HÜZÜNLÜ RAMAZANLAR!.. (2)

Televizyon kanallarında iftar ve sahur programları, 1970’li yıllarda TRT’nin tek bir kanalı vardı. Bu kanalda daha ziyade Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğretim elemanları tarafından suya tirit,  iftar ve sahur programları yapılırdı. Hafızlardan birisi aşr-ı şerif okur, kamera arkasından bu aşr-ı şerifin meali verilir, kısa bir sohbet, sohbetin mevzuu ise hiç değişmez, çalışmak, temizlik...İftar saatinde ezan ile ”Sensin kerim, sensin rahim” diye başlayan kısa bir dua ile program sonlandırılırdı.

Daha sonraki yıllarda televizyon kanallarının adedi arttı, haliyle iftar ve sahur programları da çoğaldı. Ölüm şehri, derin huzur ve sükûn semti Eyüp’de Mihmendar-ı Peygamberî, Halid bin Zeyd Eba Eyyüp el- Ensârî radiya’llâhu anh efendimize hürmeten Eyüp Sultan’da açık hava konserleri yapılmaz, radyo televizyonların sesi açılmaz, yüksek sesle konuşulmaz, seyyar satıcılar bile yüksek sesle bağırmazlardı. Osmanlı Padişahları tahta çıktıklarında ilk iş olarak deniz yoluyla ya da kara yoluyla Eyüp Sultan’a gelirler ”Kılâdet-i Seyf” (Kılıç Kuşanma Merasimi) yapılırdı. Padişahlar fayton kupalarla geldiklerinde Eyüp Sultan’a yaklaştıklarında Balat’dan itibaren seyisler kırbaçlarını şaklatmaz, ses çıkarmazlar, derin sükunet içerisinde ancak faytonların tekerlek sesi duyulurdu. Kılıç kuşanma merasimi dönüşünde de aynı yol takip edilir herkes susar, sadece tekerlek sesi duyulurdu.

Geçtiğimiz yıllarda anlı şanlı hocaların katıldığı bazı kanallar, Hazret-i Eyyüp el-Ensârî’nin mübarek türbesinin sıfır noktasında kurdukları platformda ahlaka, edebe aykırı, sazlı sözlü, çengili iftar ve sahur programları tertip ettiler. Yine bazı kanallar Yenikapı Mevlevîhanesinde, mevlevî dedelerinin türbelerinin sıfır noktalarında sazlı sözlü, çengili programlar tertip ettiler. Bizler bu hadsizliğe karşı çıktık, alakalı makamlar nezdinde teşebbüslerde bulunduk, Vakıflar Bölge Müdürlüğünden ve İstanbul Müftülüğünden çok haklısınız, bundan sonraki yıllarda bu hatalar bir daha tekrarlanmayacak sözünü vermişlerdi.

Pandemi gölgesinde idrak ettiğimiz geçen yıl ve bu seneki ramazanlarda bilindiği gibi, bir televizyon kanalında, fenomen diyorlar, bir ilahiyat profesörü iftar ve sahur programı yapıyor. Her zamanki gibi suya sabuna dokunmuyor ama açıkca İslâm’a muğayir, ehl-i sünnet akidesine muhalif bir şeyler söylemiyor. Bir başka kanalda Türkiye’de ehl-i sünnet hassasiyeti olan bir camia ve cemaate mensup hocalarımız ehl-i sünnet akidesine tam uygun iftar ve sahur programlarına imza atıyorlar.

Ne var ki bir taraftan Amerikan aleyhtarlığı yaparken, Rusya’yı, komünizmi göklere çıkaran gayr-i millî, Marksist, Leninist görüş ve fikirlere sahip bir kanal ile, kadim din düşmanı, millî ve manevî    değerlerimizin ezeli ve ebedî muhalifi, kronik ebed müddet muhalefet bir partinin destekçisi olan bir kanalda “ilahiyatçı, araştırmacı yazar” olduklarını iddia eden, ataist, deist, ilahiyatçı (maalesef  ilahiyatçı) münkir, mudîl, zındık kimseler ramazan ayı münasebetiyle yaptıkları konuşmalarda ”Oruç, sadece yemekten, içmekten, cinsî münasebetten uzak durmak değil, güzel ahlaklı olmak, kötü söz söylemekten dilini korumaktır. Hiç bir şey orucu bozmaz, kaza ve keffaret de lazım gelmez” tarzında konuşmalar yapıyorlar. Bunlardan birisinin yakın bir zamana kadar İstanbul’un büyük ilçelerinden birisindeki büyük bir imam hatip okulunda öğretmenlik yaptığını öğrenmiş bulunuyoruz. Okulda talebeye hâşâ! Allah, peygamber, Kur’ân hiç bir dinî otoriteye inanmadan, tabi olmadan da dürüst ve ahlaklı birer birey olabilirsiniz tarzında telkinlerde bulunuduğu öğrenilmiştir. Bilindiği gibi bizim bu zeminde, gazetedeki ikinci köşemiz ”Tespitler” köşesinin alt başlığı “Yorumculara cevaplar ve mutalalar”dır. Bu format belki de ilk defa Türk Matbuatında uygulanan bir formattır. Okuyucu, yazdığımız yazılar üzerine yorumlar yapar, ihtiyaç duyarsa sual sorar, böylece aynı zeminde                    ”Müsademe-i Efkâr’dan Berîka-i Hakîkat” çıkıyordu. 5 yıl kadar aralıksız devam ettirilen bu format pandemi şartlarının da başka dertlere tazammum etmesi üzerine sona erdirilmiştir. Bu zeminde yorumlarda bulunan, sualler soran bazı kardeşlerimiz sosyal medya vasıtalarıyla yine bize ulaşmakta, şifahî olarak yorumlarda bulunuyor, sualler soruyorlar. Sık sık sorulan ve cevaplandırılması istenen hususlardan birisi “bütün dünyayı kasıp kavuran Covid 19 virüs belası, Müslümanlar olarak, insanlar olarak neler yaptık ki Allahu Zülcelâl bu umûmî bela ile bizleri müptela kılmıştır?

