AYASOFYA’YI CAMİİ KEBİR’İ HAKKINDAKİ TARİHÎ KARAR (3)

“Dava konusu olayda davacı dernek tarafından 31.08.2016 tarihinde Başbakanlık genel evrak kaydına giren dilekçe ile “Ayasofya Camii’nin müze olmasının hukuken mümkün olmadığı, 7044 sayılı aslında vakıf olan tarihî ve mimarî kıymeti hâiz, eski eserlerin Vakıflar Umum Müdürlüğü’ne devrine dâir kanunun, Bakanlar Kurulu kararından önce uyulması gereken bir hukuk normu olduğu, Türkiye Cumhuriyetinde hukukun Anayasanın teminatı altında olduğu” ileri sürülerek hak, hukuk ve vakıf senedine göre Ayasofya Camii’nin ibadete açılması talep edilmiştir. Anılan başvuruya Başbakanlık bağlı kuruluşu Vakıflar Genel Müdürlüğü İstanbul 1.Bölge Müdürlüğü’nün 19.10.2016 tarih ve 27882 sayılı yazısıyla “Ayasofya Camii mülkiyetinin Vakıflar Genel Müdürlüğüne câid olmakla birlikte, dava konusu 24.11.1934 tarih ve 2/1589 sayılı İcra Vekilleri Heyetince müzeye çevrilmiş olup, halen Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın sorumluluğunda müze olarak devam ettiği belirtilerek cevap verilmiş ve bu suretle söz konusu talep reddedilmiş bulunmaktadır.

Davacı derneğin Başbakanlığa yapmış olduğu başvuru 2577 sayılı İdarî Yargılama usûlü kanununun 10. maddesi kapsamında yapılan bir başvuru niteliğinde olup, Ayasofya’nın müze statüsünde kullanımının hukuk ve vakıf senedine aykırı olduğu iddiasıyla cami olarak kullanılması talebini içermektedir. Bu talebin reddine dâir işlem, dava dilekçesi ekinde ibraz edilen taahhütlü tebliğ alındısı suretine göre davacı derneğe 24.10.2016 tarihinde tebliğ edilmiş ve altmış günlük yasal dava açma süresi içinde kalan 20.12.2016 tarihinde de bu dava açılmıştır. Esâsen dairemizin E.2018/3786 sayılı dosyasında doğrudan dava konusu Bakanlar Kurulu kararına karşı açılan dava, davalı idareye yeni bir başvuru yapılmadan ve konu ile ilgili tesis edilmiş bireysel bir işlem olmadan açılmış bulunduğundan 13.09.2018 tarihinde verilen K.2018/2588 sayılı süre ret kararıyla sonuçlanmış iken, bu dava bahis konusu başvuru üzerine tesis edilen yeni bir bireysel işlem akabinde açılmış olduğundan, dosya esas yönünden görüşülmek üzere tekemmül ettirilmiştir.

Davacı derneğin başvurusunun reddedilmesine dâir işlem, dava konusu Bakanlar Kurulu kararı dayanak alınmak suretiyle tesis edilmiştir. Dolayısıyla davalı hakkında idari dava konusu olabilecek bireysel işlemin tesis edilmesi üzerine hem bu işlem, hem de dayanak işleme veya bunlardan herhangi birine karşı dava açabilecek olup, uyuşmazlıkta da, bireysel ret işleminin dayanağını oluşturan Bakanlar Kurulu Kararına karşı söz konusu işlemin tebliği üzerine yasal süresi içinde dava açılmıştır. Bu nedenle davalı idarenin süre aşımı itirazı yerinde görülmemiştir.

DAVALI İDARENİN TARAFTARI VE KONUSU AYNI OLAN ÖNCEKİ BİR DAVADA DAİREMİZCE VERİLEN KESİN BİR HÜKÜM BULUNDUĞU İDDİASINA GELİNCE:

Söz konusu kesin hüküm iddiasına ilişkin karar, dâiremizin 31.03.2008 tarih ve E.2005/127, K.2008/1858 sayılı davanın reddine ilişkin kararın değişik gerekçe ile onanmasına dâir, Dava Daireler Kurulu’nun 10.12.2012 tarih ve E.2008/1775, K. 2012/2639 sayılı kararıdır. Anılan kararda, Dünya Miras Listesine dahil edilerek tüm insanlığın ortak değeri kabul edilen Ayasofya’nın da, anılan sözleşme hükümleri gereğince, bulunduğu Türkiye Cumhuriyeti Devleti tarafından korunacağı ve yaşatılacağı açıktır. Koruma ve yaşatma ilkesine uygun olmak şartıyla, Ayasofya’nın kullanım şeklinin ise iç hukukumuza göre belirlenmesi önünde anılan sözleşmede engel bir kural bulunmamaktadır.

Davalı idare tarafından Ayasofya’nın tarihî, mimarî ve kültürel nitelikleri nedeniyle ve korunması amacıyla diğer camilerden farklı değerlendirilmesinin zorunlu olduğu, bu zorunluluklar nedeniyle ve 1934 yılında ulusal ve uluslar arası koşullar dahilinde, dava konusu işlemle kullanım şeklinin müze olarak belirlendiği belirtilmektedir.

Ulusal ve uluslar arası değişiklikler gözetilerek ve Ayasofya’nın tarihî, mimarî ve kültürel niteliklerini koruma ve yaşatma amacına bağlı kalınarak Ayasofya’nın kullanım şeklinin müze olmaktan çıkarılması ve başka bir amaca tahsis edilmesi de idarenin takdirinde bulunmaktadır...” gerekçesine yer verilmiş ve bu gerekçe ile dava’nın reddine ilişkin karar alınmıştır.

