BİZLER TECDİD’E MEMURUZ!... (8)

“ İnsanlardan öylesi var ki, her hangi bir ilmi delile dayanmadan Allah yolundan saptırmak ve sonra da onunla alay etmek için boş lafı satın alır. İşte onlara rüsvay edici bir azap vardır.” (Lokman/31/6)

(Bu âyet-i kerimenin Nadr bin Hâris’in davranışı üzerine nazil olduğu nakledilir. Rivayete göre bu şahıs, Acem masalları ihtiva eden kitaplar satın alıp getirir ve Mekke’lilere şöyle derdi: “Muhammed size ad ve semud kavimlerinin masallarını anlatıyor; ben de size Rum ve Acem masalları söyleyeceğim” böylece bunları okur, müşrikleri eğlendirir ve insanları Kur’ân dinlemekten alıkoymaya çalışırdı.)

Şer’i Şerif’ten zerre kadar inhirafı olanın, defosu olanın Tarîkat-i Nakşibendiyye-i  Âliyye’de,Seyr-i Sülûk’ta zerre misali ilerlemesi imkânsızdır.

Bunun için, salik itikadını tashih ettikten sonra, İlm-i Fıkh’ı, farz, vacib, helal, haram, sünnet, mendup, müteşebbeh,(helal veya haram olduğu belirsiz şüpheli şeyleri) ve mekruh olanları bilmesi lazımdır. Bunların muktazası ile amel zaruri olduğu gibi, amellerin amel-i salih olması için azamî gayret gösterilmesi de ayrıca şarttır. Mesela ”Dinin direği olan namazın faziletlerinden ve rükunlarından olanları dinlemek ve ona göre hareket yine bu yolun şartlarındandır. Tam ve kamil manada bir namaz için mükemmel bir abdest, farzları, vacibleri, sünnetleri müstehab ve menduplarıyla tam bir abdest şarttır. Yalnız farzlarla iktifa etmeyip her azayı üçer kere yıkamak, başın dörtte birini değil tamamını isti’ab meshi ile meshetmek, kulakların meshine itina göstermek ayak parmaklarının arasını orta parmak ve yüzük parmağıyla hilâllemek, abdest alırken müstehabları dahi yerine getirmekten tembellik etmemek lazımdır. İbn-i Mâceh’in rivayet ettiği bir hadis-i şerif’te İbn-i Şeddad radiya’llâhu anh: “Resûlullah’ı abdest alırken gördüm, elinin orta parmağı ile ayağının parmaklarını hilalliyordu.” Demişti. Yine rivayetlere göre İmam-ı A’zam Ebû Hanife bu hadis-i şerifi gördükten sonra bu müstehabı terk ederek kıldığı yirmi yıllık namazlarını kaza etmiştir.

Farz, vacib, sünnetlerin dışında kalan müstehablar yeryüzünde Allah’ın çok sevdiği bir fiildir. Allah’ın çok sevdiği bir fiili yerine getirmek bütün dünyanın ganimetlerine bedel bir ameldir.

Kamil manada temizlik ve bütün rükunlarıyla tam bir abdestden sonra namazın haricî şartları da yerine getirildikten sonra müminlerin miracı olan namaza niyet edilmelidir. Niyet kalbi niyettir, lisan ile kelam ile niyet edilmesi bid’attir. Kıyam edip huzura durulduğunda lisan ile kelam ile meşgul olmak manevî hazırlığa mani olur. İftitah tahrime tekbirini imamla birlikte almak, farz namazları mutlaka cemaatle eda etmek, namazları müstehab olduğu vakitlerde kılmak, kıraatte sünnet ölçülerine uymak, rükû’da, secdelerde tadil-i erkana uymak, itmi’nan rükû secdeler arasında tam kıyam, secdeler arasında tam oturuş, rükû ve secdelerde en az üç tesbih tek olmak kaydıyla,beş, yedi, dokuz ve on bir olabilir. Yalnız imam arkasında namaz kılanların güç ve kudretlerini dikkate alarak en fazla üç tesbih okur. Secdeye vardığında öncelikle yere en yakın olan dizlerini, sonra ellerini, daha sonra burnunu daha sonra da alnını koyar. Yere konuş sağdan başlar. Sonra soldan devam eder. Secdeden kalkarken de önce semaya en yakın olan alnını sonra burnunu, sonra ellerini ve en sonra da dizlerini kaldırır. Kıyamda secde mahalline bakar, rükûda ayaklarının üstüne, secdede burnunun başına kaîde-i evvel ve ahirde ellerine bakar. Gözlerini yukarıda zikredilen yerlere diken ve sağa-sola bakmayan musallî, namazda bütünlüğü ve huşu’u temin eder. Rükûda parmakların aralıklı, secdede birleştirilmiş olması da sünnettir. Efendim, parmakların ayrılması veya birleştirilmesi o kadar mühim mi? denilebilir. Sünnetlere temessük, tefâül babından tam olarak sünnetlere uymak, şerîatın vazı ve sahibine tam mütaba’at, Tarîkat-i Nakşibendiyye-i Âliyye’nin esâsâtından temel düsturlarındandır... 

