UMÛMÎ BELÂYI DAVET EDEN HABÂİS !.. 

Türkiye’de çeyrek asır öncesine kadar amel-i kavm-i Lût habâsetini irtikap edenler, kendilerini gizlerlerdi. Zaman zaman fısıltı gazetesinde haklarında çıkan dedikoduyu şiddetle redderlerdi. Homoseksüellik Batı Ülkelerinde hoşgörüyle (bu kelime benim tüylerimi diken diken ediyor) karşılanmaya başlanınca, memleketimizde de bu hasta ruhlar, cinsi sapkınlık içerisinde olanlar sokaklara döküldüler, nümayişler yaparak, -hangi haklardan mahrum iseler- hak aramaya kalktılar. Dinî, millî, manevî ve ahlâkî değerlerden mahrum, yerli ve millî olmayan sözde aydınlar bunlara tesahup ettiler. Televizyon kanallarına, gazete ve dergi sütunlarına taşıdılar.

Millî  ve manevî değerlere sahip, yerli ve millî olduklarına inanmak isteğimiz, rical-i devlet, nasıl olmuş ise, toplumumuzun temel taşı aile kurumunu tamamen tahrip eden, İstanbul Sözleşmesini imzalamışlar ve TBMM’nden geçirmişlerdir.

Büyük bir gaflet ve dalâletle her nasıl olmuş da imzalanmış olan “İstanbul  Sözleşmesi” güya kadına şiddeti önlemeke için hazırlanmış bir sözleşmedir. Şuur ve idrak sahibi birisi çıkıp ”Bizim medeniyetimizde dinî ve manevî değerlerimizde, örf adet ve geleneklerimizde kadın, insanlara, erkeklere Allah’ın en büyük emanetidir. Kadın annedir, eştir, kızdır, abladır, kız kardeştir.

“Rabbin sadece kendisine kulluk etmenizi, ana babanıza da iyi davranmanızı kesin bir şekilde emretti. Onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlanırsa kendilerine “of!” bile deme: onları azarlama; ikisine de güzel söz söyle” (İsrâ 17/23)

İslâm Medeniyetinin peygamberi salla’llâhu aleyhi ve sellem efendimiz ömrü boyunca eşlerinden hiçbirisine en ufak bir kırıcı söz dahi söylememiştir. Peygamberimiz, üzerinde bulunan nübüvvet ve risalet vazifesinin ağırlığı ile hiç kimseye karşı ayağa kalkmazdı. Ancak kızları, bütün müminlerin annesi validemiz Hazret-i Fatımetü’z-Zerha huzuruna geldiğinde Hücre-i Saâdete vardığında, Peygamberimiz ayağa kalkar “Gel! kızım. Sen bana Allah’ın en büyük lutfü ve emanetisin” der, elinden tutar yanında bir yere oturtur, sonra kendileri otururdular. Bütün insanlığa nümune-i imtisal olarak gönderilen yüce peygamberin ümmeti de peygamberini örnek alarak, kadına asla şiddet uygulamaz, şiddet şöyle dursun elini kaldırmaz, kırıcı, incitici tek bir söz dahî söylemez.

İstanbul Sözleşmesi bizim dinî, ahlâkî, örfî ve medenî bütün referanslarımızı reddeden hükümler ihtiva etmektedir. Bu sözleşme nikahı, meşrû münasebeti, aile yapısını hiçe sayan, nikahsız, gayimeşrû birliktelikleri, fıtrî hilkate aykırı, hilkat garibesi, merazî ve sapkın bir durumu mazur görmek şöyle dursun, özendirici ve teşvik edicidir. İnsanlık tarihi için çok büyük bir tehlikeyi ki homoseksüellik neslin tahribidir, gayrimeşrû münasebetler, birliktelikler sahih nesebin tahribidir. İşte İstanbul Sözleşmesinin ihtiva ettiği hükümler toplumda bunları teşvik ediyor.Avrupa Kıtası nüfusunun kahir ekseriyetinin ileri yaşlarda olması, gayrimeşrû münasebetler, nikahsız birliktelikler dolaysıyla çok büyük bir buhranın eşiğindedir. Hizmet sektörü, sanayi ve ticaret çökmek üzeredir. Avrupa’da nasıl bir nesil yetiştiğini göstermesi bakımından calib-i dikkat bir istatiskî bilgi, Avrupa Medeniyetinin beşiği kabul edilen Fransa’da yeni doğan çocukların % 49’unun babası belli değildir. Şimdiden hizmetler ve sağlık sektöründe çalıştırılmak üzere başka ülkelerden insanları geniş imkanlar sunarak memleketlerine davet etmeye başlamışlardır.  Geç olsun,  güç olmasın!  Zararın neresinden  dönülürse kârdır, çok isabetli bir kararla devletimiz İstanbul Sözleşmesinden çekilmiştir. Dinimizin, millî ve manevî değerlerimizin, medeniyetimizin örf, adet ve geleneklerimizin ebed-müddet düşmanı tek parti mütegallibe karşı çıkmış, İstanbul Sözleşmesinden çıkma kararının iptali için Danıştay nezdinde itirazda bulunmuştur. Sözde milliyetçi-muhafazkâr, millî değerlere saygılı olyduğunu iddia eden bir başka siyâsî parti de pek çok mevzuuda olduğu gibi, İstanbul Sözleşmesi konusunda da bu partinin kuyruğuna yapışmış arkasından gitmiştir.