Bahse konu kararda, Ayasofya’nın kullanım şeklinin iç hukukumuza göre belirlenmesi önünde Dünya Kültürel ve Doğal mirasının korunmasına dâir sözleşmede engel bir hüküm bulunmadığı belirtildikten sonra, Ayasofya’nın müze vasfından başka bir amaca tahsisinin idarenin takdirinde olduğuna hükmedilmiştir. Ancak, söz konusu dava içeriğinde; Ayasofya’nın mülkiyeti, vakıf niteliği ve tapusunda yer alan vasfı itibarıyla vakıf senedinde tahsil edildiği amaç dışında kullanımının hukuka aykırı olduğuna ilişkin iddialar yönünden esasa ilişkin herhangi bir inceleme ve değerlendirme bulunmadığı gibi, buna dâir herhangi bir gerekçe ve hüküm de yer almamıştır.

Bu itibarla, davacı derneğin daha önceki davalar kapsamında yargılama konusu yapılmayan, hakkında herhangi bir gerekçe ve hüküm bulunmayan dava sebepleri yönünden 2577 sayılı kanu’nun 10. maddesi gereğince yaptığı yeni ve farklı bir başvuru sonucu tesis edilen işlem üzerine ortaya çıkan uyuşmazlığın esasının incelenmesi gerekmekte olup, belirtilen konular hakkında kesinleşen bir hükümden söz edilemeyeceğinden, davalı idarenin usûle ilişkin iddiaları yerinde görülmeyerek, tetkik hâkiminin açıklamaları dinlendikten ve dosyadaki belgeler incelendikten sonra işin esasına geçilerek gereği görüşüldü :”

Buraya kadar, daha ziyade usûle yapılan itirazlar kılı kırka yararcasına çok titizlikle tetkik edilmiş, bütün veçheleriyle, hiç bir itiraza ve şüpheye mahal bırakmayacak bir şekilde cevaplandırılmıştır. Usûle ait verilen bu cevaplar ve karar, artık Kaziyye-i Muhkeme halindedir.

MADDÎ OLAY VE HUKÛKİ SÜREÇ :

1470 tarihli Mehmed Han-ı Sânî Bin Murad Han-ı Sânî Vakfının vakfiyesinde “Cami” olarak gösterilen ve 19.11.1936 tarihli tapu senedi uyarınca İstanbul İli, Eminönü İlçesi (hâlen Fatih İlçesi),Cankurtaran Mahallesi, Bab-ı Hümayun Sokak, 57 Pafta, 57. Ada, 7 numaralı parselde türbe, akaret, muvakkithane ve medreseyi müştemil, Ayasofya’yı Kebir Camii Şerifi, “vasfiyle,” Ebulfeth Sultan Mehmed Vakfı,” adına kayıtlı Ayasofya’nın yeniden ibadete açılması talebiyle davacı dernek yetkilisi tarafından 31.08.2016 tarihli dilekçe ile (kapatılan) Başbakanlığa başvurulmuştur.

Anılan dilekçeye Vakıflar Genel Müdürlüğü İstanbul 1.Bölge Müdürlüğü’nün 19.10.2016 tarih ve 27882 sayılı yazısıyla Ayasofya Camii’nin müze olarak kullanımının devam ettiği yönünde cevap verilmiş olup, davacıya bu yazı,24.10.2016 tarihinde tebliğ edilmiş ve bunun üzerine 20.12.2016 tarihinde kayda giren dilekçe ile bakılmakta olan dava açılmıştır...

İNCELEME VE GEREKÇE:

A) İlgili mevzût : Mülga 864 sayılı kanunu Medenînin Sureti Meriyet ve şekil tatbiki hakkında kanunun 1.maddesinde, “Kanununu Medenînin merî olmaya başladığı tarihten evvelki hâdiselerin hukûkî  hükümleri, mezkur hâdiselerin hangi kanun merî iken vaki olmuş ise yine o kanuna tabi kalır. Binâenaleyh, 4 Teşrinievvel 1926 tarihinden evvel vuku bulmuş olan muamelelerin hukukan lâzimü’l-İfa olup-olmamaları ve neticeleri, mezkur tarihten sonra dahî, vukuları zamanında merî olan  kanunlara tevfîkan tayin olunur...” hükmüne, 8.maddesinde ise, “Kanunu Medenînin meriyete vaz’ından mukaddem vücuda getirilen evkâf hakkında ayrıca bir tatbikat kanunu neşr’olunur hükmüne yer verilmiştir.

Benzer şekilde 864 sayılı kanunu yürürlükten kaldıran 3.12.2001 tarih ve 4722 sayılı Türk Medenî Kanununun yürürlüğü ve uygulama şekli hakkında kanunun 1.maddesinde Türk Medenî Kanunu’nun yürürlüğe girdiği tarihten önceki olayların hukûkî sonuçlarına, bu olaylar hangi kanun yürürlükte iken gerçekleştirilmişse kural olarak o kanun hükümleri uygulanır.

Türk Medenî Kanununun yürürlüğe girdiği tarihten önce yapılmış olan işlemlerin hukuken bağlayıcı olup olmadıkları ve sonuçları bu tarihten sonra dahî, yapıldıkları sırada yürürlükte bulunan kanunlara göre belirlenir...” hükmüne, 8.maddesinde ise “Türk Kanunu Medenîsinin yürürlüğe girmesinden önce kurulmuş bulunan vakıflar hakkında  yürürlükte olan özel hükümler saklı kalmaya devam eder...” hükmüne yer verilmiştir...”