BİZLER TECDİD’E MEMURUZ!.. (10)

MUKÂBELE – SÜNNET-İ HÜDÂ !.. Fıkıh Terminolojisinde “Ef’âl-i Mükellefîn” (yükümlülerin fiilleri, yükümlülerin yükümlü oldukları fiilleri-işleri) sarih, katî naslarla, âyet ve mütevâter hadislerle sabit ise, Allah tarafından emrolunmuş ise farzdır. Yerine getirilmesi mecburîdir, terki, zecrî azabı, cezayı mültezimdir. Allah, farzları terk edenleri, dilerse azas ile cezalandırır, dilerse affeder. Namaz, oruç, dinen zengin kabul edilenlere zekat, şartlarını ihtiva edenler hac ibadetinin farz olması gibi... Sarih ve katî deliller ile değilde zannî deliller ile sabit ise vacibdir. Vacibler de amelen, yerine getirilmesi bakımından farzlar gibidir. Ancak, müçtehidlerin delil değerlendirmesi bakımından bir fark vardır ki farzlar sarih ve katî deliller ile sabit olduğundan inkar eden, istihza eden, kafir olur, vacibleri inkar edenler kafir olmazlar ama fasık, facir olurlar. Dinen zengin kabul edilenlerin Kurban Bayramı günlerinde kurban kesmeleri, vitr namazı ve bayram namazları gibi... 

Sevgili Peygamberimiz salla’llâhu aleyhi ve sellem efendimizin kavlî, (sözlü), amelî, (fiilen yaptıkları) ve ikrarî (huzurunda başkaları tarafından yapılan amelleri reddetmemesi) vazifeli bulunduğu nübüvvet ve risalet gereği huzurunda yapılan veya yapılmayan  şeylere itiraz etmesi, güzeli hoş karşılaması, çirkini reddetmesi gerekirken, sükut ettiği ameller ikrarî sünnetlerdir. Farz veya vaciblerin dışındaki  ibadetler, infak ve ihsan, ahlâk-i hamîdenin bütün unsurları, selam vermek, mümin kardeşine tebessüm bile sadaka ve sünnettir.

Farz, vacib, sünnet sınırları dışında kalan adetî, örfî, geleneksel günlük hayatımızdaki bütün güzellikler ise müstehab ve mendub’dur.

Sarih ve kat’î naslar, deliller, âyet ve mütevâter hadislerle nehy’edilmiş, yasaklahmış fiiller haramdır. İçki, kumar, zina ve hırsızlık gibi. Haramı helal kabul etmek, istihza etmek, hafife almak küfürdür.

Taban, örfen, adeten çirkinliği herkesçe kabul edilen ve fakat sarih, katî, naslar, âyet ve mütevâter hadislerle nehy’edilmeyen ancak zannî delillerle çirkin oldukları belirtilen fiillere “MEKRUH”  denilir. Müçtehidler hususiyle Hanefî Ekolü müçtehidleri, keraheti, harama daha yakın mekruhlara, Keraheti Tahrimiye, helale daha yakın mekruhlara ise, Keraheti Tenzîhiye demişlerdir. Tütün mamûllerini kullanmak, cuma gün ve gecelerinde, mübarek gün ve gecelerde, bazı nafile namazlarını kalabalık cemaat halinde kılmak tahrimen mekruhtur. İmam-ı Rabbânî, Müceddid-i Elf-i Sânî, Ahmed-ü Faruk es- Sirhindî (k.s.) Efendi Hazretleri “tahrimen mekruh olan bir amelden ecir-sevap beklemek, haramı helal, helali haram addetmekten bir derece aşağısıdır” buyuruyor. 

Herhangi bir ameli, ibadeti  bozan, hükümsüz kılan şeylere de “Müfsid” denilir. Namaz kılarken abdestinin bozulması, namaz kılarken dünya kelamıyla konuşulması, sual soranlara cevap verilmesi, oruçlu birisinin bilerek yemesi içmesi ve orucunu ifsad eden başka hareketlerde bulunması ibadetlerimizi ifsad eder, hükümsüz kılar.

Sünnetlerin hükmü: Sünnetlerin tarikleri, farz ve vaciblerin tarikleri, itaba, cezaya, azaba müstehak olmazlar. Ancak sünnetleri temessük, aslında Peygamberimiz salla’llâhu aleyhi ve sellem efendimize  tam mütabaat (tam uyum) olduğu için ecir ve sevabı mültezim olup, bilhassa Şefaat-i Muhammediyeye nailiyet bakımından da fevkalâde önemlidir.

Bazı sünnetler vardır ki bunlar Şeâir-i İslâm’dan, İslâm’ın alâmetlerinden olduğu için bu sünnetlere “Sünnet-i Hüdâ” denilir.