Aziz Kardeşlerim. Cenabu Hak, ahirzaman peygamberi, bizim peygamberimiz salla’llâhu aleyhi ve sellem efendimizi “Rahmeten Li’lâlemîn” (bütün alemlere rahmet olarak)  gönderdiği için Kur’ân-ı Kerim’de kıssaları geçen geçmiş peygamberlerin kavimlerinde olduğu gibi, Ümmet-i Muhammed’i topyekun bir helak ile helak etmeyecektir. Ancak, yeryüzünde fitneler, zulüm, Lutî’lik, arsızlık, hayasızlıklar arttığında, belki dönerler diye yaptıklarının bir bölümünün cezasını zelzeleler, fırtına, sel felaketleri, kıtlık, kuraklık bütün insanlara sarî bulaşıcı pandemik hastalıklar olarak gönderir.

Sahih hadis külliyatında belvâ-i am, belâ-i azim felaketlerin bazıları kıyamet alametlerinden olarak ahir zamanda artacaktır.

Huzeyfe İsn-i Üseyd el- Gıfârî radiya’llâhu anh ”biz kendi aramızda bir mevzu üzerinde müzakere ediyorduk. Resûlullah efendimiz muttalî olunca hangi mevzuyu müzakere ediyorsunuz? buyurdu da biz: “Kıyametin ne zaman vuku bulacağını müzakere ediyoruz” dedik. Resûlullah kıyametten evvel şu on alamet zuhur etmedikçe kıyamet kopmaz. Duhan’ı, Dâbbe-earz’ı, güneşin batıdan doğmasını, İsa bin Meryem’in nüzulünü, Ye’cüc-ü Me’cücü, meşrikda, mağribde ve Cezîretü’l-Arab’da,  yerin- arz’ın batması ve en sonunda da Yemen’den çıkacak çok şiddetli bir ateşin insanları mahşerlerine sürmesidir” buyurdu. Burada zikredilen kıyamet alametlerinden her birisi sarih olmadığı için te’vile muhtaçtır. Hadis şarihleri herbirini bir başka te’vil ile tefsir etmişlerdir.

Günümüzde musab ve mübtela olduğumuz Covid 19 virüs ve pandemi şartlarına en uygun te’vil, zuhuru beklenen kıyamet alametlerinden birincisi “Duhan”dır.

Kur’ân-ı Kerim’de “Duhan” isminde müstekîl bir sure vardır;  bu surenin 10. ve 11. ayetlerinin meal-i âlîleri şöyledir: “Şimdi sen göğün, insanları bürüyecek açık bir dumanı çıkartacağı günü gözetle. Bu elem verici bir azaptır.”(İşte o zaman insanlar) Rabbimiz! Bizden azabı kaldır. Doğrusu biz artık inanıyoruz (derler.)“ (duhan 44/12) (Bu duman hakkında başlıca iki farklı tefsir yapılmıştır. 1.duman kıtlık ve kuraklıktır. Nitekim Arabistan’da büyük bir kıtlık olmuş, kaldırılması için Kureyş Hazret-i Peygamber’e başvurmuştur. 2. Bu duman kıyamet alametlerinden olan ve göğü kaplayacak bulunan dumandır. Peygamberimizden rivayet edildiğine göre, kıyamet alametlerinden biri de, doğu ile batı arasını kaplayacak olan duman olayıdır.) 

Araplar başlarına gelen büyük bela ve musibetlere ”Duhan” (Duman) derlerdi. Arabistan’da görülen ve yedi yıl süren açlıklarını gidermek için hayvanların derilerini, kemiklerini, tırnaklarını hatta çarıklarını, bel kemerlerini yedikleri kıtlığa duman demişlerdi. Türkçe’de de başında büyük gaileleri olan birisi        “başım dumanlı” diye dertlerini ifade eder.

Günümüzde Maşrıktan, Çin- Vuhan’dan çıkan bir virüs, Covid 19 yeryüzündeki bütün insanlara sirayet etmiş, bütün insanları kaplamış, o kadar ki dünyanın damı, tavanı kabul edilen Himalayaların zirvesi Everest Tepesinde kamp yapan dağcılara bile sirayet etmiştir. Belâ-i azim, büyük fitneler, musibetler          sadece zalimlere, ahbeslere, tagût ve lutîlere isabet etmez, onların canını yakmaz. Kötülükleri bildikleri ve şahid oldukları halde, mani olmak için ellerinden geleni yapmayanlara da isabet eder. Neler oldu da topyekün bu musibete düçar olduk?... (gelecek yazıyı lütfen bekleyiniz...)