HÜZÜNLÜ RAMAZANLAR!..

Geçen sene Ramazan ayından önce başlayan Covid 19 pandemi şartları maalesef halâ devam etmektedir. Bu bakımdan geçen sene olduğu gibi bu sene de mübarek ramazan-ı şerif ayı çok hüzünlü geçmektedir. Ramazan ayı mahzun, camiler, minareler, mahyalar mahzun, Müslümanlar mahzun!.. Müslümanlar mazhar oldukları ilâhî nimetlerin kıymetini ancak o nimetler ellerinden çıktığında anlayabiliyorlar. Ramazan ayının idraki ile başlayan tatlı telaşlı toplu iftarlar, iftar sofrası teravih namazına yetişme telaşı, cem-i gafir halinde kılınan teravih namazları. Her gün bülbül sesli hafızların minarelerden yükselen sala sesleri, teravih namazı kılınırken önce camilerin kubbelerine daha sonra da arş-u alâ’ya kadar yükselen tekbir ve salat-i ümmiye nidaları...Enderûn usulü teravih namazlarının kılındığı salatîn ve diğer camilerde her bir tervihada müezzin mahfillerindeki cumhur müezzinînin tevcihi ile makamdan makama geçiş ile kılınan teravih namazları...

Buhûrîzâde Mustafa Itrî Efendinin büyük bir meharetle rast makamından bestelediği, asırlardır hiç eskimeyen, tazeliğini hep koruyan salat-ı ümmiye ve teşrîk tekbiri İstanbul Eyüp Sultan’lı Buhûrîzâde, Mustafa Itrî efendinin bütün Müslümanlara bir hediyesidir, kıyamete kadar okunacaktır. Ne var ki bizler daha ziyade bu Salat-i Ümmiye ve Tekbirlerin lezzetini Ramazan ayında Teravih namazlarında ve bayramlarda bulurduk. İşte iki senedir bu manevî hazlardan mahrumuz.

Sevgili Peygamberimiz salla’llâhu aleyhi ve sellem Efendimiz: “Muhakkak ki din nasihattir, din nasihattir, din nasihattir” buyurmuştur. Dinde nasihatin ne kadar mühim olduğuna işaretle üç kere tekrar buyurarak ”din nasihattir, din nasihattir, din nasihattir”buyurmuştur. Müftülerimiz, vaizlerimiz, imam hatiplerimiz bütün sene boyunca camilerimizde, müsait mekanlarda nasihatta bulunurlar. Ama ramazan aylarında bütün camilerimizde en az iki vakit, öğle veya ikindiden önce veya sonra, teravih namazından önce olmak üzere va’z-u nasihatta bulunurlardı. Bu satırların yazarı fakir, 1963 yılından itibaren son iki ramazan ayı hariç bütün ramazan aylarında, İstanbul’da, İzmir’de ve Anadolu’nun  pek çok ilinde va’z-u nasihat için kürsülere çıktım. Emekli olduktan sonra da İstanbul’da, muhtelif ilçelerde ve muhtelif camilerde kürsüde idim. Teravih namazlarından önce evimize uzak bölgelerdeki camilerde vaaz edeceksem, iftarları ya yolda otomobilimin içinde ya da vaaz edeceğim camilerde, refikamın hazırladığı kumanya ile yapardım. Hiç şikayetçi değildim. İrşad ve ihda vazifesinden dolayı dünyalar kadar haz alırdım. Birinci ağızdan doğrudan, ru be ru, hakikatları söylersiniz, hataları tashih edersiniz. Namaz sonrası onlarca kişinin suallerine muhatap olursunuz, aile sırlarına bile vakıf olur, doğruları söyler eşler arasında sulhu sağladığınızda bütün dünyayı size vermişler gibi huzur duyarsınız.İki ramazandır telefonla, sosyal medya vasıtalarıyla bize ulaşabilenlere doğruları söylüyoruz. Bu ramazanda da geçmiş ramazanlarda olduğu gibi ulaşanlar oldu. Bize ulaşabilenlerin sorduğu ekserisinin sorduğu üzülerek ifade ediyorum, Diyanet İşleri Başkanı’nın “Aşı yaptırmak orucu bozmaz” tarzındaki  fetvasıydı. Bendeniz fetva soranlara sorarım ”Bu fetva hususunda senin kalbin ne diyor? Sen nasıl fetva veriyorsun? “Hocam! Bana sorarsanız, aşı, iğne orucu bozar. Bazı kimseler sordukları fetvanın doğrusunu bilirler de ya tereddütlerini izale ya da içinde bulundukları çıkmazdan kurtulmak için bir mahreç (çıkış yolu) bulmak için fetva isterler.

Bu gibilerin niyetlerini ve muzmarlarındakini nübüvvet nuruyla bildiği için, Resûl-i Ekrem efendimiz bu gibilerin fetva istemesine karşılık “İstefti Kalbek” (Sen bu fetvayı kendi kalbine sor) buyurmuştu.