Cihanşümûl, namaza davet, Ezan-ı Muhammedî Sünnet-i Hüdâ’dan’dır. Birer şehâdet parmağı gibi göğe yükselen zarif minareler, eğer üzerlerinde ezan-ı Muhammedî okunmuyorsa, bu minareler birer kule olurlar. İslâm Coğrafyasında kaysettiğimiz Memalik-i Osmaniye’de, Kafkaslarda, 12 bin, Balkanlarda, 8 bin cami, bu sayıların iki katı minare bıraktık. Maalesef  bu camiler ya tamamen yıkılıp harap oldular, ya da başka maksatlarda kullanıldılar. Ezan sesinin duyulmadığı minareler ise birer kule olarak kaldılar, yıkılıp gittiler.

Bir Müslüman’ın mülaki olduğu, karşılaştığı bir başka Müslümana selam vermesi de Sünnet-i Hüdrâ’dan’dır. Fıkıh ve hadis külliyatında tafsil edildiğine göre, selam vermek sünnet iken, selamı    daha hayırlı kelimelerle reddetmek iade etmek farzdır.

Ramazan ayının son on gününde itikâf da Sünnet-i Hüda’dan’dır. İtikâf, bir Müslümanın Ramazan Ayı’nın son on gününü hiçbir yere çıkmadan herhangi bir caminin uygun bir yerinde, imam odasında veya mahfilde, mahfilin altında kalmasıdır. İtikâf eden ancak, zaruri özel bakımı için, ya da itikâfa girdiği camide cuma namazı kılınmıyorsa bu camiye en yakın cuma namazı kılınan camiye kadar gidebilir, namazdan sonra hiç eğlenmeden, kimseyle dünya kelamı konuşmadan itikâfa durduğu camiye hemen döner. Her beldede bir kişinin itikâfa girmesi, sünnet-i kifaye olarak belde halkını kurtarır. Ama, bir beldede hiç bir kimsenin itikafa girmemesi halinde Sünnet-i Hüdâ’yı topyekûn terk ettikleri için o beldeye umûmî bela isabet eder.

Bir başka Sünnet-i Hüdâ, Ramazan Ayı müddetince geceleri yatsı namazından sonra, vitir namazından önce, yatsı-vitir arasında 20 rekat Sünnet-i Müekkede olan Teravih Namazının kılınmasıdır. Zira sevgili Peygamberimiz salla’llâhu aleyhi ve sellem efendimiz: “Cenabu Hak, Ramazan Ayının gündüzlerinde size orucu farz kıldı, ben de Ramazan Ayının gecelerinde Teravih’i sünnet kıldım” buyurmuştur. Teravih namazı bizatihi Sünnet-i Müekke’de olup, Teravih Namazının cemaatle kılınması ise Hulefa-i Raşidîn Sünnetidir. Peygamberimiz zamanında, Hazreti Ebû Bekir Efendimizin zamanı hilafetinde teravih namazı Mescid-i Nebeviyye’de ya da evlerde cemaat olmaksızın kılınıyordu. Hazreti Ömer radiya’llâhu anh efendimiz gördü ki teravih namazının kılınması ihmal ediliyor, tembellik gösteriliyor ”Bundan böyle Teravih Namazı Mescidlerde veya başka mekanlarda cemaatle kılınacaktır” buyurdu. Hazreti Ömer’in hilafeti müddetince, daha sonraki halife Hazreti Osman radiya’llâhu anh’in hilafeti döneminde, dördüncü halife Hazreti Ali Kerreme’llâhu vechehû zamanında Teravih Namazı cemaatle kılınmaya devam etmiştir. Hattâ Hazreti Ali Efendimiz ”Allahım! Ömer Teravih Namazıyla mescidlerimizi nurlandırdığı gibi, onun kabrini nurlandı,” diye dua etmiştir. Asırlardır İslam aleminde bütün Müslümanlar, bir Hulefâ-i Râşidîn sünneti olarak Teravih Namazını mescidlerde ve diğer mekanlarda kılmaktadırlar.

Ramazan aylarında, Kur’ân-ı Kerim’in en az bir kerre hatmedilmesi de Sünnet-i Hüdâ’dandır. Zira, sevgili Peygamberimiz salla’llâhu aleyhi ve sellem efendimiz her ramazan ayında o ana kadar nazil olan âyet ve sureleri, Cibril-ü Emin ile mukabele ederdi. İrtihal-i Dâr-i Bekâ buyurduğu son Ramazan Ayında, Cibril-ü Emîn ile o ana kadar nazil olan âyetler ve sureler üzerine iki kere mukâbele etmişlerdir.

Mukâbele: Sözlükte yüz yüze olmak demektir. Böylece yüz yüze birisinin okuması, diğerinin mukabele etmesi yüz yüze karşılaması demektir. Cibril-ü Emîn okuyor, sevgili Peygamberimiz salla’llâhu aleyhi ve sellem efendimiz mukabele ediyor, Peygamberimiz okuyor, Cibril-ü Emîn mukabele ediyordu. Böylece,  Kur’ân-ı Kerim’in Levhi Mahfuz’daki asıl nüshası ile, âyet âyet, sure sure, nazil oldukca vahiy hafızları tarafından ezberlenen, vahiy katipleri tarafından muhtelif materyallere yazılan nüshaların aynı olduğu hiç bir şüpheye meydan vermeyecek bir şekilde teyid ediliyordu...