti Üstaz’ımızın bu dünya’da en hoşnud olduğu şeylerden birisi de, talebe’nin hep ders’le eğitimi ve öğretimle meşgul olmasıydı.Talebe’nin ders kitabını koltuğunun altına alarak yürümesini görünce, “Te’ebbata hayren= hayrı koltukladı,” buyurur,Nuranî simasında derin bir tebessüm hali görülürdü.

Hazreti Üstaz’ımızın ders sırasında veya sohbetlerinde sık sık, tekrar buyurduğu, diğer lâtife’leri de vardı.” Eş- Şerîkü  ke’l-Kardaş  ve’levkâne kızılbaş,”( ortak, kızılbaş bile olsa, kardaş gibidir.” “ Men kazara liahîh-i Çukura     fakat düşere kendûsi,” (     herkim kardeşi için bir çukur kazarsa, o çukura kendisi düşer,” Ebûcehl’in Peygamber’imiz için,  Ka’be  civarında kazdırdığı ve hurma dallarıyla örttüğü çukura kendisini düşmesi gibi...