Türk Ceza Kanunundan zina ile alakalı müeyyidenin iptal edilmesi, zinanın hapsi mucip suç olmaktan çıkarılması, İstanbul Sözleşmesinin çeşitli mahfillerde, lüzumlu lüzumsuz tartışılması, sapık ve kıytırık sözde insan hakları savunucularının homoseksüelliği, amel-i kavmi Lût’u bir insan hakkı gibi yurtturmaya çalışmaları,  gençler arasında nikah ile meşrû münasebet yerine onlara  göre “seviyeli birliktelik” aynı evde nikahsız olarak birlikte yaşayan gençlere soruluyor; “Evli misiniz? evlenmeyi düşünüyor musunuz? “Hayır! Evli değiliz ancak seviyeli birliktelik yaşıyoruz” diyorlar. Seviye imiş, ne seviyesi, rezaletin dik âlâsı. Merhum Üstad Necip Fazıl Kısakürek “Sana alçak desem hakaret etmiş sayılmam, çünkü alçaklık bile bir seviye ifade eder, ama senin hiç bir seviyen olmadığı için sana ancak ”çukur“ derim”derdi. Son yıllarda sık sık rastlanan bir başka seviyesizlik ve alçaklık, rezalet sergileniyor. On, on beş yıllık evli, iki, üç, dört çocukları olan bir aile. Hiç olmaması beklenen ve fakat kaçınılmaz bazı tartışmalar yaşanıyor, eşlerden biri eline aldığı akıllı telefon ile arayışlara giriyor, yüzünü bile görmediği kendisi gibi evli, iki, üç, dört çocuğu olan bir başka kadın veya erkek ile anlaşıyor ve kaçıyor. Bulunduğunda ”Aşkıma, sevgilime geldim, çok mutluyum” diyor. Düşünün kendisi evli çocukları var, gittiği kimse de evli onun da çocukları var. Ahlaksızlığın, fuhşun, rezaletin daniskası. Bir, iki, üç değil, onlarca yüzlerce olunca, maalesef toplumda bu rezillikler normal karşılanmaya başlıyor.

Eski devirlerde, Osmanlı Konaklarının duvarlarında hiç eksik olmayan bir levha, hat eseri vardı. Eşsiz hat uslubu ile yazılmış “EDEP YÂHÛ ! Edep, edep! İllâ’ da edep! HAYÂ! Hayâ! İllâ da haya!..

Peygamberimiz salla’llâhu aleyhi ve sellem efendimiz: Benden önceki bütün peygamberler Nebî, Resûl. Hepsi de ümmetlerine, kavimlerine hep bir şey söylediiler. “ İzâ Lem Testahy-i Fe’snâ’ Mâ    Şi’te,” (Haya etmiyorsan, dilediğini yap!) Bir kişinin, bir toplumun haya damarı çatlamışsa, haya perdesi yırtılmışsa, onun yapmayacağı, yapamayacağı arsızlık, fuhşiyat, rezillik, iğrençlik yoktur. Haya perdesi,haya elbisesi, erkekler için bir kere lazım iken kadınlar için bin defa lazımdır.

Bir toplumda zina,livata zuhur etmiş şâyi olmuş ise, toplum da bunu ahval-i adiyeden saymaya başlamış ise, en azından sükut ederek, zımnen ve ikrarı olarak kabul etmişse, başta kuraklık, kıtlık olmak üzere bütün toplumu sıkıntıya sokan, bela ve yıkıntıların isabeti kaçınılmaz hale gelir...