Ramazan öncesi Diyanet İşleri Başkanı Prf.Dr. Ali Erbaş’ın “Aşı orucu bozmaz” diye fetva vermesi, tam bir talihsizliktir. Bu fetvayı verirken Din İşleri Yüksek Kurulu’nun görüşü de bu istikamettedir tarzında eveleme gevelemesi, mevzu ile yakından alakadar olanlar tarafından garip karşılanmıştır. Gerçekten Din İşleri Yüksek Kurulu bu hususla ilgili olarak Din İşleri Yüksek Kurulu’nun ehil uzmanlarına tetkik edilerek bir rapor hazırlanmasını istemiş mi? Din İşleri Yüksek Kurulu sadece bu gündemle toplanıp en az ekseriyetle bir karar oluşturmuş mu? Eğer Din İşleri Yüksek Kurulu’nun bütün bu kademelerden geçirerek verdiği bir karar varsa bu çok daha vahim bir vaziyettir.

Bu köşede defaâtle ifade ettim. “1965 yılının ortalarına kadar Diyanet İşleri Reisliği Müşavere  Heyeti, 1965 yılından günümüze kadar Din İşleri Yüksek Kurulu, İslâm Dinine, ehl-i sünnet akidesine muğayir hiç bir fetva vermemiştir, hiç bir karar almamıştır”dedim. 12 Eylül 1980 darbe-i hükumet döneminde devrin en muktediri Devlet ve Genelkurmay Başkanı olan zatın kesin emir ve talimatına rağmen, kız imam hatip mekteplerinde Kur’ân dersleri sırasında baş örtüsü takmaları icap etmez tarzında bir karar vermeleri istenmişti de, Din İşleri Yüksek Kurulu böyle bir kararı reddetmiş, örnek bir karar ile baş örtüsünün kadınlar için farz ve vazgeçilmez bir hak olduğunu tesbit etmişti. Bütün bu örneklerden hareketle ve büyük bir memnuniyetle ”Din İşleri Yüksek Kurulu her ne kadar üyeleri arasında başka fikirde olanlar bulunmuş olsa bile ”Benim ümmetimin ekserisi dalalet üzere içtima etmez” hadis-i şerifinin masadakına uygun olarak bir bütün olarak heyet halinde bir yanlışa imza atmazlar” diye düşünüyordum. Eğer bu fetva Ali Erbaş’ın şahsî  görüşü değil de, kurul kararı ise Din İşleri Yüksek Kurulu beni çok derin bir sukut-u hayale uğratmıştır.

İşin aslı ne? Fıkıhda umûmî bir kaide vardır “Te’gddî ve Teşeffî kasdıyla vücuda giren her şey orucu bozar.” Beslenmeye ya da şifaya yarayan her tür sıvı hangi yoldan girerse girsin, karın boşluğuna ya da geniz boşluğuna ulaştığında oruçlunun orucu bozulur. Aşı da bir enjeksiyon işlemi olupş, virüse karşı sıvının damar yoluyla vücuda zerk edilmesidir. Damar yoluyla ya da kabadan yapılan enjeksiyon        sıvının süratle karın boşluğuna ulaşması içindir. Tedavi maksadıyla damlatılan göz, kulak ve burun damlaları da bu sıvılar süratle geniz boşluğuna ulaştıkları için orucu bozar. Halk dalkavukluğu veya yukarıdakilere hoş görünmek için ”Aşı orucu bozmaz” fetvası vermek kolay ve ucuz bir hıffettir. Halbuki mesele derinliğine incelenmiş olsaydı ”Ez-Zarûrât Tübîhu’l- Mahzurat” (Zarûretler bazı mahzurları mübah kılar.” Ama, bu hususta bir başka umûmî kaide de “Ez-Zarûrât Tütekadder-u bi’kaderiha” (Her zaruret kendi ölçüsüsü, sınırı içinde değerlendirilir.) Geniş sahada bir uygulama söz konusu edilemez. Oruçlu bir kimse Covid 19 aşısı için gündüz saatlerinde randevu almış ise, sadece o gün için oruca niyet etmez, ramazandan sonra güne gün kaza eder. Kaldı ki Sağlık Bakanlığı ramazan ayı boyunca iftardan sahura kadar aşılarını yaptırmak isteyenlere randevularını açmıştır.

Bu manada sağlık otoritesi ve aziz milletimiz Diyanet İşleri Başkanını değil, kendi kalplerini dinlemiş, hassasiyet göstermiş ve randevularını iftar ile sahur arasında almıştır. “Dinde zorluk yoktur.” Peygamberimiz ”Müjdeleyin, nefret ettirmeyin, kolaylaştırın ve asla zorlaştırmayın” buyurmuştur. Ramazan gününde hekiminiz size göz, kulak ve burun damlası tavsiye etmiş ise reçetenize“günde üç kere üç damla yazmışsa, bunu gündüz saatlerinde değil, iftar ile sahur arasındaki saatlerde yapabilirsiniz. Acil müdahale gerektiren bütün hallerde oruçlu orucunu bozar, ramazandan sonra gün be gün kaza eder. Bu kadar zaruret hallerinde kolaylık varken niçin “Aşı orucu bozmaz” diye fetva vererek onbinlerce insanın oruçlarının fesadına sebep oluyor, bu ağır vebalin altına giriyorsunuz?