“Lâmevcude il’lellâh! “ sırrının tecelli alametlerinden, sair Turuk-u Sofiyye arasından, Tarîkat-i Nakşibendiyye-i Âliyye’nin ihtiyar olunması çok daha evla ve münasiptir. Zira, Tarîkat-i Nakşî’nin büyükleri, ileri gelenleri sünnet-i seniyyeye tam mutabaat, şen’î bid’atlerden de tam içtinabı iltizam etmişlerdir. Bunun içindir ki diğer bazı tarikatlerde görülen raks, (Mevlevîlerdeki sema dönmek) Bektaşîlerde semah) Kadirîlerdeki kızgın şiş batırma vb.halleri asla tecviz etmemişler, bu hususlarda asla haddi tecavüz etmemişlerdir. Hatta, Zikr-i Cehrî’yi (dil ile, sesli, açıktan zikri) bid’at olarak kabul etmişlerdir. “Bir gün şeyhimizle birlikte bir yemek meclisinde hazır bulundum. Hazret-i şeyhimizin muhlis bağlılarından birisi olan şeyh Kemal yemeğe başlarken cehrî olarak (Açıkça) “Bismi’llahi er-rahmani’r-rahim,” dedi de şeyhimiz bunu münasip görmedi, beliğ, zarif bir sertlikle azarladı ve  bundan sonra bu şahıs bizim yemek meclislerimize bir daha katılmasın” buyurdular.

Hazret-i şeyhimizden duymuştum.Havace , Muhammed Bahâüddîn Nakşıbend (k.s.) Buhara ulemasını toplamış ve onları Hankah’da bulunan Şeyh’i Emir Kilal Hazretlerine getirmiş, maksadı onları Zikr-i Cehrî’den men’etmekti. Emir Kilal Buhara ulemasının sualleri üzerine ”Bu yolun büyükleri tarafından Zikr-i Celi öylesine mübalağa ve şiddetle men edilmişken, raks ile, dönme ile ve başka usullerle zikre nasıl cevaz versinler?

Zikir esnasında raks, dönme, gına (teganniyle zikir), gerçekte “Lehv ve le’ab’a” dahildir. Yukarıda meâl-i Âlî’sini verdiğimiz Lokman Suresi’nin 6. Âyet-i Kerimesi teganniyle zikirden men için nazil olmuştur.

Tefsir’de Abdullah İbn-i Abbas’ın talebesinden olan Mücahid ve Tâbi’î’nin büyüklerinden müfessirler, mütekaddimîn müfessir Sahabî’ler. Abdullah İbn-i Abbas, İbn-i Mes’ud bu âyet-i Kerime’de Murad-ı İlâhî’nin, raks, gına ve sima (dönmenin) şiddetle reddi olduğudur demişlerdir.

“ (O kullar), yalan yere şahitlik etmezler, boş sözlerle karşılaştıklarında vakar ile (oradan) geçip giderler.” (Furkân/25/72)

Mütekaddimîn müfessirlerden Mücahid, bu âyet-i kerimeyi gına (tegannî), simâ (sema-dönme) ya da cehrî açıktan yapılan zikir meclislerinde asla hazır bulunmazlar” diye tefsir etmiştir.

İmamü’l-Hüda, Ebû Mansur el- Mâtürîdîden hikaye edilmektedir ki ”Zamanımızda Kur’ân okuyan birisine ”Ne kadar güzel okudun” diyen birisi büyük hata etmiş olur, o güne kadar yaptığı bütün hasenatı (güzellikleri sevapları) mahvolur...